Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

256 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Geçmişin o kozmopolit ve renkli İstanbul'unu tanımak ister misiniz?
Sıcacık bir kitap “İstanbul Anıları”. İki bölümden oluşuyor. İlk kısım 1897-1906 yılları arası İstanbul’unu Hagop Mıntzari’nin birebir tanıklığından, sanki siyah-beyaz bir filmde izliyormuşçasına canlı ve keyifli bir anlatımla seriyor önümüze. Dönem, II. Abdülhamit dönemi. Motorlu taşıtlar henüz yok. Tramvayları atlar çekiyor, boğazda iki yaka arası ulaşımı sandallar sağlıyor. Ekmekler evlere at ya da eşeklerle taşınıyor, veresiye satılıyor. Diş kahvehanelerde çekiliyor. Beşiktaş’ın üst tarafı, Mecidiyeköy ve ilerisi bostanlar ve otlaklar. Koyun sürüleri her gün Beşiktaş’tan bu otlaklara çıkarılıyor. Boğaz kıyıları Sultan’a ve Osmanlı soyundan gelenlere ait. Üst düzey bürokratlar Maçka-Nişantaşı bölgesinde, zenginler ise Galata-Pera bölgesinde konuşlanmışlar. Peşi sıra kaybedilmiş savaşlardan dolayı İstanbul dört bir yandan göç almış, gündelik işlerle karınlarını doyurma derdindekiler cami avlularını ve meydanları doldurmuş. Halk yoksul, ortam çok renkli. Her dilden, dinden, milletten insan bir arada sokaklarda; Türkü, Rumu, Ermenisi, Kürdü, Çerkezi, Arnavutu, Arabı… Hepsinin kıyafetleri kendilerine özgü, geldikleri coğrafyayı yansıtıyor. Türkçe bilmeyenler çok. Okuma-yazma neredeyse hiç yok. Bu kozmopolit ortam o kadar renkli, o kadar sevimli ki… Şunlara bakın: Ermenice harflerle yazılı Kürtçe bir İncil taşıyor biri. Bir diğeri Osmanlıcayı Yunan harfleriyle yazıyor. Tophane’de kaldırımda bekleyen Çinli ve Tibetli Türkmen doktorlar bitkisel ilaçlarla hasta tedavi ediyor. II. Abdülhamit Yıldız Sarayı’nda. Avrupa’da giderek artan monarşi karşıtı hareketlerden korkusundan Doğu’da Ermenilere karşı “Hamidiye Alayları”nı oluşturuyor, İstanbul’da da Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nı kuruyor. Teşkilatın Başkanı meşhur Yedi-Sekiz Hasan Paşa -okuma yazma bilmiyor; zaten kendinden beklenen de okuma-yazma bilmesini gerektirmiyor-. Karakol Hagop’ların fırının karşısında. Hasan Paşa’yı da, Türkçe bilmeyen Arap ve Arnavut adamlarını da her gün görüyor Hagop. Askeri kurallara tabi olmayan bu grup çevreye korku saçıyorlar. II. Abdülhamit, taht için rakibi V. Murat’ı Çırağan Sarayı’nda hapis tutuyor -toplam 30 yıla yakın bir hapis hayatı olacak-. Bu nedenle Çırağan Sarayı önündeki yoldan geçerken oyalanmak, çevreye bakmak, başkaları ile konuşmak yasak. Benzer şekilde II. Abdülhamit’in mekanı Beşiktaş’ta da fotoğraf çekmek yasak. Yanyana dükkanlarda Kürt kahveci, Ermeni fırıncı, Arnavut kasap bir aradalar. Levantenler ve Yahudiler daha zengin, yazarımızın bulunduğu bölgede yoklar. Karın doyurma derdi bugünkü gibi, yine en büyük mesele. Kadınlar evlerde kapalı, sokağa çıkmaları zorunlu ise ancak yanlarında aileden bir erkekle çıkmalarına izin var. Saray kadınları bundan müstesna. II. Abdülhamit’in Cuma namazına gidiş törenleri inanılmaz şatafatlı. “Başıbozuk” olarak nitelenen halk, yönetici erkana yaklaşamıyor: "Her Cuma Sultan Yıldız'daki sarayından, dört atlı gümüş kaplı arabasıyla fazla uzak olmayan bir camiye cuma namazını kılmaya giderdi. O vesileyle de geleneksel selamlık resmigeçidi yapılırdı. Askeri birlikler kışlalarından çıkarak Yıldız'a giderlerdi. Taburun önünde saray bandosu, Müzika-i Hümayun marşlar çalarak ilerlerdi. Onun arkasından resim üniforması altın gibi parlayan, kılıcını çekmiş bir süvari binbaşısı, sonra, muhtelif enstrümanlar çalan ikinci bir bando, Mızraklı Süvari Alayı, sonra yine atlı bir binbaşı, yine marşlar çalan üçüncü bir bando, bir süvari yüzbaşısının başını çektiği atları ter içinde kalmış başka bir atlı birlik, üniforması göz kamaştıran başka bir binbaşı ile onu izleyen dördüncü bando, bir yüzbaşının komutasındaki topçu bölüğü, yine görkemli üniformalı bir binbaşı ve beşinci bando takımı, sonra bir yüzbaşının komutasındaki piyade birliği… En arkada başıbozuk denen halk: Türkü, Ermenisi, Rumu, Yahudisi, Arnavudu, Arabı, Kürdü, Çerkezi, Lazı yürürdü." Eserin ikinci kısmı, yazarın acılarla dolu hayatının da ikinci perdesi. Bu sefer memleketi Armudan’daki köy hayatını, tehciri ve ikinci kez yerleştiği İstanbul’daki yaşam savaşını yoksul köylü Hagop’un gözünden aktarıyor. 