Nar ağaçlarının ıslık çaldığı bir avluydu. Deniz neminden kapıları vardı. eski değil de incinmişti. Yaşı asmaların tozunda saklıydı. Kim oturursa otursun bir Rum eviydi. Kuyuları ipleriyle boğulmuştu. Kalın seslerin ortasında küçülmüş, küçülmüştü. Ev değil, bir pas salkımıydı. Beyaz badanaların altında kimbilir kaç bakış gövermiş, kaç dokunuş halkalanmıştı. Kaç şarkı yaz yapraklarına ölümsüz kalpler çizmişti. Hangi rüzgârlar kimlerin etekleriyle, kimlerin kirpikleriyle doldurmuştu göğü. Kaç gözyaşı tenha gecelerde ay ışığını yastıklara işlemişti. Zamandan süzülmüş bir zamandı. Pencereleri içine bakıyordu nicedir. Merdivenlerinde ses yoktu. Sokaklar ondan açılmıyordu hayata. Bin yıllık ana rahminde birden bire yabancıydı. Onu insansız bırakan kalabalığı yabancı düşürecek kadar yabancıydı. Kesme taşlarda şarap lekeleri, ahşap dolapların naftalin kapıları, dört mevsim boşluğu açıp solan saksılar, geceyi hayal hayal tavanlara işleyen lambaların isi, her şey, her şey, gün ışığını yıkıcı bir şarkıya çeviriyordu. Sahipsiz bir hatıraydı. Yağmurları çoğaltacak çocukları yoktu.
...
Sayfa 105 - Kırmızı Kedi 8. BASKI