Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

255 syf.
9/10 puan verdi
Türkler-Araplar-Farslar = Düşman Kardeşler
Sitede beni yakından tanıyanlar az çok bilir, tarihi yaşanmışlıklardan dolayı Arap halkına karşı genelde olumsuz gözle bakmışımdır. O yüzden baştan belirteyim incelemedeki yorumlarım objektif yönde olmayacaktır, ama bu durum kitap hakkında doğru bilgi vermeme engel değildir. Kitabın yazarı Arap bir gazetecidir. Yazar, genel anlamda objektif olmaya çalışmış, ama yer yer Türklere giydirdiği yerlerde vardı. Kitabın adı sizi yanıltabilir, çünkü casusların hiçbiri Arap değil! Bu casusluk faaliyetlerin başrol aktörleri aslında Batılı devletler ve bu devletlerin casuslarının amaçlarıda Orta Doğudaki Arap halklarını Osmanlı hakimiyetinden koparmak. Genelde bu casusların çoğu seyyah, arkeolog vs görevlerle gelip bölgede Arap halklarını Osmanlıya karşı kışkırtarak birleştirme faaliyetlerinde bulunuyorlar. Bu casuslar arasında: Aaron Aaronsohn, David George Hogarth, Gertrude Bell, Thomas Edward Lawrence, Gerard Leachman, Alois Musil, Yüzbaşı William Shakespear gibi isimler yer alıyor. Tüm bu casusluk faaliyetlerine rağmen Araplar: "kim bizim liderimiz olacak?" yarışına giriştiklerinden Araplar arasında da kabile savaşları sıklaşıyor. Casusların yaptığı faaliyetlere gelirsek aralarında en tanınanı ile başlayalım yani, Thomas Edward Lawrence'dan bahsedelim. Sina ve Filistin Cephesi gibi olaylarda Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine karşı üstlendiği rol ile ünlüdür. Bölgedeki Arap aşiretlerini silahlandırarak Osmanlı'ya karşı ayaklanmalarında yardımcı rol üstlenmiştir. Buradaki rolü nedeniyle "Arabistanlı Lawrence" olarak tanınmıştır. Lawrence, ilk tayin yeri olan Kahire'de İngiliz Askeri Haberalma Servisi için çalıştı. Araplarla olan sıcak ilişkileri Lawrence'ı, İngiliz ve Arap kuvvetleri arasındaki irtibat subaylığı görevi için biçilmiş kaftan kılıyordu. Ekim 1916'da, Arap millî faaliyetlerini rapor etmesi için çöle gönderildi. Mekke şerifi Hüseyin bin Ali'nin oğlu Emir Faysal komutasındaki düzensiz birliklerle birlikte Osmanlı Ordusu'na karşı gerilla mücadelesi verdi. Arapları, Medine'deki Osmanlı Muhafız Birlikleri'ni şehirden çıkarmamaları konusunda ikna etti. Böylece Araplar, şehre malzeme getiren Hicaz demiryoluna yaptıkları saldırılara ağırlık verebildiler. Şehri savunmakla meşgul olan Osmanlı askerlerini diğer yandan da demiryolunu tamir etmek zorunda bırakmak suretiyle oyaladılar. Lawrence, Akabe ve Şam'ın işgalinde de önemli rol aldı. Araplarla geçirdiği zaman zarfında, gelenek ve yaşantılarına bayağı adapte oldu. Deve ile seyahat edip, sıkı bir dostluk kurduğu Prens Faysal'ın hediye ettiği yerel kıyafetleri giymeye alıştı. Bilgeliğin Yedi Sütunu adlı bir kitap yazdı ve bu kitapta öyküsel anlatımında gerçek ile fantaziyi ayırt etmek zaman zaman zor olmaktadır. Gerçekle hayali karıştırmaktan zevk aldığı aşikârdır. Kendisiyle olan iç hesaplaşmaları yer yer kendisini küçümsemesine ve yer yer de Arap İsyanı'nda aldığı rolü abartmasına neden olmuştur. Birde kitabın yazarı bu kişi için ne demiş bakalım: "Lawrence: Abartmaya bayılan, kendisini kahramanlar kahramanı olarak gösteren ve Türkler'e karşı sebebi bilinmeyen bir kin besleyen şarlatanlar şarlatanı ve Arapçayı doğru dürüst konuştuğu bile şüpheli olan bir sahtekâr." Arap