Kitabın ismi Yeni Zelanda'nın yerli dilinde adı Aotearoa'dır. Kitapta olaylar da Yeni Zelandalı olan Viki'nin Çanakkale Savaşı'na katılmış ama ölümüne dair net bir bilgiye ulaşılamamış büyük dedesini hem anmak hem de tarihi araştırmak üzere Gelibolu'ya gelmesiyle başlıyor.
Çanakkale Savaşına katılmış, farklı cephelerde savaşmış Anzaklar ve Türk askerleri hikâyesi denilebilir. Bir taraf vatanını savunurken diğer taraf işgalci konumundadır. Bu askerlerden Osmanlı teğmeni Ali Osman Bey ile Anzak Er Alistair John Taylor'ın ailelerine yazdıkları mektuplarla savaş yıllarına, geçmişe gidiyoruz. Beyaz Hala ve Viki'yle ise günümüze dönüyoruz. Buket Uzuner'in anlatımı çok güzeldi. Okuduğum ilk kitabıydı ve ben kalemini çok sevdim. Tarihi ögeleri barındıran güzel bir roman olmuş. Çanakkale Savaşı'na gereken önemi vermediğimiz için yer yer bizi eleştirmiş ve de sitem etmiş. Haklı da buluyorum.
Büyükhanım'ın tanıyamadığı farklı milletlerden, coğrafyalardan, zamanlardan milyonlarca insan hepsi de acı içinde oradan oraya sürükleniyordu. Bir tek veya milyon, fark etmezdi. Çünkü birinin ölümü her birinin ölümü gibiydi. Çünkü her insan bir evrendi ve her ölüm evrenin sönüşü demekti. Bu yüzden bir tek masumun dahi öldüğü yerde hiçbir haklı gerekçeden söz edilmezdi. Savaş insanı canavarlaştırıyordu ve insanın insana ettiğini kimse kimseye etmiyordu.
Niye ki bunca acı? Dünya imtihan yeriydi belli, bu da bir sınav, amenna. Bu kadar sert sınanmak için ortada çok büyük bir aşkın olması gerekti; Allah'ın kuluna aşkı. Ne kadar çok sevildiğini mi bilmek istiyordu? Ve ki bunca sert bir sınavı da ancak kulun Allah'a duyduğu aşk katlanılır kılabilirdi. Dünya cennet değildi evet; olsaydı, cennetin ne anlamı kalırdı?
📖 Çift ve tek üstüne ant içerim,
Kılıç ve haklı savaş üstüne ant içerim,
Sabah yeli üstüne ant içerim,
Akşam namazı üstüne ant içerim:
Hayır, seni terk etmedim ben.
Ya kimdi başını okşayarak
O korunaklı yere götürdüğüm,
Başkalarına söylediklerini, genellikle kendisinin yapmadığı doğrudur. Özel yaşamında kadınları hiçbir zaman kendisiyle eşit olarak görmemişti. Belki de yabancı ülkelere yolculuk yapmamasının nedeni, kendi halkını yönlendirdiği dünyada rahat edemeyeceğiydi. Akılcılığı ve “pozitif bilimlere” bağlılığı, onu gerçekdışı tarih ve dil kuramları yaratmaktan geri koymadı. Kuramsal olarak demokrattı, ama kendi kültünü yarattı ve her zaman haklı olduğuna içtenlikle inandı. Mantığa saygı duyarken, mantıkdışı alışkanlıklarını sürdürmekten vazgeçmedi. Her şeye karşın, hümanist ve evrensel bir dünya görüşü vardı. Yarattığı gençlik kültü -o zamanlar yaygın bir görüngü- cehaletle savaşırken, İtalya, Almanya ve Sovyet Rusya’dan farklı olarak, milli, ırkçı ya da sınıfsal düşmanlıklara yönelmedi. “Övün, çalış, güven” sloganı (kendi kendini yetiştirme ilkesini savunan İskoç yazar) Samuel Smiles’in felsefesini Türkiye’ye taşıdı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra özel girişimciliğin üzerindeki kısıtlamalar gevşetilince, Atatürk’ün teşvik ettiği kendine güven ruhu, geri kalmış bir ülkenin, dünyanın on yedinci en büyük ekonomisine dönüşmesine yardımcı oldu.
esir şehir üçlemesi'nin üçüncü ve son kitabı olup, ilk kitaptan beri aklımda kalan soru işaretini cevaplandıran roman.
