Eski peri dilinde bir şeyler fısıldadı. Buna karşılık yıldız ışıkları elinde zıplayıp hareket etmeye başladı ve ışıldayan, narin bir taç formunu aldı.
Des onu iki eliyle tutup başımın üzerine yerleştirdi. "İşte oldu."
Geri çekildi, yıldız ışığı gözlerine yansıyordu. Bana yıllar önce ateşböceklerinden taç yaptığı zamanki gibi bakıyordu. "Bütün dünyalar ve çağlarda, senin gibi birisi asla olmayacak, Callie." Sanki ne yapması gerektiğini hatırlamış gibi boğazını temizledi. "Hadi artık evlenelim."
Dünyalar içinde dünyalar, dünyalar dışında dünyalar, dünyalar ötesinde dünyalar vardır oysa.
…
Ruhun dünyası sonsuzca geniştir. Yeter ki, insan, o dünyalara, yaprak yaprak açılan bir kişilik hummasından geçerek varmasını bilsin.
Yönleri sonsuz dünyalar ülkesine,
yıldız tarlalarında ekin biçerler.
Bir ateş halesi çevrem.
rengarenk ışıklar demeti.
milyon derecede kaynayan lavlar arasındayım
En tehlikelisi de kendimize söylediğimiz yalanlardır. Sanırım bunu içgüdüsel olarak yaparız. Kendini koruma, DNA'mızın temel parçalarından biridir. Bizler doğuştan yalancılarız; bazen noktaları bilerek yanlış birleştirir, sonra da ortaya çıkan görüntü anlamlı bir şeymiş gibi davranırız. Kendimize arzu ettiğimiz hayat hikâyeleri uydurur, böylece çevremizdekilere daha güzel bir fotoğraf sunarız. Dürüstlük her zaman daha az sıradan bir yalana karşı kaybeder. Hem gerçek fazla abartılıyor. Elindekiyle idare etmektense yenisini uydurmak çok daha iyidir.
Hayali dünyalar yalnızca çocuklar için değildir. Tıpkı ayakkabılarımız gibi, biz büyüdükçe kendi hakkımızda anlattığımız hikâyeler de büyür. Biri üstümüze küçük gelmeye başladığında yenisini uydururuz.
1897 düşünüldüğünde, harikulade bir eser. Henüz astronomi alanındaki bilimlerin kısıtlı olması, teknolojinin buharlı makinalardan daha yeni yeni içten yanmalı motorlara geçmesi gibi bir ortamda başka bir gezegenden dünyaya gelebilecek ve istila edebilecek teknolojiyi kurgulamak, harikulade...
Sırrı gözlerindeydi. Bu gözler öyle dünyalar yaratır bu dünyalar arasında öyle sınırlar çizer öyle sırlar gizlerdi ki tatlıyla tuzlunun birbirine karışmadığı bir kızıl deryada bir hayat karmaşasında bir körebe oyununun ortasında bulurdu insan kendini.
21. yüzyılda geçmişte görülmediği kadar güçlü kurgular ve totaliter dinler yaratacağız. Biyoteknoloji ve bilgisayar algoritmalarının yardımıyla bu dinler dakika dakika varlığımızı kontrol etmekle kalmayacak; bedenlerimizi, beyinlerimizi ve zihinlerimizi de şekillendirecek, cennetler ve cehennemlerden oluşan bütünlüklü sanal dünyalar yaratacaklar. Kurguyu gerçekten, dini de bilimden ayırmayı başarmak hiç olmadığı kadar zor ve hayati olacak.
Başkalarında takdir ettiğimiz şeylerin yarısını uygulayabilsek çok farklı seviyelerde yaşayan insanlar olacağız halbuki, Ama yok. Pahalı bir telefon kullanıp lüks bir araca binmek, kitap okumaktan daha önemli. Ruhunu ve zihnini geliştirip, içinde dünyalar biriktirip kendini aşmaktan, üretmekten ve yaşadığın hayata bir şeyler katmaktan daha önemli. Bu anlamsız tutkular, bu abartılı yaşamlar ve içi boş görüntü harcıyor bizi.
Bir boşluğa tutunmaktan farkı yok bunun, düşüş kaçınılmaz.
Halbuki keşfedilecek ne çok güzellik var hayatta, emek verdikçe yeşerecek ne çok dal var.
Halbuki üretmek, ürettiğin kadarını tüketmek, fazlasından kaçmak, gereksiz olan ne varsa kurtulmak kurtarabilir insanın ruhunu. Bu darboğaza birlikte geldik. Üretmedik, hep tükettik.
Ekonomi modelleri değişebilir, koşullar iyileşebilir ama bakış açısı değişmedikçe hayattan keyif alamamaya, tekdüzeliğe mahkûmdur insan. Son model bir telefon, şık bir araba almak yerine her sene en az bir ülkeyi görmek, daha fazla kitap okumak, daha fazla oyun izlemek, konsere gitmek, gezmek... İnsanı gördüğü her yeni yerde, tanıştığı her yeni insanda ya da düşüncede birikir. Para biriktirdikçe değil, içinde farklı dünyalar biriktirdikçe zenginleşir insan.