Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

104 syf.
10/10 puan verdi
·
7 saatte okudu
Zincir öyküsüne metin desteğiyle bir derin okuma denemesi
<<<Güneş tam tepede. Elindeki usturayla insanları paralıyor. Havada ince bir kan kokusu. Ağaçlar, evler, çocuklar, yaşlılar... Aynı kokuyor. Zifirle kaplı mahalle. Güneşle kaynıyor. Simsiyah. Doğan tüm bebekler bu siyahlığın egemenliğinde büyüyor. Yaşlılar bu siyahlıkta ölüyor. Dışarıdan gelenler için dayanılmaz, mahalleli tarafından özümsenmiş. Varlıklarının vazgeçilmez parçası hâline gelmiş. Duyumsanmadığı zaman büyük bir yoksunluk hâli yaşatıyor. İnsanları bağlayan, hiçbir yere bırakmayan. İşte tam da bu sebeplerden dolayı mahalleye “Zincir” diyorlar.>>> Öykü, ilahi anlatıcının Zincir'i tasviri ile başlıyor. Bir mekân adıdır Zincir. İçinde yaşayan karakterlerin varlık bulma sebebinin -coğrafya- tasvir edildiğini hikâyenin ilerleyen bölümlerinde anlıyoruz. Her bir halkasıyla-bireyiyle- bir bütün. Sağlam bir “Zincir.” Zayıf halkaların yerlerinin hemen doldurulduğu, rijit haline dışlanmışlığın ulaştırdığı amorf bir yapı. Cam gibi kırılgan. Amorf zira kırılsa da cam bir sıvıdır. Hakan Sarıpolat, ilahi anlatıcıyla başladığı öyküye, ara ara mikro hikâyelerle devam ediyor. Mikro hikâyelerde genel anlatıcıyı kenara alıp anlatımı kahramanlara bırakıyor. Kahramanlar kendi hikayelerinde kendi hayatlarını yaşıyorlar. Onlara asla müdahale etmiyor. Cebo, Cücük Ahmet, birer Storyteller-Hikâye anlatıcısıdır aynı zamanda. Profesyonel bir pazarlamacı kıvraklığında yapıyorlar bu işi. Adeta bir sanat olarak. Çünkü kendi hikâyelerini pazarlama dertleri var. İlahi anlatıcı,<<<Cebo anlatırdı kahvede.>>> diyor ve sözü Cebo’ya bırakıyor. Mahalleden bir esnaf olan Cebo, bir anlatıcıdan çok, bir film karakteri gibi davranıyor. Fakat rol kesmiyor çünkü kendisinin de olduğu olayları hikâye ediyor. “Güneşe kafa tutuyor lavuk.” İlahi anlatıcıya bırakılsa bu kadar sahici olabilir miydi? Cebo, kendi raconunu kendi jargonuyla kesmeye devam ediyor. <<<“Bir gün mahalleye eski püskü bir araba girdi. Egzozunu patlata patlata eğledi hurdayı orta yere. İçinden kırmızı pelerinli bir denyo çıktı. Sihirbazmış meğerse. Genç, kara kuru, muşmula suratlı bir şey. Gözleri velfecri okuyor. Gerdanında Allah yazısı. Çingene, belli. Haşa küçük görmem. Benim anam da çingene ulan. Ama güzel kadındı.>>> Yazar, girişin hemen ardından devreye soktuğu Cebo karakteriyle akıllıca bir iş yapıyor. Bu haliyle öykü, hikâyenin girişinden itibaren çift anlatıcılı bir yapıya bürünüyor. İlahi anlatıcıya bırakılsa sıkıcı olabilecek uzun flashback, Cebo’nun mikro hikâyesi olarak dramatik dille aktarılıyor. Bir taşla iki kuş vuruyor HS. Tamamı gösterme metni olan mikro hikâyeyi hem bir drama olarak sahneliyor hem de bizzat mahallelinin jargonuyla “Zincir”i sağlamlaştırıyor. Mahallelinin vicdanı, karakteri, olaylara bakışıdır Cebo. Zincir, işte bu tiyatro sahnesinde derinleşiyor. <<<Çay getir ulan Kör Kazım. Elinin ayarına sıçayım, az açık koy.>>> <<<Kocası öldü be. Kolay mı?>>> İkinci kısımla beraber asıl kahraman giriyor hikâyeye. Ali İmran ve annesi. Ve kuşları. Sahi kimdir kahraman? Kuşlar mı, Ali İmran mı? İbn-i Haldun'un “Coğrafya Kaderdir” tespitini zihninde kristallendiremese de anne, yaşayarak görmüş, el yordamıyla anlamıştır. Bir şey ama ne? Tabii ya, “Zincir”in kokusu. <<<Bu yüzden karanfil kokulu mendil vermişti oğluna. “Kokla oğlum,” demişti.