Ölüm uzerine
Ölüm konusu ustunde dusunmeyi o kadar cok seviyorum ki. İncigine boncuguna kadar incelemeyi. Bu konu hakkinda nasil gorusler var. Neler dusunulmus. Bilimsel ya da ruhsal yazilar. Bana ilginc gelen sey bu konunun o kadar dogal olmasina ragmen hep geri plana atilmasi. Ve dusununce de hic rahatsiz olmuyorum . Ölüm belki guzel degildir. Ama ustunde dusunmek beni rahatlatiyor. Sonucta ne kadar arka taraflara koysan da aklina gelecek. Bazilari bunun farkinda mi degil. Yaptigi seyleri yaparken nasil zevk aliyor mesela. Bu konulari cok dusundum bir ölüm fani olarak. Aklima iki sey geliyor. Ya gercekten uykudalar ölümu hic akillarina getirmiyorlar. Ya da bunlar gercekten bilge , benim gormedigim seyleri goruyorlar ve hayatlarini gayet rahat ve siradan yasayabiliyorlar. Bana da ogretsenize bilgeler.isterdim. Tabi bir secenek daha var. iste o cozumsuz. Biraz psikoloji okuduktan sonra ogrendigim "mizac" kelimesi. Yani cevap basit. Onlar oyle ben boyleyim. Geri plana atma yok konuyu. Sadece oyleler iste. Yasiyorlar. Tatlis tatlis. Yani hastaliginin tedavisi yok dostum. Kusura bakma denmeli bana.
Sonra dayanamıyorsun. Her şeyi içine atmaktan yavaş yavaş tükendiğini hissediyorsun. Seni çok iyi anlıyorum diyen herkesin,seni anlamadığını görüyorsun. En yakınından uzaklaşıyorsun. Yapabildiğin en iyi şeyin,yazmak olduğunu görüyorsun. Yazıyorsun. Herkesten saklasan da,gizlesende tükeniyorsun. Hani o dışarıya verdiğin mutluyum imaji var ya,içini yiyip bitiriyor. Biri gelse ve gerçekten de tam anlamıyla yanında olsa,düzeleceksin gibi geliyor. Ama o kadar çok yenilgiye uğradın ki,sevmede,değer vermede,bir yanın hep kimseye güvenme diyor. O yanına yenilmeye başladığın zaman,asıl acıları tatmaya da başlıyorsun. İşte o anlar kalbinin,aklını yendiğin anlar oluyor. Ve benim kalbim aklımı hep yeniyor. Değer vermekte bir sorun yokta,aynı önemi,ilgiyi,sevgiyi,değeri göremeyince başlıyor asıl sorun. Asıl sorunlar,asıl canını yakanlar oluyor. Birde yitirdiklerin var,dönülmez yolda bıraktıkların,geri dönmeyeceğini ezberlediklerin. Hani her şeyde derler ya” hayat devam ediyor” aynen öyle. Ne giden geri geliyor,ne kalanlar değerini biliyor,ne yerin,nede kıymetin değişiyor. Sen sadece günden güne eriyorsun,tükeniyorsun,hissizleşiyorsun. Ötesi yok, ötesi intihar...☂️
Reklam
Sosyal Medya Yalnızlığı
bubisanat.com/posts/sosyal-me... Gerçekten yalnız kalmak istiyor muyuz? Yalnızlık üstüne çok şey yazılmıştır. Çok şey söylenmiştir. Ama yalnızlık ihtiyacı, yalnızlık isteği bitmiyor. Son zamanlarda karşılaştığımız hemen hemen herkes yalnızlıktan dem vuruyor, yalnız kalma isteğinden bahsediyor. Peki gerçekten de öyle mi?
