Yorgunluğumuzu tanıyan ve anlayan birilerine muhtacız hepimiz… Hem de çok uzunca bir süredir!
Acılarını saklamayanlara, yaralarını gizlemeyenlere, yürüdüğü yolda sık sık savrulanlara, yenilgilerinden tecrübeler inşa edenlere sesleniyorum. Bunu yapmak için hayata birkaç adım geriden bakmak gerekiyor, Bu geride durma eylemi, yaşamak denen savaştan kaçmak gibi anlaşılmasın; bazen cepheyi, muharebe sahasını teferruatlı görebilmek için hadiselerin merkezinden uzaklaşmak gerekiyor. Zamane insanı koşar adım yaşamayı bir şey zannediyor, sonunda bir hiç elde edeceğini bile bile. Esas kaçış, sürekli bir şeylere yapışmakta olsa gerek. Sürekli yeni şeyler bulup onları put edinmekte, yeni alışkanlıklar ve hatta bağımlılıklar üretmekte. "Ismarlama bir hayatı bırakıyorum" diyordu İsmet Özel. Çünkü yaşamak, kendine sahiden yaşam kurabilen cesurların hakkı. Bunu ısrarla, samimiyetle dile getirenlerin…
Reklam
Ne kadar tanıdık bir duygu…
"Bilirsin ki herkes gitmeleriyle meşhurdur, bak işte yeniden baş başayız. Ben yeniden yazıyorum; yorgunluklarımı yazıyorum, yarınsızlığımı yazıyorum, kaybolan çılgın neşemizi, geç gelen farkındalığın acısını, pişmanlıklarımı yazıyorum; elimden başka da bir iş gelmez, bunu en iyi sen biliyorsun.
Bir yanımız her zaman güçlü,sağlıklı, bilgili, zengin, doğru ve düzgün görünmek için pürüzsüz, kemiksiz, kılçıksız bir benlik inşa etmeye çalışanlarla dolu. Öyle oldukları için değil, öyle zannetmek istedikleri için. Bir yanılgıdan yaşam çıkarabilmek ve ona inanmak için böyle yapıyorlar. O yüzden de en iyi oldukları yerden vuruluyor kaleleri, oradan bir gedik açılıyor. Karşılarında düşman yok oysa hayat var. Hayat onlara tam oradan gösteriyor gerçekleri. Öğretiyor demedim, gösteriyor dedim. Çünkü öğrenmek, yaşamdan ve kendinden kaçanların becerebileceği bir şey değil. Diğer yanımızdaysa acılarını, hüzünlerini, yaralarını bedeninin her yanına bir dövme gibi kazınmış -belki de bu yüzden dövmeye, süse, şatafata ihtiyaç duymamış-, düştüğü yerden kalkmayı, kalkamadığı yerde çökmeyi bilmiş, bazen zaaflarından bazen oyuklarından vurulmuş, vuruldukça hem kanamış hem büyümüş, büyüdükçe sessizleşmiş ve hudayinabit yetişmiş kimseler var. Onları dalgınlıklarından, gülüşlerinden, kelimelerinden tanıyoruz bazen. Ama en çok da yaşamın her yanını güzel sevip güzel kaybetmelerinden, güzel beklemelerinden, belki güzel ölmelerinden.
Ne diyordu Alper Gencer: Sakın ümidini kesme bahardan/ Kar erir,yaz soğur,güz kalır elbet. Kalan tüm soğuklara ve zorluklara, bekleyip dökeceğim sözcükleri umuda ve umutsuzluklara karşı...
İnsan bu dünyadan hakkını alamamakla ve umdugunu bulamamakla nam salmıştir zaten.
Sayfa 65
Reklam
Ne zaman bulduğumu düşünsem şiddetli bir kayıp yaşarım hep.Evet,güneş görmeyen balkonumda büyüttüğüm o çiçekleri kaybettim. Üzgünüm.
Sayfa 59
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.