İsyanı'na katıldığı doğrudur ancak bu isyanın temel taşlarından biri, hatta "ilham perisi" olduğu iddiası doğru değildir. Sıradaki isim ise Gertrude Bell. Bell, 1907'in Mart'ında Anadolu'ya geldi ve bir süre sonra İngiltere'ye döndü. Daha sonra Irak'taki ünlü antik şehir olan Babil'e gitti. Sonraki yıllarda Orta Doğu da İngiltere'nin çıkarları için çeşitli faaliyetlerde bulunmaya başlayan Bell, Orta Doğu'da İngilizlerin şimdi bile aktif oldukları Orta Doğu politikasının kurucusu ve planlayıcılarından biridir. Mezopotamya bölgesindeki Arap kabileleri Türklere karşı kışkırtan faaliyetlerde bulunmuştur. Arap Milliyetçiliği için “el Hatun, Çöl Kraliçesi, Müminlerin Annesi”; “biz Türkler” için “Çöl Tilkisi, Çölün Cadısı” olarak anılan İngiliz bilim insanı ve ajan Gertrude Bell Iraklı tarihçiler arasında ise “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” olarak ünlenmiştir. Lawrence’ın bölgede aşiretleri tanıması ve strateji geliştirmesi konusunda ona akıl hocalığı yapar. Osmanlı’ya yakın aşiretlerin hangileri olduğunu belirleyen Bell, isyanın hangi noktalarda kiminle başlayacağına kadar birçok detayın asıl belirleyicisi olmuştur. Savaş Bakanlığı’nın isteği üzerine teslim ettiği haritalar İngilizlerin Suriye başta olmak üzere birçok savaş cephesi açmasına sebep olmuştur. Bugünkü Irak’ta yaşanan pek çok siyasal krizin temelinde Gertrude Bell’in politik manevralarının etkisi vardır. Bell, nüfusunun önemli bir bölümü Şii ve Kürtlerden oluşan Irak’ın başına Sünni bir Arap olan Faysal’ın kral olarak getirilmesi için yoğun bir çaba göstermiştir. Bu çabanın arka planındaki en önemli sebep, ileride olası bir Irak-Türkiye birleşmesinin önüne geçmektir. Yürüttüğü yoğun diplomasinin sonucunda nüfusunun önemli bir kısmının okuma yazma bilmediği Irak’ta Faysal’ın kral olması için İngiliz hükümetini referandum yapmaya ikna etmiştir. Faysal’dan sonra ülkenin en etkili ikinci ismi olarak ön plana çıkmıştır. Bundan dolayı, Faysal tarafından “el Hatun” Iraklı tarihçiler arasında ise “Irak’ın Taçsız Kraliçesi” olarak ünlenmiştir. Ayrıca bir aralar beraber çalıştığı, orta doğuyu beraber keşfettiği Lawrence bu kadar ünlü olurken kendi adı (iyi ya da kötü) çok az duyulmuş bir kadındır. Bu, Irak'ta yaptıkları ayrı konu ama o yılların erkek egemen İngiliz toplumunda geldiği nokta dikkat çekicidir. Bir de kadınlara oy hakkı tanınıp tanınmaması konusundaki görüşü hayır olmuştur. Uzun sure, kadınların oy verecek kadar bilinçli ve eğitimli olmadıklarını söyleyip oy hakkı verilmemesi gerektiğini savunmuştur; Yüzbaşı William Henry Shakespear, Kuzey Arabistan'ın keşfedilmemiş bölgelerini haritalayan ve Suudi Arabistan'ın gelecekteki kralı İbn Su'ud ile ilk resmi İngiliz temasını yapan bir İngiliz devlet memuru ve kaşifti. İbn-i Şraim tarafından Jarrab Savaşı'nda vurularak öldürüldüğü 1910'dan 1915'e kadar İbn Suud'un askeri danışmanıydı; Gerard Leachman, Arabistan'a çeşitli seferler düzenledi ve burada İngiliz hükümeti adına İbn Su'ud ile temasa geçti. Kraliyet Coğrafya Topluluğu'nun bir doğa bilimcisi olarak seyahat etti, ancak aslında bir İngiliz ajanıydı. Siyahi görünümü ve deveye binme becerisiyle Leachman, kolayca Bedevi olarak geçebildi ve çoğu kez gizlice seyahat etti. Leachman, Gertrude Bell'in arkadaşı, Amarat Bedevileri şefi Fahad Bey İbn Haddal'a yakındı ve Muntafiq Bedevi