Bir telefonun çaldığını duydum. Sanki evin altından geliyordu.
Sesin peşinden gidip oturma odasından geçtim ve birkaç
basamak aşağı indim. Galiba eskiden burada ıvır zıvırla dolu
bir depo vardı. Evi su bastıktan sonra her şeyin üzeri
kumla kaplanmış, ev adeta nehir yatağına dönmüştü.
Sonraları stüdyo olarak kullandığın odaya girdim.
Kamera ekipmanı, ekranlar, standart lambalar,
ışık kutuları, yazıcı, yere dağılmış kağıtlar, kitaplar
ve klasörlerle duvara yaslanmış dosya dolabı vardı.
Bir de elbette fotoğraflar.
Duvar kağıdının her bir santimi senin fotoğraflarınla kaplıydı.
Bilmeyen biri, senin bir köprü hayranı olduğunu düşünebilirdi:
Golden Gate Köprüsü, Nanjing Yangtze Nehri Köprüsü,
Prince Edward Viyadük'ü. Ama yakından baktığında konunun
mühendislik harikası köprüler olmadığını fark ederdin.
Bir daha baktığında, fotoğraflarda yalnızca köprüler değil,
Beachy Head Uçurumu'nun, Aokigahara Ormanı'nın,
Preikestolen Uçurumu'nun da olduğunu görürdün.
Umutsuz insanların hayatlarına son verdiği çaresizlik katedralleri.