Gönderi

Aşkınız tutku mu yoksa saplantı mı?
Bunu hiç düşündünüz mü? Nedir sizi maşukunuza bağlayan duygu? İster ilâhi aşk olsun, ister peygamber aşkı, isterseniz beşeri aşk... Her ne olursa olsun adını anınca, onunca konuşunca, birlikteyken ya da hasreti bile içinizi kıpır kıpır eden, firakı içinizi yakarken vuslata dair umut bağladığınız, kanatlanıp uçtuğunuz duygunun adı nedir sizce? Şöyle bir benzetme galiba yerinde bir tespit olacaktır. Aşk; bir dağdır... Bu dağın, kökü yeryüzüne sımsıkı tutturulmuş dünyayı temsil ediyorsa, zirvesi ise masmavi göklerde sonsuz bir hayata kanatlanmaya hazır olduğunuzu yani ölüm sonrası hayat için de vuslat ümidi taşıdığınızı imgeliyorsa, maşukunuza tutku ile bağlısınız demektir. Sahiplenme, koruma, korunma hissi ve bu hissin gerektirdiği kıskançlık fıtratı, küçük tartışmalar, sitemler, nazlanmalar da o dağın yüzeyindeki kar kütleleri gibidir. Güven güneşi o karları eritir bir zaman sonra ve ortaya şeksiz, şüphesiz, şartsız, koşulsuz bir sevgiyle bağlandığınız o dağ gibi tutkulu sevginiz kalır her iki cihan için de... Ama sevginiz buz dağı ise... İşte bu saplantıdır, takıntıdır, rahatsızlıktır. Geçmişinizden, çocukluğunuzdan, yaşadığınız hayattan, çevreden, ailenizden ve iğreti öğretilerden size kalan edinimler sizi, sevdiğinizi zannettiğiniz maşukunuza bağlar. Çünkü açsınızdır sevgiye, şefkate... Sonra o edinim ve tecrübelere göre yargılamalar başlar. Bir yığın koşul, şart ve benlik duygusu önüne geçer sevginizin. "Ya başkası varsa... Benden başkaları da seviyorsa onu... Beni sevdiği gibi başkalarını da seviyorsa o..." gibi şüphe fırtınaları eser dağınızda, güvensizlik dalgaları soğuk soğuk vurur dağınızın eteklerine. "Onu en çok ben severim ve beni en çok o sevmeli" adlı tiyatrolar sergiler buzul canlıları zihninizde... Bütün bunlar size göre dağınızı büyütüyordur, sevginizi erişilmez, maşukunuzu ulaşılmaz kılıyordur... Okyanusun dibindeki buzdağının görünmeyen tarafı daha da büyür ihtiras ve benlik krizleriyle. Sonra birden yanmaya başlar içiniz maşukunuzu kaybetme korkusuyla... Edinimleriniz ve dış dünyanız güneş gibi yüzünüze vurur aşkın gerçek yüzünü. Benlik değil bizliktir aşk çünkü. Dış dünyanın gerçeklik güneşi yüzeyinize vurur, aşk zannettiğiniz buz dağınız için için erimeye başlar. İçinizdeki benlik ateşi de su altındaki kütlenizi eritmeye başlar, hayatınız içinde bulunduğunuz okyanusta kaybolmaya, küçülmeye başlarsınız. Bitirirsiniz kendi kendinizi. Anlarsınız, onsuz olmazların sorgusunda geçen okyanus ninnisinin aslında sizi beşik gibi oradan oraya sürükleyerek bitirdiğini... Ama çok geçtir artık. Sadece kendiniz değil, maşukunuz da, dünyanız da, ahiretiniz de erimiştir saplantılı aşkınızla birlikte... Şener İşleyen
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.