Selçuklular'ın Fâtımîler'le mücadele içerisinde oldukları Hicaz, Yemen ve (bugünkü) Suriye toprakları daha çok Ehl-i sünnet'in Şâfiî görüşünün yaygın olarak yaşandığı topraklardı. Dolayısıyla Şiî düşünceye karşı Ehl-i sünnet fikrini güçlendirirken, bu coğrafyanın sosyokültürel yapısına ve mezhep özelliğine dikkat etmek gerekmekteydi. Bu sebepten dolayı, Sünnîliğin başarıya ulaşması için açılan Nizâmiye medreselerinin, Şâfiî mezhebi üzerine eğitim veren kuruluşlar olmasına ses çıkarılmamıştır.
Sayfa 167Kitabı okudu
İslâmi finans günümüzde Müslümanların yakla şık %80'inin mensup olduğu Sünni mezhebi (Ehl-i Sünnet) çerçevesinde yürütülmektedir. Bu kapsamda İslâmi finans işlemlerinde temel olarak Sünni İslâm'ın dört temel hukuk ekolü olan Hanefi, Maliki, Hanbeli ve Şafi ekolleri temel alınmaktadır. Ancak, diğer önemli hukuk ekolü olan Şii (Şia) hukuk ekolü de İslâmi finansta yer bulmuştur. Bu ekolün önem arz eden özelliği ise İran İslâm Cumhuriyeti'nin finans ve bankacılık alanında bu hukuk ekolüne bağlı olmasıdır.
Reklam
"Selefin mezhebini (görüşlerini) ortaya koyan Ve ona bağlı ve müntesip olduğunu söyleyen bir kimsenin ayıplanacak hiçbir taraf yoktur. Aksine böyle bir tavrı ondan itifakla kabul etmek gerekir. Çünkü selefin mezhebi haktan başkası değildir ki! Eğer bu tavrı ortaya koyan kişi zâhiren ve bâtınen selefin mezhebine muvâfik ise, O kişi zâhiren ve bâtinen hak üzere olan bir mü'min durumundadır. Yok eğer sadece zâhirde selefin mezhebine muvâfık, bâtınen muvâfık değilse o kişi de münâfık durumundadır. Açığa vurduğu kabul edilir (zâhirine göre hareket edilir), gizledikleri (içinde olanlar) Allah'a havale edilir. Çünkü biz insanların kalplerini yarıp içine bakmakla ve karınlarını deşmekle emrolunmadik."'
"Yavuz'un başka çaresi yoktu" diyen "resmi tarihçiler" Yavuz'un asıl hedef olarak İran'ı da fethederek hem Kızılbaş inancını ortadan kaldırmayı, hem de İslam dünyasında Sünni hakimiyetini kurmak istediğini göz ardı ediyorlar. Gözardı edilen diğer önemli konu da yukarıda da uzunca anlattığımız gibi "ekonomik gücün" ele geçirilmesidir. Ekonomik gücün ele geçirilmesi, Baharat Yolu'nun, İpek Yolu'nun, Yemen-Şam ve Tebriz-Şam ticaret yollarının ve Suriye'deki altının kontrolünden geçmektedir. Bir Kızılbaş devletine dönüşen Şah İsmail'in Safevi Devleti bu yolların tümünü kontrol eder hale gelmektedir. Buraların ele gecirilmesi için Safevilerin yenilmesi gerekir. Bu kolay değildir. Çünkü "düşman devlet" bir yanıyla "İslam" diğer yanıyla da "Türk" tür. Yapılması gereken ilk hamle öncelikle Kızılbaşların "İslam"dan nasıl saptıklarını anlatmak, Kızılbaşları sapık olarak ilan etmek olmalıdır. Yavuz Selim aynen böyle yapıyor. Sünni ulema müthiş bir Şii, Kızılbaş düşmanlığına başlıyor. Şiiliğin ve Kızılbaşlığın "Ehl-i Sünnet mezhebi tarafından reddedildiğini" yayıyor. Fetvalar yayınlattırıyor. Resmi tarihçiler bunu görmek istemedikleri gibi, onun bu politikayı ve Kızılbaş düşmanlığını daha Trabzon'da vali iken geliştirdiğini de görmezden geliyorlar.
Yavuz'un başka çaresi yoktu diyen resmi tarihçiler Yavuz'un asıl hedef olarak İran'ı da fethederek hem Kızılbaş inancını ortadan kaldırmayı, hem de İslam dünyasında Sünni hakimiyetini kurmak istediğini göz ardı ediyorlar. Gözardı edilen diğer önemli konu da yukarıda da uzunca anlattığımız gibi ekonomik gücün ele geçirilmesidir. Ekonomik gücün ele geçirilmesi, Baharat Yolu'nun, İpek Yolu'nun, Yemen - Şam ve Tebriz - Şam ticaret yollarının ve Suriye'deki altının kontrolünden geçmektedir. Bir Kızılbaş devletine dönüşen Şah İsmail'in Safevi Devleti bu yolların tümünü kontrol eder hale gelmektedir. Buraların ele gecirilmesi için Safevilerin yenilmesi gerekir. Bu kolay değildir. Çünkü düşman devlet bir yanıyla İslam diğer yanıyla da Türktür. Yapılması gereken ilk hamle öncelikle Kızılbaşların İslamdan nasıl saptıklarını anlatmak, Kızılbaşları sapık olarak ilan etmek olmalıdır. Yavuz Selim aynen böyle yapıyor. Sünni ulema müthiş bir Şii, Kızılbaş düşmanlığına başlıyor. Şiiliğin ve Kızılbaşlığın Ehl-i Sünnet mezhebi tarafından reddedildiğini yayıyor. Fetvalar yayınlattırıyor. Resmi tarihçiler bunu görmek istemedikleri gibi, onun bu politikayı ve Kızılbaş düşmanlığını daha Trabzon'da vali iken geliştirdiğini de görmezden geliyorlar.
Birgivi Mehmed Efendi, halk tarafından büyük beğeni ile okunan Vasiyetname adlı eserinde mezhep başlığı altında önce; "Erkek kadın her mü'mine lazımdır ki, itikatta ve amelde mezhebini bile" diyerek bir Müslümanın mezhebini bilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Birgivi daha sonra: "Ebû Hanife mezhebi haktır, gayri (Şafii, Mâliki, Hanbeli) batıldır demeye, belki diye: Ebû Hanife mezhebi haktır, hata ihtimali vardır, gayri mezhepler, hatadır hak olma ihtimali vardır" diyerek, Hanefiliğin dışındaki diğer üç mezhebin batıla nispet edilmesini doğru bulmamıştır. Hanefi mezhebinin ilk teşekkül eden mezhep olması itibariyle daha faziletli olduğunu ifade eden Birgivi, dört mezhebin ameli bazı hususlarda ihtilaf etmesinde dinen bir sakıncanın bulunmadığını ve bunun ümmet için rahmet olduğuna işaret etmiştir. Anadolu'da yaygın olan mezhebin Hanefilik olduğuna dikkat çeken Birgivi, dört mezhebin de itikatta Ehl-i sünnet ve cemâat olması sebebiyle her birine tabi olmanın câiz olduğunu ifade etmiş ancak, kendisinin Hanefi mezhebinin sevabının daha çok olduğuna inandığını belirtmiştir
Sayfa 341 - ensarKitabı okudu
Reklam
154 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.