Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İnsancıl, gerçekten demokratik ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir kapitalizm kurma umudunun gerçekçi olmadığı giderek berraklaşıyor. Ama öyle bir kapitalizm seçeneği olmasa da, gerçek alternatif seçenek olarak sosyalizm var.
Hem tarım kapitalizmi tarihi hem de sonrasında olanlar, piyasa zorunları ekonominin işleyişini ve toplumun idame şartlarını düzenlediğinde, sömürüden kurtuluş olmadığını açıkça gösteriyor. Başka bir ifadeyle "piyasa sosyalizmi" şöyle dursun, gerçekten "sosyal" ya da demokratik bir piyasa diye bir şey de olamaz.
Reklam
Aydınlanma projesi büyük ölçüde kapitalizm öncesi değil, apaçık kapitalist olmayan bir topluma aittir. Başka bir deyişle, Aydınlanma'nın birçok özelliğinin kökü kapitalist olmayan toplumsal mülkiyet ilişkilerindedir. Bu özellikler kapitalizme giden yolda geçici bir aşama teşkil eden bir toplumsal formasyona ait değildir, aksine feodalizmden çıkan almaşık bir toplumsal formasyona hastır. Özellikle Fransız Aydınlanması, Fransa'daki mutlakiyetçi devlete özgüdür.
Kapitalizm ilk olarak tek bir ülkede ortaya çıktı. Ondan sonra bir daha aynı şekilde ortaya çıkamazdı. Kapitalizmin hareket yasasının yayılmasının her aşamasında sonraki geliş­me koşulları değişti; her yerel ortam değişme sürecini etkiledi. Ancak kapitalizm önce tek bir ulus devlette ortaya çıktı; ardından başka uluslar da ekonomik gelişmelerini düzenledi; ancak kapitalizm böyle yayılırken ulusal sınırları ortadan kaldırmadı, bilakis ulusal kapitalist düzenleri idame ederek ulusal ekonomileri ve ulus devletleri çoğalttı. Birbiriyle bağlantılı da olsa ayrı ulusal formasyonların eşitsiz gelişmesi kaçınılmazdı, bunların rekabet zorunlarına maruz kalmasıyla ulusal formasyonların devamlılığı fiilen garantilendi.
Sayfa 198Kitabı okudu
Kapitalizm öncesi toplumlarda (ister toplumun maddi gereksinimlerini karşılamak için ister sömürgenlerin zenginliğini artırmak için olsun) artık gaspı, mutlak diyeceğimiz bir biçimde oluyordu: İşgücünün verimini artırmaktan ziyade doğrudan üreticiden gasp edilen artığı artırarak oluyordu. Yani genelde kapitalizm öncesi sömürü "ekonomi dışı" yollardan gerçekleşiyordu; askeri, siyasi ve adli güç kullanılarak tipik olarak elinde üretim araçları olan doğrudan üreticilerin artığına zorla el konuyordu. Bu nedenle de, sınıflar arasındaki iktisadi sömürü ilişkileri yönetici ile tebaa arasındaki siyasi ilişki gibi "ekonomi dışı" ilişkilerden ayırt edilemiyordu.
Sayfa 168Kitabı okudu
Kapitalizmin doğuşu teknik ilerlemelerin sonucu olarak veya "Batı Avrupa'nın iktisadi ilerleme eğilimi" ile veya başka bir tarih ötesi mekanizma ile açıklanamaz. Toplumsal mülkiyet ilişkilerinde somut bir dönüşüm üretim güçlerinde tarihte benzeri görülmedik bir "ilerlemeyi" tetikledi; bu dönüşümü doğal bir olay varsayıp ge­çiştiremeyiz. Kapitalizmi anlamada bu çok önemli; kapitalizmi ortadan kaldırıp başka bir toplumsal formasyona geçmenin ko­şullarını anlamak için de önemli. Birikim yapmaya, kar maksimizasyonuna ve işgücünün verimini artırmaya zorlamaların, yani kapitalist zorunların tüm gücünü ve bunların sistemdeki temellerini anlamalıyız ki işleyişini kavrayalım.
Reklam
Islah kelimesi üzerinde bir an durmaya değer, zira İngiliz tarımını ve kapitalizmin gelişmesini anlamaya yarar. "Improve" sözcüğünün asıl anlamı genel olarak "daha iyi hale getirmekten" ibaret değildi; parasal kar için bir şey yapmak, özellikle kar için toprağı ekmek anlamına geliyordu. (Eski Fransızcada "içine" anlamında en, "kar" anlamında pro ve bunun çekimli şekli preu öğelerinden türemişti.) On yedinci yüzyıla gelindi­ğinde, "improver" sözcüğü kesin biçimde, birisinin toprağı özellikle çitleyip ya da boş araziyi kapatıp verimli ve karlı kılması anlamına geliyordu. O dönemde tarımsal ıslah uygulaması yayılmıştı; tarım kapitalizminin altın çağı olan on sekizinci yüzyılda "ıslah" işi söylemde ve eylemde tam yerine oturdu.
