Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Ah, biliyorum, biliyorum, ebediyen dürüstlükte eği­tildik, eğitildik de eğitildik; ama bizi yoldan çıkarabilecek her şey beşikten itibaren bu dürüstlükten uzak tutulmuş, yani yapay bir dürüstlük bu ve bu gece gördüğümüz gibi, ayartılma ihtimali karşısında eriyip gidiyor. Tanrı biliyor ya şu ana dek dürüstlüğümün taş kadar sağlam olduğun­dan zerre şüphe etmemiştim ama şimdi, karşılaştığım ilk büyük ve gerçek yoldan çıkarıcı şey karşısında ben . . . Ed­ward, bence bu kasabanın dürüstlüğü benimki kadar çü­rük, seninki kadar çürük. Burası acımasız bir kasaba, sert, cimri bir kasaba ve tek erdemi bunca sevilen, bunca övü­nülen dürüstlüğü; ama yemin ederim, gün gelir de o dü­rüstlük insanları gerçekten ayartacak bir şeyle sınanırsa kasabanın büyük şöhreti kumdan kale gibi yıkılır. Evet, işte, her şeyi itiraf ettim ve artık kendimi daha iyi hisse­diyorum; ben ikiyüzlüyüm, farkında değildim ama haya­tım boyunca ikiyüzlü oldum. Bir daha kimse bana dürüst demesin - bunu kabul edemem."
O anda duygu kaybı sürecinin şimdiye kadar ne kadar ilerlediğini ilk defa fark ettim. Kaynağını bir yerden almayan veya sonsuz bir akışa sahip berrak bir suyla akıp gidiyor gibiydim. Bu soğukluğun ölüm soğuğuna benzer bir şey olduğunu çok iyi biliyordum
Reklam
Dr. Adnan Bütün kabine toplantılarında bulunmaya mecbur oluyor, bundan başka da Mustafa Kemal Paşa’nın çağırdığı hususî toplantılara gidiyordu. Bu günlerde, nadiren gece yarısından önce gelir, bazan da sabahın beşlerine kadar dışarıda kalırdı. Mustafa Kemal Paşa’nın anormal denilecek bir enerjisi olduğu için, sabahleyin uyurdu. Fakat, Dr. Adnan
Şehrin ışıkları altında yürümeye devam ederken, hayatın mazi tarafında kalan yıllarımı düşündüm. Tozlu raflarda yalnızlığa terk edilmiş kitapların arasına konulan eskimiş takvim yaprakları gibi uzakta duruyor geçen güzel günler. Onları bulmak ve bir daha o günlere gitmek imkansız. Biliyorum, güzel günlerin kıymeti gidince anlaşılır. Gidip de dönmeyen güzel günlere dargınım. Dünya rahat yeri değil bilirim. Dile söylemek kolay, kalbe anlatmak zor. Hayat imtihanı ağır olur bazen. Yaslanacak bir omuz ararız yakınımızda bizi anlayan. Hayat, geriye asla dönülemeyecek bir sûrette biz zaman ve mekânla kayıtlı olan fâniler için geleceğe doğru akıtılıyor tüm zaman ve mekânların Sahibi tarafından. Allah (cc), O' dur kudreti her şeye yeten. Geçen yıllar, sıkıntıyla geçmiş olsa bile yine de özlem duyuluyor o yıllara. Hayat gidiyor diye mi bu özlem? İnsan hayatta olmayı seviyor. Bu hayatın sona doğru gitmesini ve bir gün son bulmasını istemiyor. Sonlu bir hayata kalp razı değil çünkü. Dinle kalbini, duyacaksın. Biraz yalnız kaldığında anlayacaksın. Bazen yalnızlık iyi gelir. “Kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fâni dünyaya razı değildir." diyerek bu hakikate ışık tutar Bediüzzaman. Ey dost! Bu yazıyı okurken sen de sonsuzluğu düşün ve hakikat penceresinden bakarak kalp ve ruhunun sesini dinlemeye çalış veya benim gibi yalnız bir gece yürüyüşüne çık, kendini dinle, kalbini dinle, vicdanını dinle. 'Bir Gece Yürüyüşünde' başlıklı yazımızdan Yoldan Geçerken/ Mehmet Kazar 5 Ocak 2021
_HAKLISIN_ Onlar kuşkuyla bakar münzevilere ve inanmazlar bizim armağan vermek için geldiğimize. Ayak seslerimiz tuhaf gelir onlara sokaklarında.Ve gece yataklarında, güneşin doğmasından çok önce bir adamın yürüdüğünü duyarlarsa "Bu hırsız nereye gidiyor? diye sorarlar mutlaka. Gitme insanların yanına,kal ormanda! Hayvanların arasına karış daha iyi...