federasyonu ile savaştı. Bedeviler ona Njayman demiştir. Savaşın sona ermesinden önce Leachman, Osmanlılardan olabildiğince çok toprak elde etmek için kuzeye ilerlemek amacıyla Dicle'nin hem sol hem de sağ kıyılarında faaliyet göstermekle görevlendirilen 17. Tümende faaliyetlerde bulundu; Aaron Aaronsohn, Baron Edmond de Rothschild sponsorluğunda tarım eğitimi aldıktan sonra, 1915'te ekinleri yok eden bir çöl çekirge istilası sırasında Cemal Paşa'ya bilimsel danışman olarak hizmet etti. Cemal Paşa ile aralarındaki şu konuşma meşhurdur: "Aaronson, bir defasında, uyguladığı ziraat politikasından ve sert siyasi tavırlarından dolayı valiye sataşmış ve ileri geri konuşmuştu. Cemal Paşa ona "Senin şuracıkta asılmanı emredersem ne dersin?" dediğinde, Aaronson şu cevabı vermişti: “Hiçbir şey demem, paşa hazretleri! Fakat yağlı cesedimin toprağa düşerken çıkardığı ses Amerika'da duyulacaktır!" Aaronsohn ve çekirge istilasıyla savaşan ekibe, Güney Suriye olarak bilinen (günümüz İsrail'i dahil) bölgede dolaşma izni verildi ve araştırdıkları alanların ayrıntılı haritalarını çıkardılar. Aaronsohn ayrıca Osmanlı kampları ve asker konuşlandırması hakkında stratejik bilgiler de topladı. 1918'de Aaronsohn, sulama suyu ihtiyacına odaklanarak Filistin'in kuzey sınırını belirlemek için danışılan uzmanlardan biriydi. Ürdün, Litani ve Yarmuk nehirlerinin kaynaklarının dahil edilmesini sağlayacak bir sınır öngördü. Onun bu yaklaşımı, Şubat 1919'da Paris'teki Barış Konferansı'na sunulan resmi Siyonist temel oldu. Genel olarak Arap casuslarının girişimleri bu şekildeydi. Hepsinin ağız birliği ettiği tek bir nokta vardı o da Arapların Türk'e olan olumsuz bakış açısıydı. Bu olumsuz bakış açısının oluşmasında casusların rolü dışında tarihi geçmişe de bakmak gerekir. Türkler-Farslar ve Araplar birbirlerini asla sevmezler ve desteklemezler. Özellikle Farslar ve Araplar Türklere karşı hep onların düşmanlarının yanında yer almışlardır ve bence yarın da öyle olacaktır. Dinin aynı dine mensup olanlar arasındaki savaşları, mezhep kavgalarını önlediği tarihte görülmemiştir. Bir başka deyişle dinin etnik kini ortadan kaldırmaya gücü yetmez. Bu üç halk arasındaki zımni düşmanlığın tarihi geçmişi vardır. Türk-Fars düşmanlığı bize atalarımız Göktürklerden miras kalmıştır. Farslar tarihte Orta Asya'da fazla bir etkinlik kuramamışlardır, ama Türkler İran topraklarını en az bin yıl işgal altında tutmuşlardır. İşte Farsların hazmedemediği ve tarihi geçmişin intikamını almak için - örneğin Karabağ olayında Ermenileri desteklemeleri - hep fırsat kollamışlardır. Araplara gelince Emeviler döneminde gelip Orta Asya bir boy gösterisi yaptılar. Harezm'de bir süre saltanat sürdüler, ama sonra bunun faturasını çok ağır ödediler ve bin yıl esaretimiz altında kaldılar. Araplara sorarsanız Türkler hakları olmadığı halde hilafeti ellerinden yolup almıştır. Çünkü onlara göre hilafet Kureyş kabilesinden çıkanların hakkıdır. Hatta bunu alay konusu yaparak Abdulhamid'den bahsederken "Abdulhamid han..." diye başlayarak "han" kelimesi "hâne" yani ihanet etti filinden gelir demekten çekinmemişlerdir. Onlara göre bir diğer sebep, Türklerin ülkelerini işgal ederek kendilerini geri bıraktığı iddiasıdır. Ama en önemli sebep bin yıl Türk'ün çizmesini parlatıp öpmek zorunda kalmış olmalarıdır. Dolayısıyla Türklere karşı Ermenileri, Kıbrıs konusunda Rumları, yakın zamanda da Yunanistan'ı tutmalarının perde gerisinde hep bu ezilmişliğin intikam kıvılcımları vardır. Tüm bunlara ek olarak Araplar, Arap olmayıpta İslam toplumuna katılan gruplara, Türklerin de aralarında bulunduğu gayr-ı Arap halklara "mevali" derlerdi. İslamiyetten önce Araplar ''Azad edilmiş kölelere'' Mevali diyordu. İslamiyetten sonra, Mevali kavramı, arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı, kullanılıyor. Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor. Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor. Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türkler geliyor. Türkler, islamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır içerisinde Müslüman olmuşlardı. Araplara göre, sonradan Müslüman olunamazdı. Müslümanlık Araplara inmiş bir din idi. Nitekim, Kuran'ın ''Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, arapça inmiş'' bir kitap olduğu, ayet ile sabittir. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşıyordu. ''Her millete bir peygamber gönderdik'' şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, ''Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir'' diye anladılar. Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler. Sonradan Müslüman olan başka milletleri "MEVALİ" diye tanımladılar. Emevi döneminde başlayan, İslamdaki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, Arapların hışmına uğramıştır. Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir. Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler de aynı geleneği devam ettirdiler. Bağdattaki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi. Gerekçe, Tuğrul Bey'in Türk olması ve Mevali sayılmasıydı. Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin İslami egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler. Bu anlayışın gerisinde "MEVALİ" geleneği yatıyor. Nitekim; Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Hüseyine göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı. Mevali'nin iktidarına karşı gelmek, İslama karşı durmak anlamına gelmezdi. Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir. 2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü ''Türkler mevalidir, İslamı temsil edemezler'' diye fetva verdi. Yine başka bir örnek ise yakın zamanda gerçekleşen İzmir depremi sırasında Arabistan prensinin paralı gazeteciliğini yapan bir Arap gazeteci Hamad Al Mazrouie, "Cuma günü Türkler camilerinde Fransa'ya beddua okuyordu. Allah cevabı İzmir'de verdi." şeklinde paylaşım yaptı. Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor. Tarihin hiç bir döneminde Araplar(yöneticiler), Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmıyor. Tüm bunlara rağmen hâlâ Arapları Türk dostu zannedenler varsa işte yazarıyla, belgesiyle, kaynağıyla Arapların tarih boyunca Türklere bakışı: “İslam uygarlığını yaratan Araplardır; bu uygarlık Batı’yı etkilemiş ve Batı’da Rönesans oluşmasını körüklemiştir, fakat İslam uygarlığını yok eden ve Arapların geri kalmasının nedenlerini yapan Türklerdir!” (1935-1946 Kahire’de yayımlanan Tarih al-İslâm al siyâsî va’l-dini va’l-takafi va’l-ictimaî” kitabından) ; Halifelik Türklerin eline geçmesiyle İslam ve Araplar gerilemeye başladı. Türkler kadar İslam’a zarar veren bir başka ulus yoktur. (Raşit Rıza, 1923 “El-Hilafâlı