Kendine has hoş bir üslubu ve harika detayları ile bende iz bırakacak olan bu kitabı zevkle okudum. Aklımda kalanları, sevdiğim detayları ve bende bıraktığı etkileri anlatmak istedim bu yüzden.
Yazarın üç cilt olarak yayımladığı serinin bu ilk cildinde başlagıcından 1950'li yıllara kadar roman serüvenimiz irdeleniyor.
Kendisinin de belirttiği gibi yazar, bir edebiyat tarihi yazmayı düşünmediği için bütün romancıları ele almamış. Çünkü yazara göre romanımızın belli bir gelişim çizgisi var ya da odaklandığı belli bir mesele. Bu meselenin adı bazen Batılılaşma, bazen Eski-Yeni bazen de Doğu-Batı çatışması. Bu yüzden şu sekiz romancının ayrıntıları ile ele alınması tesadüf değil:
Ahmet Mithat Efendi
Recaizade Mahmut Ekrem
Halit Ziya Uşaklıgil
Hüseyin Rahmi Gürpınar
Halide Edip Adıvar
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Peyami Safa
Ahmet Hamdi Tanpınar
Bu romancıların ortak yönü belli bir kalıpla yazmalarıdıydı. Temel soru şu gibiydi sanki: Ne derece Batılılaşmalıyız? Her bir yazar kendine göre bu olguyu işlemisti romanlarında.
Ahmet Mithat Efendi, yanlış batılılaşmayı işler daha çok, kahramanları iki kutbu temsil eder ve Doğu'yu temsil eden kahramanları idealize edilir. Yanlış Batılılaşmış, züppe ve boş tipleri kullanır.
Recazide Mahmut Ekrem,
Araba Sevdası 'nda Batı'yı yüzeysel anlamış züppe tipini devam ettirir.
Hüseyin Rahmi'de geleneklere, dine yerleşmiş sorunlarıyla bir Doğu ve akla, bilime dayanan yönüyle bir Batı karşıtlığı vardır. Züppe tipi devam eder ama onun züppeleri biraz daha okumuş-yazmış kurnaz kişilerdir.
Peyami Safa Doğu'nun Batı'ya üstün olduğunu kanıtlamak istediği için buna göre tipler yaratır.
Halide Edip'in kahramanları Batı'yı tanıyan ama Doğu'nun da maneviyatını yitirmeyen kişilerdir.
Tanpınar, soruna başka bir açıdan yaklaşır. Sorun Doğu-Batı değil gerçeklik-sahtelik sorunudur. Batı yeni bir yol çizmek için örnek alınmalı, Doğu terk edilmemelidir. Yani yeni bir yol çizilmelidir.
Hangi yazarın bu sorunları ne derece ele aldığı, anlatımında başarılı olup olmadığı, kendiyle çelişip çelişilmediği detaylıca ele alınıyor.
İncelenen on iki roman sadece bu yönüyle değil çok çeşitli açılardan eleştirilmiş sadece odak noktaları ortak. Romanlar o kadar didik didik edilmiş, o kadar detaylı işlenmiş ki hayran olmamak elde değil. Berna Moran'ın kimi karakterleri yazarından bile iyi tanıdığını hissettiğim oldu ara ara. Örneğin:
Kiralık Konak'ki Senih'anın kendiyle çelişen bir karakter olduğunu anlattığı kısımda Seniha'nın aynı konu üzerine farklı yerlerde farklı şeyler düşünmesinin anlatıldığı bölümler gerçekten etkileyiciydi.
Gerçekten kimi romanların detaylı eleştirileri okumak kendilerini okumak kadar kıymetli ve zevkliydi.
Aşk-ı Memnu , bu zamana kadar üzerine en çok okuduğum, bilgi sahibi olduğum ama kendisini henüz okumadığım için üzüldüğüm bir eserdir. İyi ki de okumamışım dedim neredeyse çünkü çok farklı bakış açısıları edindim. Bundan sonra eminim daha bilincli bir okuma gerçekleştireceğim.
Huzur'u öyle bir anlatışı vardı ki eleştirmenin kitap yanımda olsaydı şuan tekrar okurdum.
Huzur'u seven herkes bu deneyimi mutlaka yaşamalı.
Ama ben en çok
Şıpsevdi'nin anlatılışını sevdim. Çünkü hayran olduğum bu eserin aslında ne söylemek istediği ile ilgili güzel detaylar barındırıyordu. Hüseyin'in Rahmi'nin gerçek fikirlerini dönem şartlarında dile getiremediği için dolaylı yoldan dile getirdiklerini okumak çok keyifliydi.
