Gönderi

Efendilerin pusatlarına yukarıdan bakan egzotik şehir
Özetle, Buhara'nın büyüsü, siyasi ve ticari çıkarların yanı sıra, geniş ölçüde Asya'da İslâm'ın ve tasavvufun kutsal şehri olmasından da kaynaklanmaktadır. Üstelik burası Avrupalılar için tam bir yasak şehirdi; gayrimüslimlerin içeri girmesi yasaktı ve etrafını çeviren çöllerle dağlar şehri koruyordu. Keşfedilmesi kolay değildi ve şehre resmen kabul edilenler her zaman onu derinliğine keşfetme konusunda yetkin sayılabilecek kişiler olmuyordu. Üstelik diplomatın ya da resmi konuğun ayağını bir kez Buhara'ya attıktan sonra bir tek hakkı vardı: Celladın eline teslim edilmemek. Aslında temsil ettiği gücün resmi casusu olarak görülen bu kişiye dolaşması konusunda hiçbir kolaylık sağlanmıyor, hatta fazla meraklı davranmışsa, geri dönüş yolunda zehirlenme tehlikesiyle de karşılaşıyordu. Bütün bunlara hanların ve Buharalıların kuşkuculuğu, İslâm'a duydukları derin saygı ve diğer dinleri küçümseyen tavırları eklendiğınde, yabancıya örf ve âdetlere kesinlikle uymaktan başka bir seçenek kalmıyor. Bunun dışına çıkanlar 1842'de İngiliz Charles Stoddart'ın başına geldiği gibi idam edilebilirdi. Ama bu resmi konukların aksine, kimlik değiştirerek, çoğunlukla da Müslüman kılığında şehre girmeyi ve orada kalmayı başaran seyyahlar gerçek Buhara'yı keşfedebiliyordu. Bize de, anlatılarının zenginliği ve derinliğiyle dikkat çeken bu tür seyyahların tarihini yazmak daha ilginç geldi. Hatta bu seyyahlardan Savoia'lı Jean Jacques Pierre Desmaisons ve Macar Arminius Vámbéry Müslüman din adamı kılığına girmişlerdi. Bu da İslâmi ritüeller ve teoloji konusunda kusursuz bir bilgiye sahip olmalarını gerektiriyordu. Onların maceraları gerçekten benzersizdir ve insan böyle bir şeyin nasıl yaşanabildiğini bugün bile kendine sormadan edemiyor. Şehrin efsanesi ancak 1888'de, demiryolunun Yeni Buhara'ya ulaşmasıyla aşağı yukarı tamamen sona erdi. Ama geride yine de birçok Sır kaldı... Taşkent, Aralık 1996
·
31 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.