Ama kuşkusuz, İngiliz köylüsü diğer Avrupalı köylülere kıyasla ender, soyu tükenmekte bir tipti; piyasa zorunları İngiltere kırsalında büyük toprak sahipleri ile giderek çoğalan mülksüz kitlelerin kutuplaşmasını hızlandırdı. Bunun sonucunda toprak sahibi, kapitalist kiracı ve ücretli işçi üçlü­ sü oluştu; ücretli işgücünün artışıyla işçi üretkenliğini artırma baskısı da arttı. Bu süreç, tarım dışı büyük bir nüfusu beslemeye muktedir çok üretken bir tarım meydana getirdi. Süreç aynı zamanda artan bir mülksüz kitle yarattı, mülksüz kitle büyük bir ücretli işgücü ve ucuz tüketim mallarına (tarihte benzeri görülmedik) bir iç piyasa oluşturdu. İngiliz sanayi kapitalizminin ortaya çıktığı zemin budur.
Örneğin Kuzey İtalya'da Floransa gibi ticari şehir devletleri ortamında serpilen İtalyan Rönesansı kapitalist zorunların baskısı altında olsaydı, bildiğimiz ihtişamına ulaşamazdı. Ama bu başka bir konu. Burada önemli olan, o iktisadi zorunlar olmayınca iktisadi gelişmenin ister istemez farklı olduğudur.
Son kez söylüyorum: Unutmayın ki imparatorluklar diktikleri çarmıhlarda ancak adaleti sağlayabilirler. Ahlak ve erdem çöktüğünde devleti yönetemezsiniz.
Reklam
Başkaldıranlara ve direnenlere doğrudan kulak verebilseydik çok daha fazla şey öğrenebilirdik.
Sayfa 38
Zurnanın Zırt Dediği Yer
“Ara katmanlar”ın çıkarlarını işçi sınıfının çıkarlarıyla özdeşleştirmek, işçi sınıfı çıkarlarını daha geri, daha az “devrimci unsurlarla uzlaştırarak çarpıtmak demektir. Poulantzas’ın savunduğuna göre, işçi sınıfının hegemonyasına ve devrimci çıkarlarına dayanan bir strateji, bu geri unsurların işçi sınıfı saflarından dışlanmasını gerektirir.
Poulantzas, bu “yeni ücretli gruplar” sorununa yönelik iki genel yaklaşıma saldırarak işe başlıyor ve bunun için, bu yaklaşımların her birisine ait bazı apayrı savları aynı başlık altında topluyor. Birinci yaklaşım, bu grupları ya proletarya ya da burjuvazinin veya her ikisinin içinde eriten yaklaşımdır. İkinci “genel “eğilim”, Poulantzas’ın “orta sınıf kuramı” dediği eğilimdir; siyasal amaçlı bu kurama göre, hem burjuvazi hem de proletarya, ağırlığı giderek artan orta kesimin “yahni”si içinde, “sınıf mücadelesinin eriyip dağıldığı bölge”de, karışıp kaynaşmaktadır.26 Bu kuramların çoğunun amacı, sınıf ve sınıf mücadelesi kavramlarını tamamen sulandırıp ortadan kaldırmaktır.
Poulantzas’ın sınıf kuramındaki en önemli öğe, onun “yeni küçük burjuvazi” konusundaki irdelemesidir. Poulantzas’ın belirttiği gibi, küçük burjuvazi sorunu, sınıfsal yapıya ilişkin “güncel tartışmaların odak noktasında” yer alır ve kritik bir stratejik önem taşır.24 Yalnızca “geleneksel” küçük burjuva tüccarların, esnafın ve zanaatkârların sınıfsal durumu değil, öncelikle “yeni orta sınıflar” ya da “ara katmanlar”, ücretli ticaret ve banka çalışanları, büro ve hizmet işçileri, belli meslek grupları –yani, “beyaz yakalı” ya da “üçüncü sektörden” işçiler– de oldukça yoğun tartışmalara konu olmuştur. İşçi sınıfıyla kurulacak halk ittifakının temel yapıtaşları, işçi sınıfıyla birlikte “halk”ı ya da “halk kitleleri”ni oluşturan unsurlar, bu iki “küçük burjuvazi”dir. Bu “küçük burjuvaziler”i çağdaş kapitalizmin sınıfsal yapısında doğru yere oturtmak, Avrokomünist stratejistlerin ve kuramcıların başlıca uğraşılarından birisi olmuştur. Poulantzas, “halk ittifakını doğru bir temel üzerine kurmak açısından...” kuramsal tartışmanın stratejik önem taşıdığını, bu grupların sınıfsal konumunu doğru saptamak gerektiğini vurguluyor.
“Sermaye ile emek arasındaki karşıtlığı belirleyici konumundan uzaklaştıran bir strateji, sınıfla ve sınıf mücadelesiyle uzlaştırılacaksa, sınıfın yeniden tanımlanması gerekecektir; bu yeni tanımda, sömürü ilişkileri, sınıfın belirlenmesi bakımından “egemen” unsur olmaktan çıkacaktır. Poulantzas, bu yeniden formülasyonu yapıyor; süreç içinde de yaptığı tanımla işçi sınıfını öyle küçük boyutlara indiriyor ki, “halk ittifakları”na dayanmayan herhangi bir strateji düpedüz mantıksız gibi görünüyor.
111 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.