-spoiler-
kurgu başarılı, samimi ve gerçekçiyken kamil bey'in kuvayi milliyeci olma hızı içimde hep bir boşluk oluşturdu. düşünce altyapısı henüz yeterli değildi. evet esir bir şehirde olmaktan rahatsızlık duyuyor ama
Efendimiz buyururlar ki: "Dostunu severken ölçülü sev, zira günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da ölçü- lü bir şekilde buğzet, zira günün birinde dostun olabilir."
Efendimiz'in bu hadisindeki mesaj çok açık ve nettir. Bu hadisi ile Efendimiz: "Sevginizde aşırı gitmeyin, ölçüyü kaçırmayın, düşmanlığınızda da aşırıya gitmeyin, adaletsizlik yapmayın." uyarılarında bulunuyor.
Efendimiz'in (sas) bu kutlu sözü birkaç farklı açıdan ele alınabilir ama bizim asıl konumuz sevgi olduğu için biz meseleye bu çerçeveden bakacağız. Böyle baktığımızda bu hadisin bize vermek isteği mesaj şu olur: "İnsanlara karşı sevgin ölçülmeyecek kadar çok olsun. Ancak sevginin ekseninde adalet olsun. Eğer eksene adaleti koymadan seversen o sevgini zulme dönüştürebilirsin. Aynen düşmanlık yaptığın in- sanlara karşı da nefretinin ekseninde adalet olsun. Eğer onda da adalet olmazsa haklı olsan bile zulme kapı açabilirsin."
Hayat anlamlandıramıyorum bazen... Fizikte etki - tepki yasası diyorlar buna, hiçbir olay bir etki olmadan tepki de douğramazmış. Oysa benim içimde öylece duruyor bu his 'anlamsızlık'. Öyle karmaşık geliyor ki bazen hayat hem bir ipin üzerinde yürüyecek kadar zor hem de o ipin üzerinde yürümeyi en başından beri biliyormuş gibi kolay.
Şeytan Ayrıntıda Gizlidir, okuduğum ikinci Ahmet Ümit kitabı oldu. 18 polisiye öyküden oluşan bu kitap da oldukça sürükleyiciydi, çok vakit ayıramamama rağmen çabuk bitirdim. Farklı birçok öyküden oluştuğu için olaylar fazla uzatılmamış, çabuk bir şekilde sonuca varılmış. Çoğu öykü de tahmin edilebilir bir şekilde bitiyordu fikrimce. Agatha’nın Anahtarı kitabına kıyasla bu kitapta katilleri daha kolay buldum diyebilirim. Öykülerdeki bazı katilleri de haklı bulabileceğinizi de ekleyeyim. En sevdiğim öyküler ise; Eski Dostlar, Kirli Para ve Ölüler Yalan Söylemez oldu. Bu öykülerin diğer öykülere kıyasla karakterlerin işlenişi ve olay örgüsü açısından daha merak uyandırıcı ve sarsıcı olduğunu düşünüyorum. Genel olarak polisiye türünde güzel bir kitaptı.
Kitabı bitirdiğimde zihnimin içinde uzun bir sessizlik (ki bu çok nadiren gerçekleşir) olduğunu hatırlıyorum. Sanki bir konu hakkında söylenmesi gereken her şey söylenmiş de benim payıma salt takdir içeren bir sessizlik düşmüş gibi... Kitabın içinde geçen bir Kafka alıntısıyla anlatacak olursam; bu kitap, benim için "görkemin önünde ormanın