"Sesi güzel miydi? Hâlâ bu hususta mütereddidim. Bildiğim bir şey varsa o da bu sesin içimde bir İsrafil sûru gibi, her zerreme hitap ederek, her adımda üst üste yığılmış binlerce uykuyu dağıtarak, en derinlere kadar muzaffer ve mesut yürümesi, bulutlar arasında onları dağıta dağıta ilerleyen bir güneş gibi yol almasıydı. Onu dinlerken, yani bütün gece, derinden gelen bir su çağıltısına koşan susamış geyikler gibi, bu sesin pınarına, içimden bir şeyin koşup atıldığını, onunla birleştiğini hissetmiştim. Bir rüyada gibi, o içimde ilerledikçe bir yığın hayal ve hatıra kendiliğinden canlanmış, bende acayip dünyalar kurulmuştu. Halbuki şimdi, yatakta, baştan aşağıya uykuya dalmış bu yabancı evin sessizliği içinde, açık pencereden garip ve esrarlı bir visal daveti ile yatağımın başına kadar uzanan gül kokuları arasında bu ses, bana büsbütün başka bir şey gibi geliyordu. Bütün gece onu dinlerken ve onun yanında iken, geniş hayatın her zerremi ayrı ayrı davet ettigini hissetmiştim. Âdeta, bilmediğim bir macera ve hareket kervanına katılmak için sabahı sabırsızlıkla bekliyordum. Halbuki şimdi, ondan ayrılınca, sadece onu özlüyordum; içimde yalnız onunla tamamlanacak bir yarımlık, bir hasret vardı ve sesinin hafızamda kendi kendine dirilen parçaları, mucizeli ve hain bir ısrarla bana hep bu yalnızlığımı, tıpkı bir nevi "bezm-i elest" gibi uzun ve özlü bir beraberlikten sonra yaşanan, tahammül edilmez bir ayrılığın azabına benzer bir kesiflikle, bu yarımlığı hatırlatıyor, onu tekrarlıyordu."
Evin Sahibi
Yıldızlı Gece “Bu beni dehşetli bir ihtiyaçtan alıkoymuyor – hadi söyleyeyim –dinden dinden. Sonra gece dışarı çıkıp yıldızları resmediyorum” Van Gogh'un kardeşine bir mektubundan Şehir yerinde değil, sıcak gökyüzünde boğulan bir kadın gibi yükselip kayan karaşın bir ağaç dışında Şehir sessiz, kaynıyor gece onbir yıldızla Ah! yıldızlı
Reklam
Şimdi, daha bu gece görülmüş gibi, on beş saniye evvel görülmüş ruhani bir kıymetli rüya gibi saadetleri unutulamayan ve zaten velveleli ve hüsran dolu bir rüya olan bu fani ömür içinde yalnız kabus olmayan çocukluk ve hatıraları… Şimdi düşünüyorum ki, hayatta bu ıstıraplı ve şefkatsiz mazilerin yitip gitmesinden doğan ne garip bir hiçlik; yok olmaya can atan ve hayal dolu ne tuhaf bir beyhudelik, ne belirsiz, ne esrarlı bir sürat var!
Ne yazık ki kısa bir süre sonra kendisi de kumara alışarak aynı duruma düşecek ve etkilendiği esrarlı bacaları Kaldırımlar’a taşıyacaktır: Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık, Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. Kendi kendine acımak için kumar oynamaya devam ettiğini söyleyen Necip Fazıl, 1924-25 yılları boyunca öğrenimini sürdürmesi gereken Sorbon Üniversitesi’ne nendeyse hiç uğramamıştır. Bir gün Berlin’den gelen öğrenci müfettişi, tahsisatının kesildiğini bildirerek son aylığını ve dönüş parasını kendisine verir. Bu yüklü tutarı tek elde kaybeder o gece. Otele dönüşünü anlatışında da Kaldırımlar'ın ilk imajları vardır: "Pırıl pırıl cadde, Paris kaynıyor... O , Genç Şair, şehrin kapkara çatıları, esrarlı bacaları ve her ân göz kırpan ışıkları ortasında, kaybolmuş bir çocuk gibi kimsesiz ve on parasız... Ve ‘Işık Beldesi' diye anılan Paris'te, hiçbir yerden hiçbir ümit kıvılcımı göstermez bir karanlıkta... Gözleri kaldırımlarda, ‘Kaldırımlar’ şiirini içinde biriktire biriktire saatlerce, yayan, oteline gitti.
792 öğeden 781 ile 790 arasındakiler gösteriliyor.