Çoğu kez yandaki café’lerden birinde buluşurduk. Sayıları gitgide artan, çoğunlukla da hırpani kılıklı gaziler sokaklarda topallamaya başlamışlardı. Onlar için yardım toplanıyordu, bilmem ne “Günleri”, şunlar ya da bunlar yararına ama özellikle de “Günleri” düzenleyenlerin yararına. Yalan söylemek, düzüşmek, ölmek. Başka bir şeye kalkışmak yasaklanmıştı. Hırsla yalan söyleniyordu, düş ötesi, gülünç ve saçmalık ötesi, gazetelerde, afişlerde, havada, karada, denizde. Herkes işin içindeydi. En kuyruklu yalanı kim söyleyecek diye yarışıyorlardı. Kısa süre sonra kentte gerçek diye bir şey kalmadı.
İnsanlar 1914’te var olan azıcık gerçekten bile artık utanır olmuştu. Elinizi attığınız her şey düzmeceydi, şeker, uçaklar, sandaletler, reçeller, fotoğraflar; okunan, yutulan, emilen, hayran olunan, beyan edilen, yalanlanan, savunulan her şey, bunların hepsi kindar hayaletlerden, düzmecelerden ve maskaralıklardan ibaretti. Hainler bile sahteydi. Yalan söyleme ve inanma çılgınlığı uyuz kapar gibi kapılıyordu. Lolacığın Fransızca bilgisi birkaç cümleyle sınırlıydı, ama hepsi de vatanperver nitelikliydi: “Onları haklayacağız!..” “Vatan, Millet!..” Hazin bir durumdu bu.
Ölümümüzle yakından ilgileniyordu, inatla, pervasızca, başkaları adına cesur olma modası gelir gelmez tüm kadınların yaptığı gibi yapıyordu yani.