Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Beyza

Beyza
@forawhile
Biliyorsun asıl devrim daha önce gerçekleşiyor; sessizce, insanların içinde.
Reklam
Bu bana çok yabancıydı. Benim için aile bir gereklilik, bir zorunluluktu. Onlar içinse bir görevdi.
Aynı çatı altında yaşıyorlardı ama birbirlerinden o kadar uzaklardı ki, sanki yatak odalarının arasında görünmez ülke sınırları vardı.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Her erkeğin hayatından kadınlar geçer. Ve kadınların birbirlerine anahtar uzattıkları geçitlere benzeyen erkekler vardır. O da böyle biriydi.
Sevmek, mutluluğu tam anlamıyla tadıp sonra da mahvolmak demektir.
Reklam
Karşı tarafın güzel olması önemli değil, insan bir süre sonra güzelliğini görmüyor, muhteşem, heyecan verici, zeki, tecrübeli, meraklı, arzu uyandırıcı ve cömert olması da. O zaman ne mi önemli? Gerçek. Tıpkı edebiyatta ve insana dair bütün konularda olduğu gibi: Kendiliğindenlik, içtenlik…
Bunu kafamda çok basit bir şey olarak canlandırıyordum. Zıt yönlerimizin aşk potasında eriyeceğini düşünüyordum.
Ben, azizim, bir mucize umuyordum. Nasıl bir mucize mi? Aslında sadece, aşkın o sonsuz, insanüstü, gizemli gücüyle yalnızlığı ortadan kaldırmasını, iki insan arasındaki mesafeyi kısaltmasını ve toplumun, adın, servetin, geçmişin ve anıların aramıza ördüğü yapay duvarları yıkmasını. Hayatı tehlikedeyken etrafına bakınıp bir el, onunkini gizlice sıkarak hala şefkat ve merhamet diye bir şey olduğuna, hala bir yerlerde insanların yaşadığına inanmasını sağlayacak bir el arayan biri gibiydim.
İnsanların içine doğdukları uyuşuk, derin düzeni eşelemek iyi değildir. Bazen bir kaza, beklenmedik bir yön değişikliği, alışılmadık bir ilişki yaşanır ve insan uyanıp etrafına bakar. Sonra da bir daha yolunu bulamaz. Ne istediğini, ihtiyaçlarını nasıl zapt edeceğini ve gerçekten özlemini çektiği şeyin ne olduğunu bilemez. Eşelenmiş hayal gücünün ufuk çizgisini bir daha belirleyemez ve tepeden bir gözle bakamaz. Birdenbire hiçbir şey iyi gelmemeye başlar. Oysa daha dün bir tablet çikolata, renkli bir kurdele ya da buna benzer basit bir şey, sağlığının yerinde olması ya da güneş ışığı ona mutluluk veriyordu. Çatlak bir bardaktan temiz su içip o suyun soğuk olmasına ve susuzluğunu gidermesine seviniyordu. Akşamları, oturduğu apartmanın koridorundaki tırabzanın kenarında durup karanlığa kulak kabartıyor, bir yerlerden müzik sesi gelince neredeyse mutlu oluyordu. Bir çiçeğe bakıyor ve kendini tutamayıp gülümsüyordu. Dünya harikulade tatminler yaratır. Fakat sonra bir kaza olur ve ruh, huzurunu kaybeder.
Başka bir şey istiyordu, anlıyor musun? Başka odada daha iyi olacağını, bir yerlerde kendisini tedavi edenden daha fazla şey bilen bir doktor ya da şimdiye kadar aldıklarının hepsinden daha etkili bir ilaç olduğunu uman bir ağır hasta gibi. Başka bir şey istiyordu; herhangi başka bir şey.
Reklam
Bu en sefil duygudur. Birinin eksikliğini hissetmek. Etrafına bakar, anlayamazsın. Elini uzatır, bir bardağa, bir kitaba dokunursun. Her şey yerli yerindedir, eşyalar, kişiler, alışık olduğun zaman planı: Dünyayla ilişkin değişmemiştir. Fakat işte bir şey eksiktir.
