Aslında biz, gerekenle olanı birbirine karıştırıp titizliğimizi kaybettik. Belki de duyarsızlığımız, günah ve haramların yaygınlaşmasını, meşru sanmaktan kaynaklanıyor. Azık çantasını açtığı yerde torbasına giren karıncayı yerinden etmemek için birkaç günlük yol kat etmeyi göze alabilen ya da alacaklısı bulunduğu kimsenin ev ve ağacının gölgesi altında gölgelenmeyi faiz sayan veya izinsiz girdiği bağdan kopardığı üzüm salkımının parasını üzüm dalına asan anlayıştan hangi noktalara geldik?
Akıbetimizin ölümcül niteliğine duyarsızlığımız, modern kargaşayla desteklenen kayıt dışı bir ‘anlaşmayla’ korunmaktadır. Ölülere yönelik törensel hizmetler, kitlesel yas jestleri/mimikleri, şatafatlı ritüeller, iade-i itibar mavalları ve hatta 'anısını’ ödüllendirmeler filan her-şeyden önce ölen kişiye verilen sus paylarıdır: Ölülerin söz hakkı, eğlenceyi andıran acıklı bir yaygara ile gasp edilmiştir. Bir akrabamızın ya da ahbabımızın ölümü bizi nasıl da sarsar; oysa Azrail’in işi artık bizimledir ve bize ondan daha yakındır!
Reklam
Kalbî hayatımız pek de sağlıklı görünmüyor. Duyarsızlığımız, tembelliğimiz, rehavetimiz "kalp davasını" kaybetmekte olduğumuzun işareti değil midir. ?
"Adaletin bu mu dünya" diye yalvaran annelerin sesleri yükseldikçe ne tuhatır ki insanlığın sesi kısıldı. Adalet sadece sözlükteki yerini korudu. Şuç kadere atıldı. "Yazık kaderi böyleymiş!" diye diye avuttuk kendimizi. Hangi kader bu acımasız? Kader var muhakkak olmaması gereken ise; bu denli duyarsızlığımız.
“Anestezi: Kendi acımız ve kendi hazzımız karşısındaki du­yarsızlığımız.”
Safsatalar bebek ağlaması gibidirler: Başkalarınınkine karşı hassasken kendimizinkine karşı özel bir duyarsızlığımız var.
Reklam
21 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.