Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
·
Beğendi
TUTUNAMAYANLARA TUTUNMAK
“Herkes bir gün karşılaşır bu kitap ile ve ardından da kendi ile...” TUTANAMAYANLAR “Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok” ***** “Bu kitap ne ciddi kavgaların ne büyük ve yaygın sıkıntıların ne de ezilen insanların romanıdır; bu kitap, mustarip bir ruhun iç çekişlerinin romanıdır. “ Oğuz Atay-Tutunamayanlar Kaç defa elime alıpta, bitirmeyi başaramamanın bir sebebi olduğunu hep hissettiğim ağır sözcükler düellosu...Rafımın en alt sıralarına da koysam, cüsseli bir vücut gibi her gözüme çarpmasında, ihmalkar halimi kınarcasına ve hep affederek tuttu ellerimden 724 sayfa...Kaçmak yoktu. Eninde sonunda yakalanacaktım bu tufana. Tutunamayanlarla yolculuğa çıkmak demek yanına hiç bir şey almamak demekti biraz da...Delirdiğin bütün anları unut gitsinlere hoşgeldiniz. Çünkü delirmenin yeni tanımı ile burada buluşacaksınız. Tek başına azalmak diye bir şey yok. Mahvolacaksak ve kabul edeceksek tutanamayanlardan olduğumuzu birlikte saracağız yenik ruhumuzun yaralarını, büyük ihtimal bu mümkün olmayacak ve sonsuz bir kan denizinin içinde boğulup, belki anılacak, belki de anılmaya değer görülmeyeceğiz. Ama asla anlaşılamamanın yükünden yorulmayıp, akli dengemizi sorgulasalar bile onlardan olmayacağız. Baş kaldırmanın en kalıcı halini seçip, tarihe arşivlemek için son çare yazmayı tercih edip, okunup okunmamasını umursamayacağız. Çünkü umursamamayı da bu baş kaldırmaya dahil göreceğiz. Ben her bir kelimesinden bir kapı kolu icat edip istediğim dünyanın aralığından sızdım usulca...Kalbimi kanatır gibi çizdim beni duvara çarpan alfabenin altlarını, kırmızı seçtim kalemimin rengini, çizgiler ile kalbim kaynadı karıştı vefalı birer dost gibi...O kadar ki bazı paragraflarda nefesiniz kesilmesin diye noktalama işaretlerinin bile üvey bırakıldığı bir serüven. Kelimelerin bir cambazın ipine serilmiş hali biraz da...Oku-düşün-sorgula sarmalı ile sizi olduğunuzdan daha da derine batıran olağanüstü bir baş ucu eseri...{ her an boğulma riskiniz var } Zaman zaman -ben nasıl bir boşluktayım-hissine hazır olun; yürümeyi unutmayı göze alma halini de. —İçimizde, sessizliğinin en dibine gömülmüş kaç tane Selim vardı bilinmez. Tutunmaya çalıştıkça düşen, her normal sandığımız adımımız ona çelme olmuşta haberimiz olmamış veya olmamış gibi yapmışız. Taa ki o yok olana dek. Aslında hiç yok olmamış bana göre; hatta hatırı sayılır bir şekilde baş kaldırmış. Aklı ve ruhu saçılırken ortalığa; o bizi dağıtmayı yine de başarmış. Yazdığı notlar aracılığı ile tanışmak tam bir talihsizlikti. Kim bilir? Belki de dinleme şansımız olsa idi bu kadar anlayamazdık. Tam da Turgut’un dediği gibi: (Syf: 113) " Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim," dedi: "Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda. “Oğuz ATAY —-Ne yazık ki; belki de şu an dinlemediğimiz için ömür boyu susturduğumuz, anlamayı reddettiğimiz için yalnızlaşmayı sevdirdiğimiz nice Selimler geçip