>>> Annesi, zihnine girmiş İlahi anlatıcıyla hem geçmişi hem sırrını paylaşıp çekiliyor. <<< Ne çok çekmişti kocası. Babası gözlerinin önünde annesini keserken elinden hiçbir şey gelmemiş.>>> Sırrı kitapta. Top artık II. Ali İmran’dadır. II. Ali İmran asıl Ali İmran’dır. Kuşçu. Bir bir sayıyor güvercinlerini Ali İmran. <<<Keke’ye, Sürmeli’ye, Hürriyet’e, Kılkuyruk’a, Şopen’e, Şeker’e, Dost’a.>>> Güvercinlerin isimleri mekân sakinlerinin kafa karışıklığını, kültürel arada kalmışlığını da gösteriyor. Belki de anlamını bile bilmediği isimler “Şopen-Hürriyet” yoluyla sosyal aidiyetini yanlış yerde konumlandırıyor. Bir nevi, “Reductio ad absurdum-Olmayana ergi-Abese irca” hali. Öyküde Zincir mahpusluğun simgesidir. Bu mahpusluktan tutkularıyla kaçar mahalleli. Kimi hikâye anlatma tutkusuyla kimi kavga tutkusuyla. Mahalleden, kendinden, geçmişinden. İsmini babasından almış ana karakter Ali İmran'ın bu kaçışı güvercinlere olan tutkusuyla şekilleniyor. Kaçış sadece kuş tutkusu değildir. İşte burada harika bir şey yapıyor HS. Bir Storyteller-Hikâye anlatıcı daha yaratır. Kuşlar. Ali İmran, annesinin psikolojisini bozan geçmişinden, babasının kapanmamış ölüm dosyasından, kendi çocukluk zorluklarından; hepsine sebep olan "Zincir"den bu tutkusuyla kaçar. Kaçışını da kuşların anlattığı hikayelerle yapar. Bu sırrını öyküye bodoslama dahil olan davetsiz misafir Cücük Ahmet’e açar. <<< “Paçalı en sevdiğim kustur. Diğerleri de öyle ama onun yeri başka. Her gün bir öykü anlatırlar bana. Bu öyküleri Paçalı yazar. Sabaha kadar uyumaz. Kuğurdar durur. Alıştım onun sesiyle uyumaya. Anamın sesinden sonra en sevdiğim ses oldu.” “Öykü mü anlatırlar? Nasıl yani biraderim?”>>> Burada edebiyatın sağaltıcı yanına işaret eder HS; insanların kendi yarattığı kurmaca-hayali hikâyeleriyle nasıl kendi ruhlarını tedavi ettiklerine. Her okuduğumuz kurmaca, eğer bunu başarmışsa yazar, okura metinle özdeşlik kurdurur. Kurmaca zihnimizde gezinirken kendi özdeş hikayemizi kurarız. <<< “Ortadaki kuşu görüyor musun? Yaşlı adam o. Odasına kapanmış, sessizce sevdiği kadının gelmesini bekliyor. Kuşun başı bu yüzden aşağıda. Evin içi insanlarla dolu. Çocuklar, torunlar, komşular… Ama yaşlı adam hiçbirini görmüyor. Karısının aynasını almış eline, aralıksız bakıyor. Eski günlere dönüyor, gençlik yıllarına. Sevdiğini ilk gördüğü âna.”>>> Bu anlamda HS, okura kurdurduğu özdeşlikle yetinmez, bir kurmaca kahramanın anlattığı mikro hikâyeye başka bir kurmaca kahramanında yaratır bu özdeşliği. Kuşların anlattığı hikâye okur-Ali İmran-Cücük Ahmet üçgeninde dolanır. <<< “Çemberin dışındakine bak. O işte kadın. Hastanede. Kanser.” Cücük Ahmet’in aklına annesi geldi. Son günlerinde çektiği acılar, babasıyla çaresiz bekleyişleri…>>> Kuşlar da hikâye anlatırlar. Güvercinler kurdukları öyküleri Ali İmran aracılığıyla aktarırlar. Dinleyen herkes kendi benzer öyküsüne dalar. Öylesine hikayeler dinler ki Ali İmran, o hikayelerde "Zincir"in halkasını oluşturan herkesin hikâyesi vardır. “Zincir” mikro hikâyelerle bütünü oluşturuyor. Bir mikro hikâye de Cücük Ahmet'indir. Gerçekle yalan iç içedir. Okur Cücük'ün kuşlar hakkındaki tiradına hayran kalsa da kuşku duyar. Zira yaşını, nasıl genç kaldığını, güvercinlerin kuluçkadaki yumurtalarını anlatırken tekinsizdir. Bol bol sallar. Desteksiz palavralarıyla güldüren güvenilmez anlatıcıdır. <<< “İyi madem. Anlatayım az. Güvercinin iyisi uzun gidenidir.