Deha sebep-sonuç ilişkisine dayalı düşünceyi inceler ve her şeyin ta menşeinde, bir küreden çıkan ışınların, düşmeden önce sonsuz çapa ayrıldığını görür.
Bireyin -kendisi olmaksızın- gördüğü her şey, ruh haliyle örtüşür, böylece her şey onun için anlaşılabilirdir; zira onun ileriye dönük düşüncesi, onu o gerçeğin ya da silsilenin ait olduğu hakikate götürür.
Hayatımız, kanatlı hakikatlerin ve olayların sonsuz uçuşundan başka nedir ki? Bu değişimler müthiş bir çeşitlilikle gelir, hepsi insan ruhuna sorular sunarlar. Bu hakikatlere ve zamana dair sorulara üstün bir akılla yanıt veremeyen insanlar, onlara hizmet ederler. Gerçekler onlara sorumluluklar yükler, onları ezer, insanı gerçek bir insan yapan her ışık belirtisini söndüren hakikatlere tam anlamıyla itaat eden kalıp ve sağduyu insanları yaratır. Ancak insan içgüdülerine, duygularına sadık kalır, sanki üstün bir ırka aitmiş gibi görünen hakikatlerin hakimiyetini reddederler, ruhuna sımsıkı yapışır ve özü görürse, o zaman hakikatler yerine oturur, yerleşir, efendilerinin kim olduğunu bilir ve en zalimi dahi efendisini yüceltir.