Sizlerle Bir Anımı paylaşayım:)
" . Yaz mevsiminin günlerinden birindeydik. Öğlen sonu iş molası vermiş, yazlık mutfağın önündeki balkonda annemin gençlik yıllarında dokuduğu halının üstüne oturmuş çay içiyorduk(bu halı hâlâ durur♡ evimizde zamana direnen yegâne eşyalardan birisi sadece).Babam Libya'ya giden Türk işçilerden biriymiş. Libya'da Kaddafi yönetimine karşı başlayan direniş dünyayı sallamış ve Kaddafiyi halkı acımasızca öldürmüştü. Bunun nedenini merak ettim. " Baba sen gittin gördün oraları. Kaddafi gerçekten kötü biri miydi? Halkına zulmeden biri miydi? " ( bu arada babam 73 yaşında) "Hayır kızım." dedi. "O, hep halkını seven koruyan birisiydi. Elektirik parası almaz, halkı nasıl refah edecekse öyle yaptı" dedi. Ve sonra dedi ki: " Çalışmaya gittiğimde deverimlere ben de katılmıştım" Sonra annem girdi araya : " He kızım, çoluk çocuk burda aç, baban Libyada devrim yaparmış. Boş valizle gidip boş valizle geldi. Getirdiği tek şey devrim bayraklarıyla arapça yazılı kâğıtlardı." Olayın bütün büyüsü kaçtı. Annemin olaya bakış açısı beni hâlâ güldürür:)
10 Kasım
"Saat dokuzu beş geçe, Atam Dolmabahçe'de, Gözlerini kapamış, Bütün dünya ağlamış." diye başlardık şiire, seni anarken okul sıralarında... "Atatürk ölmedi, yüreğimde yaşıyor." diye de devam ederdik, henüz seni tam anlayamadığımız, her an bir yerlerden çıkacağını düşündüğümüz o küçük beyinlerimizle... Şimdi öyle iyi anlıyoruz ki seni, öyle büyüdün ki içimizde, her sene seni andığımız o siren sesi çınladığında kulaklarımızda sabahın o 'dokuzu beş geçe'sinde, bir kez daha anlıyoruz aslında gerçekten ölmediğini, yüreğimizde, aklımızda yaşamaya devam ettiğini. Taa okula kaydolmaya gittiğim günden bir anı saklıyorum zihnimin bir köşesinde. "Anne, Atatürk'ü görebilecek miyim?" Uyuduğun yer olsa bile onca sene sonra seni görebileceğimin mutluluğu mu desem, hüznü mü desem bilmiyorum, ama seni görebileceğim sonunda. Saygıyla ve sonsuz minnetle anıyorum Atam.
KITAP YORUMU
Bir baba... Fakat bu baba belki de diğer babalardan biraz daha farklı. Çünkü düşünceleri bu farklılığa iten en büyük sebeplerden biri. Oğlunu çok seven ve yalnızca ona ismiyle hitap eden bir baba. Çocuğum, o, bu, şu gibi kelimeleri oğlu için asla kullanmaz, ona ismi olan "Pablo" ile hitap eder. Çünkü onun için verilen özel bir adı başka bir kelimeyle dile getirmek ona göre pek uygun olmayan bir şey. Böyle bir babanın birgün oğlu için kötü bir haber aldığını duysanız, o babanın hali ne olurdu hiç tahmin eder miydiniz? İnanın Pablo için duyduklarıma üzülürken en çok da babasına üzüldüm. Çünkü Pablo bir lösemi hastası. Üzülen, ayakta durmaya çalışan bir babanın direnme hikayesine şahit oldum. O hastanede geçen zamanları, oğlu için hastanede yaptıkları ve onca şeyler sanki gözümün önünde bir bir canlanıyordu. Oğlunun kemoterapide aldığı o zehirli sıvıları izleyen bir babanın çöküntüsü olmuştu hayat. O kadar zorluk onun peşinden durmadan koştu. Peki ya sizce ne oldu? Pablo lösemiyi yendi mi? Anne ve babasının acılı günleri bitecek mi? Tekrardan mutlu bir aile olacaklar mı? Okurken öyle ağladım ki, bu kitap benim için hayatımda çok özel bir yere sahip olacak. Pablo gibi bir mücadele vermiş kız olarak Allah tüm hastalarımıza şifa versin diyorum. Yazarımız gerçekten çok duygulandırdı beni. Kitabın adı:Eflatun Zaman
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.