her gün anıların üzerine birkaç kül tanesi daha konduruyordu; anılar ızgaranın altında henüz kor gibi kıpkırmızı yanıyor, ancak kurşuni tabaka zamanla gitgide kalınlaşıyordu.
"sanki kime yazıldığı bile belli olmayan mektubu almadan önce yaşamamıştım, şimdi zaten yaşamıyorum. bütün hafızamı, hayal gücümü zorluyordum ; geçmişe dair bir şeyler hatırlamak, bir şeyler görmek istiyordum. olmuyordu. aslında düşününce, canım şu zamanda şöyle olmuştu, onun yüzü bembeyazdı ve yatay çizgiliydi, fakat mesele bu değildi, mesela bir şeyleri sıcak bir çorbanın kokusunu duyar gibi hissedebilmekti. bense bunu hiç becerememiştim. ne tabiatı, ne insanları, ne de olup bitenlerin hiç sevememiştim; kendimi bile, lens yaptıklarımı bile."
görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
sana değiniyorum, sana ısınıyorum,
bu o değil
bak nasıl, beyaza keser gibisine
yedi renk birleşiyoruz sessizce.
edip cansever
yaşadığım yeri cehennem yapan, hep yanlış anladıklarım ya da hiç anlamadıklarım. küfrüm kendime değil... anlamamama. ne işim var anlamadığım bir dünyada?