Fakat kadını bir süs eşyasına, erotik bir başyapıta çevirmek de insanlık dışı ve hastalıklı. Sabahtan akşama kendini süsleyip püslemekten, allayıp pullamaktan, yüzünü gözünü boyamaktan başka bir şey yapmayan bir insana nasıl saygı duyabilir, duygu ve düşüncelerimi onunla nasıl paylaşabilirim? Tüyleri, kürkleri ve parfümleriyle sözümona benim hoşuma gitmek istiyor. Fakat bu da doğru değil. Herkesin hoşuna gitmek istiyor, kendisi ortalıkta göründükten sonra özlemi bütün erkeklerin sinirlerine musallat etmek istiyor. Böyle yaşıyoruz. Sinemada, tiyatroda, sokakta, kafede, restoranda, sahillerde, dağlarda, her yerde bu sağlıksız tahrik. Doğanın buna bağlı olduğunu mu söylüyorsun? Bu çok saçma, ihtiyar dostum. Sadece kadının mal olarak görüldüğü ekonomik sistemler ve toplumsal düzenler buna bağlı.
Çünkü insan uzun zaman umut etmeyi sürdürür. Umutsuzluğu çok zor kabullenir; yalnız olduğu, ölümcül ve umutsuz bir biçimde yalnız olduğu gerçeğini çok zor kabullenir. Hayatlarındaki yalnızlığın çözümü olmadığını bilmeyi pek az kişi kaldırabilir. İnsan umut eder, etrafta dolanır, ilişkilere kaçar ve bu kaçak denemelerde gerçek bir tutku, teslimiyet yoktur; kendini işe güce verir, çok çalışır, düzenli olarak seyahate çıkar ya da büyük bir evi idare eder, kendine kadınlar satın alır ama onlardan da hayır gelmez ya da koleksiyon yapmaya başlar: Yelpazeler, değerli taşlar, nadir görülen böcekler. Fakat bütün bunlar hiçbir işe yaramaz. Ve zaten insan bütün bunları yaparken hiçbir işe yaramayacağını bilir. Ve yine de umar. Ve ne umduğunu kendi de bilmez. Daha fazla para, daha eksiksiz bir böcek koleksiyonu, yeni bir sevgili, ilginç ahbaplar, harika geçen bir gece ve daha da baş döndürücü bir bahçe partisi, bütün bunların hiçbir işe yaramadığını çok net hisseder. O yüzden düzeni korur; yokluktan, panikten. Uyanık olduğu her an etrafındaki hayatı düzenler. Devamlı bir iş "tamamlanır"; belgeler, ateşli aşk saatleri, cemiyet hayatı... Yeter ki yalnız kalınmasın! Yeter ki bir an olsun yalnızlıkla yüzleşmeyelim! Çabuk, insanlar gelsin. Ya da köpekler. Ya da goblenler. Ya da hisse senetleri. Ya da Gotik objeler. Ya da sevgililer. Çabuk, biz net bir biçimde görmeden önce yetişsinler.
Ben de küçük yaşta sessizliğe, suskunluğa alıştım. Çok konuşan, bir şeylerin üstünü örtüyordur. Tutarlı bir biçimde susansa, bir şeylere kanidir.
Fakat yalnızlık ille de acı çekmek anlamına gelecek diye bir şey yok. İnsanların yakınlığı ve sosyal çevre bana gerçek yalnızlıktan daha fazla acı verdi. İnsan bir süre yalnızlığı ceza gibi algılıyor; yetişkinler yan odada sohbet edip eğlenirken karanlık odada tek başına bırakılan bir çocuk gibi. Fakat günün birinde sen de yetişkin oluyorsun ve yalnızlığın, hakiki, bilinçli tek başınalığın bir ceza, yaralı, hastalıklı bir kendini çekme, bir münzevilik değil, tek onurlu durum olduğunu fark ediyorsun. İşte o zaman artık yalnızlığa katlanmak da o kadar zor olmuyor. Daha temiz havada yaşamak gibi bir şey.
5,9bin öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.