Acı çekmenin insan varoluşundaki yerini anlıyorum ama o acı çekmeyi, yaşamı feda etmeyi gerektirecek kadar dayanılmaz bir şey olarak tecrübe etmiyorum hiçbir zaman. Ben Nietzschevari bir yaşamı kutlama, yaşama dâhil olma perspektifini, amor fati (kaderini sev) perspektifini tercih ediyorum daha çok.
(…) psikolojik sıkıntının "sadece biyolojik genetik altyapımızdan (psikofarmakolojik model), sadece bastırılmış içgüdüsel arayışlarımızdan (Freudyen bir görüş), sadece o ilgisiz, sevgisiz, nevrotik olabilecek içselleştirilmiş önemli yetişkinlerimizden (nesne ilişkilerine dayanan bir görüş), sadece bozuk düşünme biçimlerinden (bilişsel-davranışçı bir görüş), sadece unutulmuş travmatik anıların parçalarından ya da kişinin kariyerini ve partneriyle ilişkisini içeren güncel yaşam krizlerinden değil, aynı zamanda varoluşumuzla bir yüzleşmeden kaynaklandığını" kabul eder.
Kişisel kimliğimiz, kim olduğumuza dair fikrimiz, hatta başkalarının bizi nasıl tanıdığı, eninde sonunda yok olup gidecektir ama buna rağmen geride, başka bir insana geçecek ve hayal ya da tahmin edemeyeceğimiz şekillerde insandan insana taşınacak bir şey bırakabiliriz. Dalgalanma kavramı böylece kendimizi geleceğe yansıtmaya duyduğumuz o yürek burkan özlemi bir ölçüde tatmin eder. Eninde sonunda hatırlanmayacağız ama "belki biz bilmesek veya algılamasak da her birimizden bir şeyler kalacaktır."
Kendi bilgimiz olmadan bile kendimizden bir şeyler bırakabileceğimiz fikri, kişinin sonluluğu ve geçiciliğinin kaçınılmaz olarak anlamsızlığı getirdiğini iddia edenlere ikna edici bir cevap sunuyor.
Ölümle yüzleşmenin hayattan bütün amaç duygusunu çekip alan bir çaresizlikle sonuçlanması gerekmez. Aksine daha dolu bir hayata açılan bir uyanış deneyimi olabilir bu yüzleşme. Yaşamın fizikselliği bizi yok etse de ölüm fikri bizi kurtarır.
Hem hasta hem terapist için yol acılarla doludur çünkü ikisi de zaman zaman ölümlülüğün dayanıl- maz gerçekleriyle yüzleşmek zorundadır. Kurtuluş, terapistin hastayla acının merkezinde buluşmaya, güneşe onunla birlikte bakmaya cesaret ettiği temasta, yoğun insan temasındadır.
işkoliklik ya da ilerleme, geleceğe hazırlanma, maddi şeyler biriktirme, daha büyük, daha güçlü , daha saygın olma takıntısı da bilinçdışı bir şekilde ölümsüzlüğü garantilemeye çalışmanın kompülsif yolları olabilir.
Her anı ölümün büsbütün farkında olarak yaşamak kolay değildir. Güneşe doğrudan bakmaya benzer bu; ancak bir yere kadar dayanabilirsiniz buna. Korkudan donakalmış halde yaşayamayacağımız için ölümün dehşetini yumuşatacak yöntemler üretiriz. Kendimizi çocuklarımız yoluyla geleceğe yansıtarak, zengin ve ünlü olmaya çalışarak, kompülsif davranışlar geliştirerek ya da nihai bir kurtarıcıya yıkılmaz bir inanç besleyerek yatıştırırız onu.
Varoluşsal yalnızlığımız bağlamında anlam bulmaya ve seçme özgürlüğümüz içerisinde yaptığımız seçimlerin sorumluluğunu almaya çalışırız fakat bir gün artık var olmayacağımız kesin bir bilgidir. Ve hayatlarımızı hep gölgede bekleyen o farkındalıkla birlikte yaşarız.
(…) zaten en büyük sıkıntı... düşlediğin, düşlediğini sandığın, hayalin sandığın şeylerin bile... ne olduğunu bilmemek - doğru dürüst hatırlamamak... Hatırladığın yerde başka yerde olmak - bir yerinden yakalandığında başka yerde olmak...