Aslında Yusuf Hayaloğlu'nu, dinlediğim türkülerin birçoğunun üzerine döktüğü mânâ küllerinden tanırdım. Bestelenen türkülerinin kimilerini severek dinlerdim de anlamlarına kafa yorunca iç çekerdim...
Şiir kitabına rastlayınca alıp okumak istedim. Sokak jargonumuzda yer edinen o kelimeleri şiir içinde sanatla harmanlaması... Bakıldığı zaman kolay gibi görünse de sokağın tadını sanatın cilvesinden tadınca anlaşılıyor işin müşkilatı. Sokak ağzını bu kadar mı yakıştırır şiirin libasına bir şair...
Ama; işte o ama'lar yok mu! Fakat ne yapalım; üzerinde durmak gerek. Keşke “çirkin kral”ı necasetinde bırakıp da heybesini alıp gitseydi; şiirlerinde övgü mermilerini duvara ateşleseydi!.. Yahut Ahmedo'sunu da ıraklarda barınan sergüzeştinde bırakıp şiirlerine tozunu değdirmeseydi...
Anıyorum seni... Bir çöl gibi yanıyor içim
Taşıdım şunca yıl bir özlemi, bir öfkeyi
Savrula savrula!
Hiçbir gün böylesine garip olmadım
Anıyorum seni... Bir gül gibi kanıyor resmin
Sen beni yangınlarda, ateşte, harda ara
Kahkahalarda değil dertte, kahırda ara
Yüreğin sıkışırsa yine bir yaz gecesi
Şu mehtaplardan eğil, gel günahlarda ara