Eserin genelinde en çok aklımda kalanlar:
Ahmet Mithat Efendi'nin meddahlık geleneği ve Batı'daki romansları birleştirerek yeni bir roman ortaya çıkarması ve bu sayede halka ulaşmada başarılı olması. "Romanın akışını kesip ara girme" meselesi biraz daha yerine bu sayede yerine oturması,
Recaizade Mahmut Ekrem'in Bihruz karakteri ile dünya romancılığında ilk kez "iç konuşma tekniği"ni kullanmış olabileceği,
Hüseyin Rahmi'nin evlilik kurumuna olan takıntısının, insanı daha çok kötü yönleriyle göstermesinin altında yatan Darwin ve Schopenhauer etkilerinin açıklanması ve böylelikle Hüseyin Rahmi'nin romanlarında hiç "mutlu çift" olmaması ve insanın daha çok kötü yönleriyle ele alınması konusunun yerine oturması,
Halide Edip'in Batılı eğitim almış ama geleneksel Doğulu özelliklerini de yitirmemiş kadınlarda hep kendisini yaşattığı,
"
Yaban, köylüyü tek yönlü mü anlatıyor? Kötü mü gösteriyor?" sorularına cevabın evet olması ve romana karşı sevgim ve ilgim eksilmese de eleştirilerin sağlamlığının dikkat çekiciliği,
Peyami Safa'nın kadınlara olan takıntısı, hatta onları yalnız erkek karakterlerle anlamlı görmesi, Doğu kültürünü açıkça savunmasına rağmen roman kadınlarının hep Batılı kültürle yetişmiş olması,
Hasan Mellah'ta
Monte Cristo Kontu – Ciltli, Araba Sevdasi'nda
Don Quijote, Aşk-ı Memnu
Anna Karenina, Huzur'da
Ses Sese Karşı esintileri olduğunu görmek ...
Bunun dışında eleştirmenin ilk romanlarımızdaki kadın tiplerini "kurban tipi" ve "ölümcül kadın tipi" olarak sınıflayıp anlattığı kısım ve romandaki "ikincil karakterler"in asıl işlevlerinin anlatıldığı kısımlar muazzamdı gerçekten. Bu kısımlar neden dikkatimi çekti?
Çünkü ben eleştirmenin kurban tipi dediği güzel yüzlü, melek kapli, pasif kadın karakterleri ( Dilaşup-
İntibah, Diber-
Sergüzeşt vs.) yıllardır hiç sevemedim.
Ve bazen aradan yıllar geçtiğinde bir romandaki başkarakteri unuttuğum oldu ama ikicil, üçüncül karakterler tüm canlılığıyla kafamdaydı. Eleştirmenin ikincil karakterlerin önemini Şıpsevdi'deki unutulmaz karakterlerimden Zerafet Kalfa'nın üzerinden vurgulaması da beni benden aldı ayrıca.
Eleştirmenin Genel Tutumu:
Akademik ve ciddi ama aynı zamanda kendini okutan samimi bir anlatımı var bana göre. Bu kadar ciddi bir anlatımda ara ara mizahi bir tavır sergilemesi de ayrı bir başarı. Rakım Efendi'nin cimriliğini, her şeyi kuruşu kuruşuna hesaplamasını, Hüseyin Rahmi'nin kahramanlarındaki aldatma takıntısını, Peyami Safa'nın Batılı kültürde yetişmiş ama Doğu'lu gibi düşünen kızlarının neden sürekli öksüz-yetim kalması gerektiğini okurken gülümsemeden edemedim.
Satır aralarında, yazarın kimi eserlere olan sevgisi hissediliyordu ama "bu eser çok iyidir, şu eser çok kötüdür, bu yazar iyi bir romancıdır, şu yazar çok kötü bir romancıdır" gibi keskin ifadeler hiç yoktu. Olumsuz gördüğü konuları detaylıca anlatarak bazen diğer eleştirmenlerin görüşleriyle de destekleyerek açıklıyordu. Konunun sınırlarını aşmamaya çalıştığı, edebi bir disiplin ile haraket ettiği her zaman anlaşılıyordu.
Temelde ele aldığı sekiz romancı olsa da konunun gidişatına göre zamanın diğer romanlarına da değiniyordu.
Benim eksikliğini en çok hissettiğim romancı Reşat Nuri Güntekin oldu. Her ne kadar eleştirmenin belli bir çerceve çıkarmak için belli yazarları seçtiği görülse de Reşat Nuri'siz bir ilk roman serüveni eksik kaldı benim için. Ayrıca, Berna Moran'dan bu kitapla beraber çok sevdiğim kendine has üslubuyla bir Reşat Nuri romanı incemesi okumak isterdim. Mesela Reşat Nuri'nin kadın kahramanları erkeklere göre neden daha kötü sorusunun cevabını dinlemek iyi olurdu.
İster daha önce okuduğunuz bir romana göz atmak için ister okumadığınız romanlara ön hazırlık için isterseniz de ilk bir asırlık romanımızın kaynağını ve genel çizgisini görmek için bu kitabı okumanızı öneririm.