Şiddetsizliğin taktiği asla ve asla kolay değildir; inanmayı, kararlı olmayı gerektirir. Ama bu taktik, zirveye, yani hedefe ulaşmayı gerçekten istediğimizi, mücadelenin haklı olduğunu ve denemeye değdiğini gösterir. Şiddetsizlik korkutabilir: Binlerce insanın sessizce yürüyüş yaptığını görmek, o mutlak sessizlik son derece etkileyicidir. Kendilerine hâkim olarak gösterdikleri güç sayesinde, isteklerini, güçlerini hissederiz. Bu, her şeyi kırıp döken bir güçten çok daha büyüktür.
Sayfa 32 - Günışığı Kitaplığı
Bir akşam, bekleme salonum neredeyse boşalmışken, benimle konuşmak üzere bir rahip girdi içeriye. Bu rahibi tanımıyordum, neredeyse kapıya koyacaktım. Papazları sevmezdim, kendimce haklı nedenlerim de vardı, özellikle San Tapeta limanında bana atılan kazıktan beri. Ancak bu seferkiyle, ne kadar hatırlamaya çalışırsam çalışayım, hani ona adam gibi
Reklam
İnleye inleye fışkırttı, sıcak sıcak!
Mızıldanarak geri çekilmeye çalıştım, dayanılmaz derecede tahrik olmuştum. Sertleşen ucu dişleriyle yakalayarak kıstırdı beni. Başımı eğdim, gözlerimi, emdikçe içeri çöken yanakları­na perçinledim. Ağzının sıcaklığının içinde, dili meme ucumu yalıyor, güzel boynu her yutkunuşuyla oynuyordu. Kası­lıp titreyen apışaram ritmik emişlerine eşlik
Ne dersek diyelim, ne iddia edersek edelim, dünya gerçekten çekip gitmeden çok öncesinde terk ediyor bizleri. Daha önce en çok meraklısı olduğumuz şeylerden, günün birinde artık gitgide daha az söz eder oluveririz, ille de konuşmak gerektiğinde de zorlanırız. Hep kendi sesimizi duymaktan gına gelmiştir… Kısa keseriz… Vazgeçeriz… Otuz yıldır konuşup duruyoruzdur zaten… Haklı çıkmayı bile umursamamaya başlarız. Zevkler arasında kendimize ayırdığımız o küçük yeri bile koruma arzusunu yitiririz… Kendimizden iğreniriz… Azıcık karın doyurmak, birazcık ısınmak ve hiçbir şeye varmayan yolda giderken mümkün olduğu kadar çok uyuyabilmek artık yetiyor da artıyordur bile.
Pek çok insan durup kendine şu soruyu sor­muştur: “Bu adam vaatlerinde gerçekten inançlı ve samimi mi, yoksa düzenbazın biri mi?” Geçmişiyle ilgili küçücük bir kesit bile böyle bir soruyu haklı çıkarır, özellikle de kendisini tanıyan insanların bize verdiği bilgiler ve hakkındaki görüşler bu kadar çeliş­kili olunca.
"Biz harabı tahripte bile üstadız, mamuru tahripte neyiz? Kıyas buyurun!" Çokça kitabını okuduğum Sabahattin Ali'nin Sırça Köşk'ünü okuma fırsatı buldum. Kitapta Anadolu'nun derdi, hastanın doktor bulamayışı, sokaktaki serseri çocuğu, garibanın eline düşmüş güzel bir köyü ve daha birçok şeyi okuduk. Sabahattin Ali'nin kalemini zaten severdim ama okuduğum ilk öykülerinde bir süre hep türkü, türk doktorunu haklı olarak eleştirisini okuduktan sonra bir an onun objektif bakmadığını ve yabancı milleti yüceleştirdiğini düşündüm. İlk hikayelerde bu böyle çok keskin değildi ki çoğu zaman karşı taraf haklı bulunabilecek gibiydi ama bu düşünce yapısı Çirkince öyküsünde kendini hissettirdi. Öyküde bir zamanlar Rum köyü olan cirkincenin Türklerin eline geçince eski halinden eser kalmadığı anlatılıyordu. Oradaki baş karakter çocukluğunda pek beğendiği köyü büyüdüğünde anılarındaki gibi bulamayınca köyün eskiden tek Türk olan kahvecisine rast geldiğinde şunu söyler: Hep böyle mi olacak? Elimize geçen her şey bu hale mi gelecek? Böyle bir sitemden sonra 'işte' dedim. Gerçekten Sabahattin Ali böyle düşünüyor derken kahveci sözü devraldı ve bu yazarın asıl düşünceleri bu adamın ağzından döküldü. Aslında bizim elimize geçen bir şey yoktu. Ele geçiren yine yukarıdakiler olmuştu. Bu yüzden mahveden biz değil yine yukarıdakilerdi. İşte bu yüzden bir süre kendimden utandım. Neyse daha da uzatıp keyfinizi kaçırmak istemem ama Sırça Köşk de yazarın diğer kitapları gibi akılda kalacak cinsten.
Sayfa 110Kitabı okudu
Reklam
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.