v’al-İnamât el-Uzma” adlı kitabından) ; “Arapları geri bıraktıran Türklerdir, Napolyon’un Mısır’ı ve Arap ülkelerini işgal etmesi tarihine kadar Araplar, Türkler tarafından gerilikler uykusuna sokulmuşlardır ve Napolyon işgaliyle birlikte bu uykudan uyanmışlardır” (Yazar E.Atiyah) ; “Denilebilir ki; İslam dini Arap kaldıkça özgürlükçü, hoşgörülü ve başarılı olmuştur. Türk’ün eline geçince bu niteliklerini yitirmiş ve bozulmuştur.” ; (Abdullah Larui) ; “Türkler yarı vahşi niteliklerde, Bizans ve Arap uygarlığının katilleridir.'' (Developement et Questions d’Orient - Abdullah Sahb, 1972) ; “Kur’an’da kadınlara tanınan hak ve özgürlükler Türkler tarafından kısıtlandırıldı ; kadın hakları savaşımına girişmek gerekiyor ve girişirken de Türklerin gasp ettikleri hakların kadınlara iadesi için mücadele vermek gerekiyor.” (Ali İbrahim Leyla, 1976’da Kahire’de yayımladığı “Status of the Egyptian Women Trough the Ages” adlı kitabından) ; Suudlu bir kadın 1985 yılında The New York Times muhabirine verdiği demecinde aynen şunu söylüyordu: “İslamda kadın kapama âdeti diye bir âdet yoktur; bu geleneği İslam’a sokan Türklerdir.” Lütfi al-Haffaf, Şam’da yayımladığı “Muthakkırat” adlı eserinde, Arapların Türklerle ilişki kurduktan sonra her türlü uygar gelişmeden yoksun kaldıklarını savunmuştur. ''Akdeniz havzasındaki Müslüman ülkeleri işgal etmekle Türkler, İslam dünyasının Batı’yla ilişkilerine ve uygarlık yönündeki gelişmelerine son vermişlerdir. İslam ülkelerinin Türkler tarafından işgal edilmesi, Ortaçağ’da Avrupa’nın barbarlar tarafından işgal edilmesinden çok daha zararlı ve uygarlığı söndürme bakımından çok daha tehlikeli olmuştur.'' (Arap Yazar Taha Hüseyin) ; ''Muhammet köleliği kaldırmak istedi; eğer Araplar Türklerle ilişki kurmamış olsalardı kölelik denilen kötü gelenek İslam ülkelerinde kaybolacaktı''(Ali Seyyid Emir) ; İbni Sina ve Kirmani'ye göre Türkler efendi değil köle sınıfındandır. İmam Gazali Türk’e en ağır hakaretleri uygun bulmuş olmasına karşın, bugüne dek Türk’ün en çok yücelttiği bir kişi olmuştur! İbn al-Mukaffâ (724-759), Çinlileri, Bizanslıları, Hintlileri, Arapları, Türkleri değer ölçeğine vurur ve kıyaslar. "İranlılar, büyük çapta bilim adamı yetiştirir. Çinliler sanatkardır. Türkler ise, başkalarına saldırmak için yaratılmış yırtıcı, vahşi hayvanlardır!” ; “Türkler, Araplardan çok aşağı olup tıpkı zenciler gibi hayvan niteliğinde kimselerdir.”(Ebu Süleyman al-Sicistani 912-985) ; 10. yüzyılda; Abû Zeyit al-Balhî’ye göre: Türkler, “yayvan ve geniş suratlı, basık burunlu, küçük gözlü, Araplara felaket getirici, gaddar” idi. Balhî’nin bildirdiğine göre, Kur’an’da sözü edilen Ye’cûc-Me’cûclar Türklerdi! ; İdrisi al-Mahmut’a (1100-1166) göre Türkler; “zalim, haşin, kaba güç temsilcisi, intikamcı, bencil”dir. ; “Binbir Gece Masalları”, Arap’ın Türk aleyhtarlığının kutsal kitabıdır. “Binbir Gece Masalları” kadar Türk’ü, Batı’ya; kötü, kaba, haşin ve barbar nitelikte tanıtan az kaynak bulunur. Bu masallarda Türk; kaba kuvvet temsilcisi, küstah, Bağdat sokaklarında -sanki halkın efendisiymiş gibi- kibirle dolaşan, Allah’ı, Allah’ın emirlerini ve kutsal ne varsa her şeyi hakir gören bir tiptir. Arapların Türk'e karşı birleşmesi şaşılacak bir durum değildir. Şaşılacak olan Türk'ün Araplaşmaya olan ilgisi ve gafletidir. Dilini ve kültürünü, adetlerini, geleneklerini