Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

294 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
William Faulkner Nobel edebiyat ödülü ve iki Pulitzer ödülü sahibi Amerikan modernist bir yazardır. Modernist diğer yazarlarda olduğu üzere edebiyata deneysel yaklaşarak farklılık yaratmaya çalışmış ve bunu da başarmıştır. Bilinç akışı tekniğini en etkili kullanan yazarlardan biri olarak gösterilen Faulkner’in Ses ve Öfke’sini okurken zaman zaman kaybolur gibi oldum, yoruldum ama büyük ölçüde farklı bir tat aldım. Sıradan bir gününüzde sokakta yanınızdan geçen birinin, kafede karşınızda oturan kişinin, iş yerinizde ara verildiğinde birlikte çay içtiğiniz arkadaşınızın veya eşinizin, çocuklarınızın, kardeşinizin, anne babanızın aklından geçenleri merak ettiniz mi? Peki, normal konuşmalar esnasında bu insanların her an akıllarından geçen düşünceler, başlarının üzerindeki bir baloncuktan Ntvspor’un canlı skor ekranı gibi yavaş yavaş geçse nasıl olurdu? Bilinç akışıyla yazılmış bir metni okurken benim aklımdan bu sorular geçer. Çünkü, bir insanı harekete geçiren etkenlerin çoğunun cevabı bu sorulardadır. Bu nedenle, Ses ve Öfke’yi bitirdikten sonra tatlı bir yorgunluk kaldı üzerimde. Her ne kadar Faulkner kitabın adının kaynağı olarak Shakespeare’in Macbeth’inde geçen “Hayat, bir budalanın anlattığı hiçbir şey belirtmeyen gürültü ve öfke dolu bir öyküdür,” sözünü belirtmiş olsa da 1910-20’lerinin Amerika’sında bir ailenin dramı şeklinde klişe bir konusu ve bence zaman ile gerçeklik üzerine bir teması olduğunu söyleyebilirim. Kitap dört bölümden oluşur. Her bölüm ailenin farklı bir bireyinin gözünden anlatılır. Bu anlatılar esnasında yapılan bilinç akışlarıyla karakterlerin şimdi ve geçmiş hakkındaki düşünceleri içinde geziniriz. Bu anlarda araya eklenen sıkça diyaloglarla dengemiz hepten bozulsa da anlatıcıya tutunarak yola devam ederiz. Bu yolda diğer karakterlerle yaşanılan ortak olayları anlatıcı gözünden görüp, değerlendirme imkanı bularak gerçekliğin onu gözlemleyen veya yaşayan insana göre değiştiğini anlarız. Birinci bölümde anlatıcı evin zihinsel engelli bireyi Benjamin’dir ve onun için Caddy her şeydir. Caddy ergenlik çağına gelip bir erkekle ilişki kurunca Benjamin’in gözünde saflığını kaybeder ama buna rağmen Benjamin evin diğer fertleri kadar acımasız yaklaşmaz. Sonuçta onu anlayan veya en azından samimi şekilde buna çalışan tek insan Caddy’dir. İkinci bölümde anlatıcı evin erkek çocuklarından Quentin’dir ama ben bir süre daha sonra Caddy’nin kızı olacak Quentin’le karıştırdım. Neyse, bu sefer Caddy’nin yaşadığı ilişkiyi ve başka ailevi olayları Quentin’in gözünden görür veya düşünürüz. Üçüncü bölümde ise evin isyankar bireyi ve kitabın adındaki öfkenin bence üzerine en iyi uyduğu karakter Jason anlatıcıdır. Jason’ı bence şartlar bu hale getirmiş, bu açıdan ona çok yüklenmeyin. Jason, daha çok Caddy’nin kızı Quentin’le sürtüşür. Caddy uzaklardadır ve evde ölü muamelesi yapılmaktadır. Kızı ise ailenin yanındadır. Ama Jason’ın zihninden taşan kısımlarda Caddy ile ilgili yorumlar görebiliyoruz. Sonuçta, anlatmak istediğim hususa gelecek olursam, aynı olayı her bir bölümde farklı karakterler gözünden şahit olmamız, gerçekliğin göreceliği temasına birer kanıt olarak gösterilebilir. İkinci bölümün başında oldukça anlamlı bir paraf vardır: “Bu saati sana zamanı hatırlayasın diye değil, ara sıra onu bir an unutasın ve soluğunun hepsini onu elde etmek için harcamayasın diye veriyorum. Çünkü şimdiye kadar hiçbir savaş kazanılmamıştır demişti. Dahası savaşılmamıştır bile. Savaş alanı insanların delilikleri ile umutsuzluklarını