YALNIZLIĞIN YARATTIĞI İNSAN Pardösüsünün kürklü yakasını kaldırınca üşüdü mü diye baktım. Aslında soluk esmer yüzü balmumu gibi sararmıştı. – Üşüdün, dedim. Kaşını kaldırdı. Yanağındaki çıban yerinde kan yoktu. Durdum. Yüzünü avuçlarıma alıp ovaladım. – Neden böyle oldun, dedim. Güldü. Karanlığa doğru tükürdü. Başını iki tarafa şiddetle
Reklam
ÖYLE BİR HİKÂYE Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı. Ne yapacağım? Küfrettim. Ana avrat küfrettim. Canım bir yürümek istiyordu ki... Şoförün biri: – Atikali, Atikali! diye bağırdı. Gider miyim Atikali'ye gecenin bu saatinde, giderim. Atladım şoförün yanına. Dere tepe düz gittik. Otomobilin buğulu, damlalı camlarında kırmızı,
Rosie’nin elini ve montunu tutmuştu. Onu ayakta tutmuştu. Bu yüzden Rosie ona gidiyor; başka şeyler, başka insanlara dair tüm hislerinin kepenklerini indiriyor ve çok iyi tanıdığı o sımsıkı bedenin içine tekrar girerek eski sokak kapısını çalıyor.
Hangi derin karanlığa?..
☆☆☆ Gel ey gece, Kirpikleri kavuşturan karanlık, Bağla gözlerini yumuşak yürekli gündüzün. Görünmez kanlı ellerinle yırt at, Uykularımı kaçıran varlığın kader yazısını. Gün soluyor; karga çal kanat gidiyor kara ormana, Gündüzün iyi kulları boyunlarını büküp Uykulara dalmak üzereler, gecenin kara güçleri Avlarının üstüne saldırmaya hazırlanırken… ☆☆☆
Pek de şaşılacak bir tespit değil herhalde? Kıkırdıyor. Sana veriyorum. Neyi veriyorsun? Kontrolü Nikki. Ne istediğini söyle. Tam olarak ne istediğini söyle. Senin dışında mı? Nerene dokunmamı istersin? Ne hızla? Göğüs uçlarını ısırmamı mı istersin yoksa kulaklannı mı? Dilimi o enfes deliğine daldırmamı mı istersin? Söyle Nikki. Bana ne
Sayfa 164
Reklam
Aşksızlıktan cılızdır düşlerim. Gece gündüz birbirine bitişiyor. Bir liseyi tüketmektir gidiyor. Beklemenin kurgusu. Umut. Uçsuz gerilimi beklemenin. Fakat bu bahar çok orospu. Gece çökmese artık, herkesler yatmasa. Ellerim sigaramı bir isli yalnızlığa yakmasa. Yalnızlığı duymasa kulaklarım. Köpekler ulumasa. Bir yıkasam şu belleğimi, bu düşünmek olmasa. Yatınca uyuyabilsem, tavanlar konuşmasa... Vay orospu bahar vay, bunları da mı yapıcaktın bana? Ben tezelden aşık olsam iyi olacak! içimde bir sever küf ve penisilin gibi. Günlerden pazartesi, Çarşambadayız. Çarşambanın ortasından bil bakalım ne akar? Dananın kuyruğuna işkence var gönlümde. Açılıp açılıp yeniden okunan mektuplar gibiyim. Derim bana dar geliyor. Çarşambanın baharı meger ne yangin bir türkü.
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
Ayak seslerimiz bile tuhaf gelir insanlara. Ve gece yataklarından, güneşin doğmasından çok önce bir adamın yürüdüğünü duyarlarsa: "Bu hırsız da nereye gidiyor?" diye sorarlar mutlaka. Gitme insanların yanına, kal ormanda! Hayvanların arasına karış daha iyi!
Kaynağı bir yerden almayan veya sonsuz bir akışa sahip berrak bir su ile akıp gidiyor gibiydim. Bu soğukluğun ölüm soğuğuna benzer bir şey olduğunu çok iyi biliyordum.
Osmanlı'nın yönetim şekli
Gülhane Hatt-ı Hümayunundan [1839] önce Osmanlı Devleti, Osman ve Orhan Gazi zamanından beri beyliklerden farklı bir yönetimle idare ediliyordu. Bu idare gayet sağlam ve usta bir idareydi. Allah Teala bu yönetim sayesinde Osmanlı Devletine Ortadoğu ve İslâm dünyasını yönetme imkânı vermişti. Ayrıca Osmanlılar hilafeti de bünyelerine almışlardı.
393 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.