kaybeden milletler, genetiği değiştirilmiş yiyeceklere benzer. Ne tadı olur, ne tuzu. Sadece Kilo aldırır. Türk tarihi Selçuklular'dan sonra Kilo almaya başlamıştır. Atatürk organik hale getirmeye çalıştı, ama şuan içten ve dıştan sarılmış Türkiye ayakta kalma mücadelesi veriyor. Türkler, Arap mankurtu yapılmıştır, üstelik bunu Araplar değil, Türkler kendi elleriyle yapmıştır. Ardından da Türk menşeili olmayan davranışlarımızın ve sözlerimizin büyük bir kısmı (çoğunlukla Arap geleneklerinden aldıklarımız), özellikle medrese çevresinde, şimdi de bazı Sünni tarikat ve cemaat çevrelerinde kutsal, makbul ve cennete götürecek hasletler olarak nakledilmektedir. Türk, bu bağlamda öyle bir psikolojik baskının altında kalmıştır ki çocuklarına kendi dillerinden isimler veremez hale gelmiş, kendi dini terminolojisini Farsça ve Arapça temelli oluşturma yoluna gitmiş, Türk öyle bir asimilasyona maruz kalmıştır ki Türkçe dualar basit, Türk gibi davranışlar bayağı, Türkçe sözler gayri-edebi olarak nitelendirilmiştir. Türk kendi dilinde yaratıcısına Tanrı dediğinde kâfir olarak yaftalanmıştır. Çoğu camilerin ismi bile Arap ileri gelenlerin ismi veriliyor, aile hayatında bile Arap'a özeniliyor, Arap milliyetçiliği din aracılığıyla resmen kültür emperyalizmi uyguluyor. Durum oturup ağlayacağımız kadar vahim aslında. Bizim çakma Müminler nasılsa buna da ses etmeyeceği için bir laik Cumhuriyetçi olarak ben diyorum ki Türk milletine ve benim ecdime kalleşlik yapan kimse benim kardeşim olamaz! Ama ne hazindir ki, Arab'ın her derdi Türk'ün de ortak derdi oldu, ama bugüne kadar Türk'ün hiçbir derdi Arab'ın ortak derdi olmadı. Aksine Türk'ün derdi Arab'ın sevinç kaynağı oldu. Son olarak bilenler bilir, X. Yüzyılda Arabistan bir Karmati terör örgütü tarafından hallaç pamuğu gibi atıldı. Bahreyn'i kendilerine üs edinen Karmatiler, gerçek Müslümanların kendileri olduğunu iddia ediyor ve diğerlerini sahtekârlık ve münafıklıkla suçluyorlardı. Reisleri Ebû Tahir 929 yılında Haç mevsiminde Mekke'ye saldırdı. Kâbe’nin hareminde hac yapmakta olan ve örtüsüne tutunarak ibadetlerini yapmaya çalışan hacıları kılıçtan geçirdi. Kâbe’nin kapılarını yerlerinden söktü. Örtüsünü yere indirdi. Halifeye ait kutsal emanetlerin hepsini aldı. Hacıların mallarına el koydu. Katlettiği hacıların cesetlerini Zemzem kuyusuna attı. Hacer’ül Esved’i yerinden söküp yanına alarak, beraberinde Hicr’e götürdü. Koca İslam dünyasından çıt çıkmadı. İstediği parayı vermezlerse Hacerü'l Esved'i testereyle kesip tuvalet taşı olarak kullanacağı tehdidini savurdu. Sonunda Fatımî halifesi utancından 25 bin dinar göndererek kutsal taşı geri getirip yerine koydu. Tüm Arabistan'ı, Kuzey Afrika'yı, Mısır'ı, Kafkasları, Orta Asya'yı ele geçiren o kabuğuna sığmayan, yerinde duramayan Arap savaşçıları nereye kaybolmuşlar? ve yerlerine sanat ve edebiyatla, zevk-ü safa ile uğraşmaktan başka bir şey düşünmeyen Abbasiler gelmişti. Gerçek şu ki, Arapların passioner nesli Emeviler döneminde yaşayanlardı, ama onların da bütün enerjileri bir atımlık baruttan ibaretti. Emevilerden sonra Araplar hep köle olarak yaşadılar. Önce Deylemlilerin (Büveyhilerin), sonra Selçukluların, sonra Osmanlıların, sonra İngiliz, Fransız ve İtalyanların. Şimdi ise silahsız işgal gücü Amerikalıların esareti altındalar. Bunlardan bir bok olmaz!
