Ölü bir güneş ışığı, pencereden istemeye istemeye süzüldü ve ona dokunmadan duvarlara sığındı. Bu bezginliği, kırgınlığı üzerinde daha ne kadar taşıyabileceğini bilmiyordu.
Bazı sızılar bir defa başladı mı artık geçmiyor. Bazı yaralar hiç kapanmıyor. Bazı eller bazı saçları okşamayınca, bu minicik, aptal, önemsiz şey yaşanmayınca, bazı hayatlar geri dönüşsüz biçimde tarumar oluyor.
En nihayetinde vardığım bozkır,içimdeki boşluğun tabiattaki yegâne suretiydi. O sahipsizliğine dikecek bir minik fidan arıyordum. Çıktığım yolculuktan da yaşadığım hayattan da beklediğim , başka bir şey değildi.
İki tarafın anlattıklarına kulak verip suya sabuna dokunmadan tarafsız kalmaktan kolay bir şey yoktur şu dünyada, çünkü bu sayede zinanın âlâsını işleyip vicdanımızı temiz tuttuğumuzu iddia edebiliriz.
Elimden geleni yaptım aslında. Hayatta kalmanın ötesinde, hakikaten yaşamayı denedim. Ama gözleriniz ne kadar iri olursa olsun, yine de yolunuzu ararken kör gibisiniz hep hayatta. Ha bire sağa sola çarpıyor, bol bol sendeliyor, sık sık düşüyorsunuz. Sonra kalkmanız ve tekrar düşene kadar aynını tekrarlamanız gerekiyor. Bu döngü sonsuza, sizin sonunuza dek sürüyor. Yaşamak, düşmekle kalkmak arasında geçirdiğiniz korkulu, ümitli, telaşlı zamanın adı. Düşüp düşüp kalkma sanatı. Ben maalesef pek başarılı olamadım. Çünkü kalkabilmek için, düşerken aldığınız yaraları iyileştirmeyi bilmeniz gerekiyor. Oysa ben her gece ağrıyla uyudum, her sabah sancıyla uyandım. Ama denemedim denemez. Elbet denedim.