ortaya çıkarır ve zafer felsefecilerle budalaların hayalidir.” En çok bu bölümde zaman kavramı üzerine eğilinir. İntihar edecek olan Quentin’le dolaşırken derinden derine aslında zamansız bir alanda asılı kalmış biri gibi hissederiz kendimizi. Şimdiki zamanda birileri Quentin’i kız kardeşlerini kaçırmaya çalışmakla itham ederler, sonra yakınlarıyla karakola giderler ve devam eder; bir yandan ise Quentin ile birlikte geçmiş zamandaki olaylara bakarız. Quentin Harvard’da okusun diye Benjamin’in tarlası satılmıştır, Caddy’nin durumu ve diğerleri… Asılı kaldığı zamansız noktada, etrafında bir savaş karmaşası vardır adeta ama Quentin, ne felsefecidir ne de bir budala. Bu bölümde Quentin’in saatçiyle girdiği sıradan bir diyalog bence zamanla ilgili tema açısından manidar bir örnek teşkil ediyor: “Saat…” “Yok söylemeyin bana saati,” der Quentin. “Rica ederim, bayım. Sadece içlerinde ‘doğru olan’ var mı onu söyleyin.” (…) “Yok, bayım. Bu benim kendi kişisel kutlamam. Doğum günü. Var mı içlerinde ‘doğru olan’?” “Hayır ama ‘daha ayarlayıp kurmadım’ da ondan, eğer içlerinden birini satın almayı düşünüyorsanız…” “Hayır bayım. Saate ihtiyacım yok. Oturma odamızda var, ben ‘benimkini ayar edeceğim de’.” (…) Saatçi yeniden çalışmaya başlamış, masasına eğilmiş, borusunu gözüne dayamıştı. Saçları ortadan ayrıktı. Ayrık yeri kafasının çıplak yerine kadar uzanıyordu. ‘Aralık ayında kuruyup kalmış bir bataklık gibiydi.’”(s.75-76) Burada garip ve manidar olan şu bence: Quentin, saatini ayarlamak istiyor. Saatçi de ona saatin kaç olduğunu söyleyecekken onu durduruyor. O zaman burada bir alt metin arayabiliriz. Sadece doğru olan var mı onu söylemesini istiyor, doğru olan varsa ona kendisi bakacak, yani onu ‘kendi gözlemleyecek’ ve saatin kaç olduğuna böyle karar verecektir. Sonra, saatçi henüz kurmadığını ama ‘satın alacaksa’ Quentin hemen kurabileceğini söyler ama zaman Quentin’in babasının söylediği üzere “… senin talihsizliğin zamanın kendisi olur,”(s.92) ve bunu satın alamazsın. Alınabileceğini düşünüyorsan da saatçi gibi bir kurumuş bataklık olursun. Öte taraftan doğru olan bir saati sorarak Quentin, hayata son kez tutunabileceği bir dal mı aradı, hani yüksek bir kattan düşerken çaresizce kol ve bacaklarını sallar, elleriyle tutunacak bir yer arar insan, onun gibi. “Bütün insan yaşantıları sonunda saçmaya varır,”(s.80) ve belki de en iyisi ona kendimizi bırakmamızdır. Tabi, bunlar benim çıkarımlarım, zorlama da olabilirler. Ama Ses ve Öfke, okunması yorucu olmasına rağmen insanı düşündürücü ve insanda farklı bir tat bırakan, tekrar okunası değerli bir eser, tavsiye ediyorum. Kitabı okurken aklıma gelen film ve müziği: youtu.be/HfiIDviCgng Keyifli okumalar..
Ses ve Öfke
Ses ve ÖfkeWilliam Faulkner · Yapı Kredi Yayınları · 20202,384 okunma
··
280 görüntüleme
Gönül. okurunun profil resmi
Döşeğimde Ölürken'i ilk okuduğumda hiç tat alamamıştım. İkinci kez okuduğumda ise çok sevmiştim. Bu eserin de içine giremeyince ilk sayfalarda bırakmıştım. İkinci kez denemek için beni motive etti incelemeniz, çok iyi yazmışsınız elinize sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, böyle bir etki yaratmasina sevindim☺
Homeless okurunun profil resmi
Bütün insan yaşantıları sonunda saçmaya varır,”(s.80) ve belki de ne iyisi ona kendimizi bırakmamızdır. Altın cümleyi sona saklamışsın :) Faulkner birçok edebiyatçıya ışık tutmuş biri. Okumaya sevk eden bir inceleme olmuş, eline sağlık.
Kaan okurunun profil resmi
Ben de yazının akışına kendimi bıraktım diyelim :) Teşekkür ederim Onur, beğenmene sevindim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.