Arap Casusları
Arap CasuslarıRiyad N. Er-Reyyis · Selenge Yayınları · 20056 okunma
··2 alıntı·
1 artı 1'leme
·
1.372 görüntüleme
Neşe okurunun profil resmi
Birbirleriyle dahi insani ilişkiler geliştiremeyen, Türk’ün derdine her daim alkış tutmuş, körüklemiş bir milletin hayranı olmanın getirdiği felaketi ispatıyla birlikte sabahtan akşama kadar açıklayın, yine başımızı kaldırdığımızda göreceğimiz Arap hayranları oluyor. “Atatürk bizi düşmanlardan kurtardı.” ezberini söylediğimiz çocukluk yıllarımızda bile bunlara muhabbet beslemeyen küçük yürekler dostu düşmanı ayırt etmiş de, koca koca, okuyan insanlar bugün hâlâ Arap sevdalısı olarak neyin peşinden gittiğini görmek istemiyor. Bir kısmı din deyince akılları duran, bir kısmı kime hizmet edeceğini seçmiş olanlara istediğin kadar anlat... Düşmanını sevmek de tedavisi mümkün olmayan bir hastalık. Belgesel tadında bir inceleme olmuş. Elleriniz dert görmesin.
Tengrigens okurunun profil resmi
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim Neşe Hanım. Bir şekilde insanları bu gafletten uyandırmak için bir şeyler dile getirmek, bahsetmek lazım. İncelemeyi beğenmenize sevindim.
Kaan okurunun profil resmi
Emeğine sağlık Ali, güzel inceleme olmuş. Bence, Araplar için asıl pranga Islam'in kendisi. Son yıllarda onlarda da islam'dan kopuş söz konusu deniliyor az da olsa. Bu kopuş arttığı zaman Araplar da dinin kendilerine verdiği aşırı kibirden uzaklaşıp daha iyi bir yola gireceklerdir. Yalnız, onlar kurtulur da biz Türkler çok zor kurtuluruz dinden. Dediğin üzere bize hakaret eden Gazali'yi el üstünde tutan insanlarız. Türklere, "Yayvan ve geniş suratlı, basık burunlu, küçük gözlü, Araplara felaket getirici, gaddar” ve "Yecüc Mecüc" diyen bir kişiden bahsetmissin. Bu hususta bir ekleme veya düzeltme yapmak isterim: Bu kişi, bunu salt kendi fikri olduğu için dememiştir diye tahmin ediyorum. Muhammed'in bu yönde sözleri var, bunlara dayanarak konuşmuş muhtemelen. Kendilerine bu tarz sözler eden Muhammed'i de yine dünyada Türkler kadar seven az bulunur. Bunda bence, Türklerin İslam'a girmesinde tasavvufun etkili olmuş olmasi etkindır. Çünkü tasavvuf dinin zararlı ve olumsuz yanlarını görmezden gelip veya bunları uhrevilestirip altında bin tane yorum bulup millete bunu gerçek İslam diye sunan bir yapı. Ayrıca Halifenin Kureys'ten olması da yine Muhammed'in sözleridir. #104638914 #104637947 #104637134 İslam bir Arap dinidir. Bu nedenle bir millet İslam'i ne kadar benimserse o derece milli benliğinden uzaklaşıp bir Arap olur.
Tengrigens okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Kaan, beğenmene sevindim. Arapların geleceği bilmem, umrumda da değil zaten. Ama Türkler konusunda haklısın, bu kafa ile din kisvesi altında Araplaşma yaşanacaktır. İslam dinine de son paragrafında belirttiğin hususlardan dolayıda uzağımdır. Peygamberin sözleri azmettirici role sahip bu ayrımcılığın oluşmasında, ama kim olursa olsun hatta Tanrı yeryüzüne inip bu ayrımı devam ettirsin, ben ona da karşı çıkarım. Katkın içinde sağol.
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.