Bugün şunu biliyoruz:Bir fert öyle bir hale konulabilir ki, bilinçli kişiliğini kaybederek,bu kişilik özelliğini kaybettiren operatörün bütün telkinlerine itaat ve kendisinin bütün karakter ve alışkanlıklarına zıt davranışlar yerine getirir. Dikkatli gözlemlerle sabittir; bir süre boyunca faal bir kitle içinde bulunan kimse bu kitleden yayılan telkinlerin ve enerjinin etkisiyle yahut henüz bilinmeyen başka sebeplerle cok geçmeden,kendisini uyutan kimsenin elleri arasında uyuyan şahsın düştüğü gibi büyülenmiş bir hale düşer. Uyutulan kimsede bilinçli faaliyet felce uğradığından, uyutucunun kendi arzusuna göre idare ettiği bütün bilinçaltı faaliyetlerinin esiri olur. Artık bu adamda bilinçli kişilik kaybolmuştur,irade yeteneği kalmamıstır. Hisleri, fikirleri o zaman uyutucunun belirleyeceği istikamete yönelir.
Hayatlarımız sağlam bir temele dayanıyormuş gibi yapıyoruz ve bizi asla terk etmeyen huzursuzluğun, kaygının, karmaşanın üzerimizdeki gölgesini görmezlikten geliyoruz.
Mutlu olduğumuz düşüncesine sımsıkı bağlıyız; çocuklarımıza bizden önceki nesillerden daha ileri olduğumuzu ve gerçekleşmemiş hiçbir düş, ulaşılmayacak hiçbir şey olmayacağını öğretiyoruz. Ortaya çıkan manzara, hiç durmadan beynimize kazınan bu düşünceyi destekliyor.
Bir "mümin" olsun ya da olmasın dindar bir insan için hayat bir sorundur; doğmuş olmak gerçeği insanın yanıtlaması gereken bir soruyu da beraberinde getirir.
Başka bir insanın hakikati, onun sana açıklığı şeyde değil, açıklayamadığı şeydedir.
Bu yüzden, onu anlamak istersen, söylediğine değil, söylemediğine kulak ver.