...Ve aşk, ölüm demektir. Kışın gelişi, grinin güçlenişi, sarının solgunluğu, mavinin en koyu tonu, siyahın yok edişidir. Önce aydınlattığı hayatı ansızın karartandır.
Birine ya da bir şeye duyduğumuz aşk, olanca yaşam enerjimizi ve motivasyonumuzu bir vampir gibi emebilir. İçimizdeki gücü onunla yitiririz. Sınırlarımıza hapsoluruz. Kendimizi kaybederiz. Kadından, erkekten, hayvandan, sanattan, doğadan ve Tanrı'dan ırak düşebiliriz. İçimize attıklarımızın yüküyle ezilir, Edvard Munch gibi çığlık çığlığa bağırsak da deva bulamayabilir, mutsuzluğumuzu yurt belleriz.
Van Gogh kadar deli, Caravaggio kadar saldırgan, Dali kadar megaloman olabiliriz. Leonardo kadar kararsız, Michelangelo kadar huysuz, Raffaello kadar eksik hissedebiliriz. Sevdiğimizi bu aşkla tüketmek, her şeyi yok etmek isteriz. Goya'nın figürleri kadar mutsuz, Franz von Stuck in figürleri kadar karanlık olabiliriz. Picasso kadar kırıcı, Schiele kadar hoyrat, Jacque Louis David kadar katı olabiliriz.
Aşk sizinle biri ya da bir şey arasında oluşan muazzam bir dengesizlik, önü alınamaz bir uyumsuzluk hâlidir. Ne zaman yere çakılacağınızı dahi kestiremediğiniz sonsuz bir düşüş, mutsuz bir sondur...