"idam makûmunun biri ölümünden bir saat önce, yüksek bir dağın tepesinde, ancak iki ayağının sığabileceği kadar daracık bir yerde yaşaması gerekse, çevresindeyse uçurumlar, okyanuslar, sonsuz karanlıklar, fırtınalar ve sonsuz bir yalnızlık olsa, yine de o bir avuç yerde ömrü boyunca, binlerce yıl, sonsuza dek yaşamanın, o anda ölmeye yeğleneceğini söylemiş. yeter ki yaşasın! yalnızca yaşasın! aman Tanrım, bu nasıl gerçek böyle! bu nasıl gerçek! insan ne alçak yaratıkmış!" Raskolnikov bir dakika kadar durup düşündü, sonra "bunun için insana alçak diyen de alçaktır!" diye ekledi.
bu filmi izlerken, Suç ve Ceza'yı okurken hissettiğim bir duyguyu hissettim ana karakter sayesinde. bu duygu; düşüncesi ve inancı uğruna başka bir insanı (ya da insanları veya eşyayı) öldürmeyi kendine hak görmek. aslında Sinan yazara o soruyu sorarken kendisine bir nevi fetva almaya çalışıyor olabilirdi yani en azından öyle görünüyor bir noktaya kadar. ama bana soracak olursanız asıl vurucu nokta filmin sonu için düşünülen 2 ihtimal.. esasında 2 şekilde de film doğru bitmiş oluyordu ancak bildiği doğrudan başka doğru olduğuna ihtimal vermeyen ve kafasını o doğrudan başka bir tarafa döndürmemek üzerine yemin etmiş Sinan aslında perspektifi ve hayat anlayışı daha geniş bir zemine yayılmış birisi de olabilirdi. sorular cevaplar... ve sonunda tercihler.. sonsuz teşekkürler Nuri Bilge Ceylan
çok abartıyorsunuz her şeyi. sevgi, bu kadar duygu vıcık vıcık nerenizden çıkıp geliyor anlayabilmiş değilim. ben mesela sevmiyor muyum insanları. sevemiyorum. hayvanlara, doğaya bir şey dediğim yok. ama insanlara tahammülüm yok hiç.
aslında o kadar önemli biri olmadığımız ortaya çıktığında neden üzülüyoruz ki? bunu temel bir aydınlama hali olarak ele alabilsek daha iyi olmaz mı? İnanmak dediğimiz şey sonuçta insanın içinde başlattığı bir eylemdir. ve güzelliğe, aşka inanmak kadar ayrılığa da inanmak, hazır olmak gerekir. yani her güzelliğin sonunda bir kopuş, ayrılık pusuda bekler. madem öyle, başımıza gelen bu gibi tatsızlıklara bizi kendi bilinmeyenlerimizle yüzleştiren hayırlı felaketler gözüyle bakmamız gerekmez mi?
üç kez tekrarladım şu kelimeleri yüksek sesle, çocukken yaptığım gibi. üç kez. yanlış bir iş yaptığım zaman babamın bana kızacağını düşündüğüm günlerde korkumu silmek için söylediğin o sihirli sözleri tekrarlardım:
"hiçbir şey yok! hiçbir şey yok. hiçbir şey yok..."
Spinoza kalabalıkların durumuna, insanlık haline pek güvenen birisi değil, biliyor insanların genel olarak kötü olduğunu. ama bu bir aşağılama meselesi değildir, onlara gülme meselesi de değildir. bir tür özgürleşme süreci önerme meselesidir.