-Neden kendini öldürmedin?..
-Zaten ölü olan bir şeyi öldüremezsin. Burada yaşadığım yirmi yıldır, zaten ölüyüm. Sana gelince, sen de uzun zamandır ölüsün. Bu kadar telaş niye? Nereden geldiysen orada kal!…
Ansızım ölüm aklıma geldiğinde, tam o anda, uğruna ömrümü harcadığım şeylerin ne denli önemsiz ve boş olduğunu hissediyorum. Ama bu düşünceleri hemen geçiştiriyorum… Kendi kendime şöyle söylüyorum: “Yanlış yolu seçtim… Belki de yapılabilecek başka şeyler vardır… Sanat bir yozlaşma… Edebiyat yalan… Felsefe ise yutturmacadan ibaret… Sade insanlarla, bozulmamış kalplerle yakınlık kuracağım. Muhakkak, şehirlerden uzakta, henüz kirletilmemiş topraklarda, saf insanı barındıran, güzelliklerle dolu bir yer vardır. Gidelim ve onu arayalım!..”
Elindeki işi bitirince, kütüphanede dizili duran kitaplara baktı:
- Voltaire, Diderot, Rousseau, Michelet, Tolstoy, Kropotkine, Anatole France… hepsi çok güzel. Ama neye yarar. Fikirler, kitapların içinde uyuyor. Gerçek ve mutluluk asla oradan dışarı çıkmıyor…
Bu beylere gerçekten şaşırıyorum…Nüfusu çoğaltmak için böyle yollara başvurmak yerine, ellerindeki nüfusun saadetini artırmanın yollarını arasalar daha iyi olurdu…Evet…Ama bu umurlarında değil!..
…Aslında kötülüğün toplumun kendi yapısında, talihli insanlardan başka kimseyi korumayan kanunların barbarlığında ve kapitalist bencilliğinde yattığını anladıklarında…Belki o zaman konuşabiliriz… Sefalete, cehalete ve hizmetçiliğe batıp çıkmaktan başkaca bir hakkımın olmadığı bir ülkenin zenginliğini, ihtişamını ne yapayım ben?..