>>> Cücük Ahmet'in gelmesiyle kapanmamış bir hikâyenin, görülmemiş bir hesabın içine gireriz. Cücük güvercinler hakkındaki tiradıyla girer öyküye. Belki de ikinci girişidir bu. Kim bilir? <<< Benim kuşlar yumurtadan oynamaya başlardı. Bir bakardım ki kümesten çıkmışlar, hoplaya zıplaya gidiyorlar. Yakalar, analarının altına sokardım. Birinde Bahadır’ı aşağıki mahallede çocukların maçını izlerken buldum. Şaka değil ha. Harbiciyim>>> Tıpkı geldiği gibi aniden sırra kadem basan Cücük, <<< Üstünde rengarenk kıyafetler, burnunda kocaman kırmızı bir top, başında gökkuşağı renginde peruk. Gözlerinin etrafı beyaza, yanakları kırmızıya boyalıydı.>>> finale yakın tekrar döner. Bu tekinsiz belki de Çoklu Kişilik Bölünmesinden muzdarip haliyle güvenilmez anlatıcı olduğunu tescil eder. Hakan Sarıpolat Zincir öyküsünde tutku ve saplantılar inşa eder. Hepsi yarım kalmış, tamamlanamamış, kendi menkıbesini yaratamamış kahramanlarla hayat bulan yarım kalmış hesaplaşmalar. Kim, neyin hesabının peşinde belli değildir. Çünkü coğrafyasının kaderi olduğunu bilen çok azdır. Bilen de yanlış sebebe kilitlenir. Bu hâl, annenin direğin dibinde sadece kendisinin gördüğü siyah kan lekesiyle, oğul Ali İmran'ın Zincir'den kurtulmak için tutunduğu güvercin tutkusuyla -belki de yarım kalacak- hikayeler yaratır. Öykünün hikayesine neden girdiğini anlamadığımız tekinsiz, güvenilmez anlatıcı Cücük Ahmet, dikkatli okunacak finalle aydınlanır. Finalde şunları da anlarız. “Amor Fati-Kaderini sev” diyen Nietzsche'nin, sonrasında tariflediği kaos aslında İbn-i Haldun'un “Coğrafyan Kaderindir,” tespitiyle asla çelişmez. Kaderinden-coğrafyandan kaçmak için ne olman, neye sahip olman lazımdır? Ya direk? Yarım kalan hesap görülmüş müdür? Yoksa yarım kalan kararmış, zifte dönmüş bir hayat mıdır? CIS sizi bekliyor.
Cıs
CısHakan Sarıpolat · İthaki Yayınları · 2021368 okunma
··1 alıntı·
1.570 görüntüleme
Orkun Derikli okurunun profil resmi
Metin Bey, bu simge, alegori işlerini ben de öğrenebilecek miyim? :)))Sonu belirsiz ama şeffaf. Aklım karıştı iyice. Kitap gelse de okusam.
Metin T. okurunun profil resmi
Bu sitede o kadar çok üstat var ki, insan her şeyi öğrenir Orkun kardeşim.
Bahar Esen okurunun profil resmi
Merak ettiğim öyküler, incelemenizle,merakımı daha da arttırdı. Yazmış olduğunuz kitapla ilgili yorumunuz bana şunu dedirtti,- acaba bu öyküler bana ne katacak?- bu soru her inceleme yada her kitap yorumu için geçerli değildir.O yüzden önemsedim önemli buldum.Bu incemeleyi size yazdırana da https://1000kitap.com/hakans Bey' e de teşekkürü bir borç biliyorum.
Neşe okurunun profil resmi
Metin Bey, okuduklarımızın bizde bıraktığı etkilerle kitapları yorumluyoruz. Elbette bu da değerli. Ancak incelemenin kendisi edebî bir tür olduğundan gerçek bir inceleme yazmak hem zahmetli, hem de birikim isteyen bir şey. Sizin incelemeniz bunun iyi bir örneği. Kendi adıma diyeyim, sabah sabah çok şey kazandım. Elleriniz dert görmesin. Cıs’ı heyecanla beklemiştim. Beklediğime değdi. Okuru bol olsun.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.