Bir kitabı okumayı bitirdiğimde hemen kitapla ilgili yazılmış yorumlara,makalelere varsa çekildiği filmlere göz atmayı severim.
Ya da grup okuması yapıyorsam hemen başkalarının da fikirlerini öğrenmek isterim.
Bu kitap biter bitmez içimde ;tuhaf bir his oluştu,bir iç sıkıntısı ,deyim yerindeyse bir boğaz düğümlenmesi.
Distopyalar yazılırken kendinden fersah fersah uzak yılları ve gerçeklikleri anlatır güya ama nasıl oluyor da her seferinde ve her dönemde geçerliliklerini koruyup;başroller değişir oyun hep aynı kalır ,sözünün altını tekrar tekrar çiziyor?
Bradbury’nin okuduğum ilk kitabıydı.Gerilimi çok sahici hissettirdi.
Benim için çok değerli olan kitaplarımın ve kütüphanemin yok olma ihtimalini düşündüm bir an.
Yeryüzünde kitapların olmama ihtimalini.
Kimilerinin eksikliğini ömürleri boyunca duymadığı ,kimilerininse ekmek,su gibi ihtiyacı olan kitapları düşündüm .
Baş kahramanımız Montag’ın tetikleyicisi,başlangıç noktası,hayatını bir daha aynı olmamak üzerine değiştirmeye başlayacağı
an ,o soruyu duyduğu an oluyor:
“Mutlu musun?”
Sonra araştırmaya başlıyor kendine etrafındaki insanlara bakıyor?
Eksik olan ne?
Yanlış giden bir şeyler var ?
Ve sonunda buluyor hayatında eksik olan şeyi ve uğrunda savaşmaya başlıyor fütursuzca.
Montag’ın amiri Beatty :”Kitaplar hiçbir şey söylemiyor.Öğretebileceğin veya inanabileceğin hiçbir şey.Kurguysalar var olmayan insanlarla,hayal gücünün ürünleriyle ilgili oluyorlar.Kurgu değillerse daha kötü...” diyor.
Bu insanla daha önce karşılaştınız mı bilmiyorum.Etrafınıza iyi bakın;iş yerinizde,okulunuzda,yakın çevrenizde belki yanıbaşınızda,haberlerde ya da kapısını tıklatarak girdiğiniz bir makamda.
İnsan sahip olmadığı şeyin eksikliğini çekmez.
Cehaletin kutsandığı bu zamanda kitaplarınıza sıkı sıkı sarılın.Düşünme gücünüzden ve sınırsızlığınızdan korkan herkese rağmen.
Ve unutmayın ancak kitaplarınızı yakabilirler.
Kafanızın içindekileri değil.