Bu kitapla ilk tanıştığımda 12 yaşımdaydım. Kütüphane raflarını karıştırırken gözüme ilişti ve duygusal bir bağ kuracağımı anlamışcasına elime alıp yalnızca kapağına bile hayranlıkla baktım. Lösemi hastası bir kızın güncesi olduğunu öğrendiğimde ise okumamın pek de kolay olmayacağını anlamıştım. Beni en çok üzen şey ise artık hayatta olmayan birinin öyküsüne ortak olacağımdı. Kitabı okurken yer yer gülümsedim, hayatın rutinlerinden yer yer sıkıldım ama en çok da ağladım. Bu kadar çok etkilenmemin sebebi belki de lösemi nedeniyle bir yakınımı kaybedişim ve birkaç tanıdığımın da lösemiyle savaşmış olmasıdır. Ama yakınımda hasta olan birileri olmasa da ben yine çok hüzünlenirdim, biliyorum. Çünkü ben her ne kadar yakından tanımasam da birçok insan Burçak ÇEREZCİOĞLU ile aynı kaderi paylaşıyor. 'Ne kadar zor bir hastalık olduğunu biliyoruz.' diyebilirsiniz. Ben de bildiğimi sanıyordum. Hastalığın özellikle son günlerinde insan nasıl acı çekermiş bir hastanın kaleminden okumak insanı derin bir üzüntüye en çok da artık bir şey yapamayacak olmanın çaresizliğine sürüklüyor. Yani sevgili okur arkadaşlarım, gerçekten insan olanlar için bu kitabı okumak biraz cesaret istiyor.