İnsan hayatının tamamını dört duvar arasında geçirebilir. Kendisini tutsak olarak hissetmediği müddetçe tutsak sayılmaz. Ama kainatın sonsuz büyüklüğünü, milyonlarca yıldızı, galaksiyi görüp onlara asla erişemeyeceğini bilen biri için koskoca dünya hapishaneden farksızdır. İdrak ettikleri şey zamanın ve mekanın tutsağı haline getirir.
Ama bütün bunlar salt kuru bahanedir. Meslekleri onları uykuya ve ölüme mahkum ettiğinden kemikleri katılıp hareket edemez olmuş, kasları sevinçlerini yitirmiştir.
Ama bir kez hedefe vardı mı, yeni hedefler çağırır onu bu kez. Böylece papalagi, yaşamı boyunca durup dinlenmeksizin koşturur durur. Yürümeyi, adım atmayı unutur,aramadan gelip bizi buluveren hedeflere doğru ilerlemenin mutluluğunu tadamaz.
Zaman alan binlerce şey sıralayıp yakına yakına işinin başına çöker. Oysa işi ne zevk ne de eğlence verir ona. Üstelik kendinden başka zorlayan da yoktur.
Tek bir kulübede o kadar çok "şey" vardır ki, beyaz şeflerin çoğu, yalnızca o "şey" leri yerli yerine yerleştirmekten ve kumlarını temizlemekten başka işleri olmayan sürüyle erkek ve kadın çalıştırmak zorunda kalır.
Çünkü beyazların dünyasında insanların ağırlığı yalnızca parasıyla, o parayı her gün ne kadar arttırabildiğiyle ve hiçbir depremin zarar veremeyeceği kalın demir kutunun içinde ne kadar biriktirebildiğiyle ölçülür. Yiğitliği, soyluluğu ya da zekasının parlaklığıyla değil.