1886 Erzincan Kemah Küçük Armudan doğumlu Hagop 11 yaşında geliyor İstanbul’a, fırıncılık yapan baba ve ağabeylerinin yanına. Bir yandan fırında çalışırken diğer yandan önce Galata’daki Getronagan Ermeni Okulu’nda, akabinde Robert Kolej’de bir süre okuyor. Okumaya meraklı ama okula devam edebilmek için çok yoksul olan bu delikanlı 19 yaşında iken ailesinin kendisini nişanladığını öğrenip memleketi Armudan’a dönüyor. Yazları çiftçilik yaparken kışları köy okulunda ders veriyor. 28 yaşına kadar köyünde mutlu, kendine yeten bir hayatı oluyor yazarımızın; peşi sıra doğan dört çocuğu, sevdiği karısı ve onlarla birlikte yaşayan annesi ve dedesi ile birlikte. 1914 Eylül’ünde şişen bademciklerini tedavi ettirebilmek için İstanbul seyahatine çıkıyor Mıntzari. Son çocuğu doğdu, doğacak. 2 gün içinde memleketine geri dönmek amacı; ama ilacını alırken gemiyi kaçırıyor. Sonrası iç yakan bir kabus… 1. Dünya Savaşı çıkınca alelacele askere alınıyor, fırıncı olduğu için İstanbul’da Ekmekçi taburunda. Nisan 1915’te ise tehcir geliyor. Ailesinden bir daha hiç haber alamıyor. O kısa cümlelerle anlatırken olanları; yaşanan acının ve çaresizliğin büyüklüğü karşısında benim gözlerimden yaşlar dökülüyor: "1915 yılı Nisan ayında İstanbul'daki Anadolulu Ermenilerin tehciri başladı. Ben zaten askerdim. Mayıs ayında memleketten mektup gelmedi. İki kez cevaplı telgraf çekildi, cevaplanmadı. Üçüncüsünde "Burada değiller, bilinmeyen bir yere yollandılar," diye cevaplandı. Dedem Melkon seksen sekiz yaşındaydı. Annem Nanik elli beş, çocuklarım, Nurhan altı, Maranik dört, Arahit iki, Haço dokuz aylık, karım Voğıda yirmi dokuz yaşında. Bunlar nasıl yürüdüler?" Tehcirden daha fazla bahsetmeyeceğim, zira yazar da eserinde tehciri ön plana çıkarmamış. “Trajediyi anlatmadım; anlatmak istemedim. Neye yarardı ki?” demiş. Edebiyatın siyasi konular içermemesi gerektiğine inanmış ve o doğrultuda vermiş eserlerini. İzleyen döneminde, tüm ailesini, evini, topraklarını kaybetmiş bir halde sıfırdan yeniden başlamış hayatına; tekrar evlenmiş ve 3 çocuk sahibi olmuş, hayvan yemi satarak, tezgahtarlık yaparak, Tokatlıyan Oteli’nde yazıcılık yaparak kıt kanaat sürdürmüş hayatını. Uzun bir ömür yaşamış. Eserin uzun olan ilk kısmı, henüz acılarla sınanmamış, umut dolu bir çocuğun gözünden olduğundan çok daha canlı, renkli, göz alıcı. İkinci kısım ise hayattaki tüm varlığını kaybetmiş, kaderine mecburen razı gelmiş bir yetişkinin hüznünü ve tevekkülünü taşıyor. Benim gibi geçmişin tanıklıklarına meraklıysanız, eminim seversiniz.
İstanbul Anıları
İstanbul AnılarıHagop Mıntzuri · Aras Yayıncılık · 201764 okunma
··
208 görüntüleme
Mustafa A. okurunun profil resmi
Bugün sitede incelemeye doydum diyebilirim ve hepsi de farklı yazarlarla ilgiliydi. Bu tür kitaplara inceleme yapılması site adına sevindirici. Misal Dostoyevski okumak için incelemeye gerek olmadığını düşünüyorum. Elinize sağlık.
AkilliBidik okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim. Dostoyevski için de epey inceleme yazmıştım gerçi😉 Ama ben de yeni yazarları ve pek tanınmayan eserleri keşfetmeyi daha çok seviyorum artık. Bu vasıta ile okunma sayıları artarsa memnun olurum.
Seda okurunun profil resmi
Gözlerimde yaş, kalbimde sızı, içerimde fırının sıcaklığı, burnumda taze ekmek kokusu... Ellerine emeğine sağlık
AkilliBidik
AkilliBidik
senden böyle harika bir inceleme geleceğini bildiğim için, susmayı tercih ettim,isabet buyurmuşum...
AkilliBidik okurunun profil resmi
Teşekkür ederim @seda_bera . Sen okuma hızından incelemeyi yazmaya fırsat bulamamışsındır, biliyorum 😃😉 Ama çok daha iyisini yazacağını da biliyorum👍... Ne keyifli bir kitaptı, değil mi? Fırından çıkan sıcacık ekmek kokusunu sen aklıma getirdin bak, ondan bahsetmeyi unutmuşum. Halbuki tüm okuma boyunca karnım acıktı, grisini kemirmekten helak oldum.
Neşe okurunun profil resmi
Ne güzel bir incelemeye rastladım ben böyle! Bir an evvel okumak üzere listeme alıyorum. Eline sağlık. Çok beğendim, çok... 💐💐♥️💐💐
AkilliBidik okurunun profil resmi
Çok teşekkürler, beğendiğine çok sevindim. Bence sen de seversin Mıntzuri'nin İstanbul'unu...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.