Biz insanlar çok defâ, koşa koşa gittiğimiz bir yolda, elimizden, kolumuzdan, boynumuzdan, haberimiz olmadan düşen kıymetli bir mücevheri aramak için geri dönen şaşkın yolcuya benzeriz.
Evet kaybımızı aramak endîşesi, sür'at ve sarhoşlukla geçtiğimiz dünya yolunda, bâzı bâzı hatırımıza gelen bir düşüncedir. Hâdiselerin, vesîlelerin, hayat îcaplarının vakit vakit kurcaladığı bu endîşe, nihâyet fikir kalemizin kapısını zorlamaya başladı mı, düşünmeye, sanki aklımız her müşkülün anahtarı imiş gibi, uzun uzun düşünmeye dalarız. Lâkin çok def'â genişliğin, hudutsuzluğun sırları içinde istediği mânâyı yakalamaya uğraşan bir fikir zorlaması, kendisini, tesâdüfen girdiği odada pencereden pencereye çarpan bir kuş gibi, boşuna oradan oraya vurup durur.
Zihnî gayretler, belki bir hadde kadar, gizli olan mânâyı kendi sınırına dâvet edebilir. Fakat hangi
akıl ve idrak, bir zevk ve şevkın istîlâsına uğramadan, kâh yanan, kâh sönen bu fikir kandiliyle, şu dünya karanlığında kaybını aramış da bulmuştur?
Ben bulamadım. Bulan varsa söylesin, gidip alnından öpeyim!