gidiyor hayatımızdan. ( 149 / 150 / 151 ) Sayfalarda verilen tutunamayanın tanımı derin bir hüzün ve çaresizlik duygusunun içine pat diye bırakıveriyor seni, bilmem kaç defa satırları geriye tekrar tırmanıp, yokuş aşağı yuvarlanıyor insan. —“E bu da yapılır mı? Az biraz insaf Sayın: Oğuz Atay.” der iken yakaladığım iç sesime, susma cezası vermem gerekti bir çok paragrafta. Asla bitsin istemezken, sonraki sayfalardaki duygu yükünün ağırlığını taşımaktan asla korkmuyorsun. Çünkü öyle ya da böyle bir parça borçlu hissettim kendimi tutunamayanlara karşı... Ve deli sorularla savaş başlıyor ilerledikçe kitabın içindeki yolculuk. •Bir insan nasıl tutunamayanların nüfusuna kayıt olurdu? •Bir tercih mi idi? •Yoksa yaradılış mı? •Belki de seni ihraç ediyordur bile isteye... —Ardınızda bıraktığınız bir çok satırı, aklınızın cebinize koymak isteyecekseniz. - “Bu cümleyi unutmamalıyım” diye tekrar tekrar okudum, olmadı işaretler bıraktım sayfalara, daha da olmadı notlar tuttum. Selimlik diye bir ülke kurulmuş sanki, bizim de bilip asla gitmek istemediğimiz bir ülke. Hecelerden tuğlalar yapılıp örülmüş sınırları. -Bütün nüfusun tek bir adı var değil mi Olric? Sadece Selim’ler....{ Şu an Olricle konuştuğumu fark edip okumaya mola vermem gerektiğini anladım :) } —-(Sayfa 403) “İnsan akıllı bir görünüşle, en saçma sözleri bırakabilir çevresindeki insanların yarattığı boşluğa” O. ATAY Cümlesinin içinden geçerken anlıyorsun ki aslında boşluğun içine düşen benim. Anlamı aramaya çalışırken çekilen sancılar sadece sana ait. Tam da sonu belirsiz bir kavga da varım diyebilmek gibi...Ahh! Bilseniz ne çok bekledim ve ne çok korktum bunları size yazmak için. Mahçup ve alıngan tarafımın canına okudu hergele cümleler. Cesaret etmek zor işti bana göre... Büyük bir yük gibi asılı kaldı omuzlarımda Selimden Turgut’a kalan duygular gibi. Bu kitabı okurken hem aydınlık oluyor dünyanız hem de evden dışarı bir adım atmaya korkuyorsunuz. Hani o hep içinizde olan gitme hevesinizi kursağınızda bırakıveriyor. Bir de bakmışsınız gerçekten lambaları olmayan bir sokakta, gündüzlerin olmadığı bir dünya da yapayalnızsınız. Ve şakır şakır tokat atar gibi yazılmış roman. Hayır roman değil, belki de mahkeme salonunda işittiğin azarlar, sorular, sonuçlar. Kendini kaç sene ile cezalandıracağın ise senin insafına kalıyor. Aydınlığı bulmak için bir ömürün yetmediğini de gösteriyor bilesiniz. “Çok beklemiştim. Hayatımın başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıyım. Oyalanacak durumum yoktu. Ezberlemiş olduğum bütün şiirleri okumalıydım, bütün kavgalarımı çıkarmalıydım, bütün kuruntularımı ortaya dökmeliydim.” (Syf: 447) Ve ne kadar hesabın varsa hayat ile hepsi için eline kalemi aldırmadan vazgeçmiyordu bu kitap. Hatta bitirdikten sonra rafa koymak için tereddüt edebilirsiniz. Sanki sizden uzağa koymak onu ve tabii ki de sizi de hüzne yaklaştıracak gibi bir hisse kapılabilirsiniz. —-400 sayfayı devirdiğinizde bütün toplumların hamallığını yapmış kadar yorgun, birçok çarpık konuşmayı