Gönderi

Sevdadır Bu Teyze
Ahmed Arif Ankara’da tutuklanır. İstanbul’da yargıç karşısına çıkarılacaktır. Ankara’dan iki komiser ve dört polis nezaretinde yola çıkarlar. Ahmed Arif, “Serçe kadar canım vardı. Boğazımda kanama vardı. Hastaydım. Ekmek çiğneyemez, yemek yiyemezdim. Zaten zayıf bir çocuktum, büsbütün zayıflamışım. İşte böyle bir günde götürdüler beni…” diye o günleri anlatacaktır. Trenle gitmektedirler. Kompartımanda bir teyze ile bir amca vardır. Amca galiba demiryolu emeklisidir. Polislerin kocaman tabancaları vardır, neredeyse dizlerine ulaşacak… Teyze ile “Koyun tüccarıyız, Erzurum’a gittik, hayvan aldık, İstanbul’da satacağız” falan diye konuşuyorlardır. Polisin biri gazete okumakta, bir yandan da “Adamın dişinin altına cereyan veriyorlar. Işıklı odaya bir girdi mi hali dumandır.” diye söylenmektedir Ahmed Arif, hem polisi dinlemekte, hem ileride çekeceği işkenceyi düşünmektedir. Aklına Fontamara gelir, Çan Kay Şek’i öldürmek için kendisini arabanın altına atan Çen gelir. Çen de kendisi gibi bir felsefe öğrencisidir. Kendisini onunla kıyaslar. Bu arada polisler horlamaya başlar. O teyze fısıltıyla bana sorar: “Oğlum nedir halin?” Şimdi cevap olarak ne diyecektir? Siyasi dese olmaz, üniversite öğrencisi, o da olmaz… Eylemci dese, sosyalistim dese… “O kadıncağıza bunlar ne ifade edecek?” diye düşünür. Birden “Sevdadır bu teyze” deyiverir. Birden aydınlanır kadıncağızın yüzü… Ahmed Arif’i kucaklayıp öpmek ister. Sonrasını Ahmed Arif şöyle anlatacaktır: “Bir sevgili, bir anne gibiydi. Ömrümce böyle bir anneye, bir ablaya hasret kaldım. Çıkınını açtı, para vermek istedi bana. Almadım. Cebimde de beş liram var. Keşke alsaydım, ama çok utandım. O da garip… Refik DURBAŞ
··
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.