birbiri ile ilişiklendiremeyecek kadar kafanız yanmış olacak. Avazınız çıktığı kadar bağırmakta serbestsiniz. Devam etmek için kimseden izin istemeyecek kadar meraklı ve kararlı olacağınızı tahmin eder gibiyim. Siz de en az soluk benizli, iri gözlü Günseli kadar Selim’i mağarasından çıkartmak için hevesli olmalısınız. Oysa biliyorsunuz ki; mağaradaki bir tutunamayan ile bin tutunamayan aynı şeydi. Tam da bu konuda başarısızlıkla sonuçlanan münakaşanın başı da sonu da belliydi. —(Syf 469 - Syf 536) Birazdan nefes aralığına gerek duyulmamış bir maratonun ilk startı veriliyor. Bu sayfalar noktalama işaretlerine tenezzül edilmeden sizi ardından koşturan satırlarda soluksuz bırakacak. Eşlik ederken iç geçirmelerinizi, gözlerinizin dolu dolu olmasını, naif bir insanın yok oluşuna şahitlik etmelerinizi unutamayacaksınız. Bu bölüm ayrı bir kitap olsun bile isteyebilir siniz. Ben özgürlüğünü eline verdim bu sayfaların. Tıpkı noktalama işaretleri gibi duraklatmaya kıyamadım. Bir nebze kendimi de azat etmekti belki de amacım. Her ne kadar menfaatçi bir tutum gibi görünsede, aslında benden kurtarmak istiyordum Selimlerin ülkesini... Öyle bir anlatım ki sevmek nasıl olurmuş tekrar öğretiyor. Bütün sevmelerinden utandırıyor okuyucusunu. Hayaller nasıl zıvanadan çıkarmış hayretlere dalıyorsun. Çaresizliklerini kabullenerek, ruhunu alaşağı ederek, en iyi olma derdi olmadan, isyanlarında onay beklemeksizin haklı olduğuna inanarak, bıkıp usanmadan, dinlenmeden, heyecanla bir cümleden diğerine geçişin en hızlı trenine binmeye hazır olun. Ayrıldığınız istasyonda vedalaşmayı unutarak alaycı bir meydan okumanın seyrine doyamayacaksınız. -(syf: 531-536) Selim’in veda mektubu . Bu kısım ile ilgili söyleyecek bir kelimem bile yok. Hepsi boğazımda takılı kaldı. Mektubun emaneti sizedir. Selim’in ardında bıraktığı Turgut (aslında yanında götürdüğü de denilebilir ) içinden çıkamaz tutunamayanların gezdiği sokakların, o da tam bir tutunamayanmış ama farkında değilmiş garibim. Olrici bulduğunda artık kimseye ihtiyacı kalmaz. Bir gün Orlic’i , Don Kişot’u, Gorki’yi, Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Gothe’yi, Oblomow’u, Dickens, Kafka’yı ve Selim’in günlüklerini alarak yanına bilinmezliğin yolculuğuna çıkar. Ve Selim (Syf: 708) “Bütün hayatı boyunca konuştu; sonunda tutunamayanlar diye bir söz çıkarabildi ortaya. Bir tek kelime Çoğul bir kelime Unutamadığı bazı insanları birleştiren bir kelime”O.Atay (Syf: 714) “İnsanların içinden neler geçtiğiniyse hiç bilmiyoruz.”O.Atay Bilmek için bir çaba göstermediğimiz de kesindi. Doğru zamanı bulduğunuz anda bu kitabı okumak kaçınılmaz olacak. Okumaktan öte onları dinlemeliyiz sanırım. Birimiz anlayabiliriz hatta... Selim’e, Turgut’a, Olric’e ve diğer tutunamayanlara belki de borçluyuzdur. İyi ki bu dünyadan OĞUZ ATAY geçmiş. Rahmet ve minnetle Sonay KARASU
Tutunamayanlar
TutunamayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 202061,5bin okunma
·
177 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.