Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

.............Kendimizi Tanımaya Çalışalım........... 1 / Kalp Diriliği Kalp devamlı kendi vazifesini görmek, Rabb’ini zikretmek ister. Nefis de hep uyanıktır, hiç uyumaz ve sahibine kötülükleri emretmekten geri durmaz. Kul, Allah Teâlâ’nın emirlerine kulak verdi ise ne âlâ, aksi durumda o nefis ve şeytanı dinler. Hakk’ı işitme yolunu kapatan her şey nefsin bir heyecan ve hararetinden kaynaklanmaktadır. Bu işte şeytan da devamlı yol göstermektedir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Eğer şeytanlar insanların kalplerinde dolaşıp onları sarmasalardı, onlar göklerin melekûtuna bakarlardı.” Hasan-ı Basrî (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir: “Yakîn ehlinin müşahedesi, âriflerin marifeti, rabbânî âlimlerin nuru, önceki velilerin felah ve salah halleri, ezel ve ebed arasında cereyan eden hadiselerin gerçek şeklinin tesbiti sadece kendisinde manen diri bir kalp ve Hakk’a tam yönelmiş bir kulak bulunan kimseye mümkün olur. Kalbi gafletle ölü kimse bu gerçekleri anlayamaz.” İbn Atâ da (rahmetullahi aleyh) demiştir ki: “Diri ve anlayışlı kalp, devamlı Hakk’ı murakabe ve müşahede eden, boş şeyleri düşünerek veya zafiyete düşerek O’ndan gafil olmayan kalptir.” ~ 2 / Yevmü’l-Mezîd Cebrâil’in (aleyhisselâm) bir görüşmede Resûl-i Ekrem’e (sallallahu aleyhi vesellem) anlattığına göre Allah Teâlâ cennette beyaz miskten bir vadi yarattı. Bu vadi cennet ehline cuma günleri görünür. O gün peygamberler nurdan minberlerde, sıddıklar ve şehidler onların etrafında, altın kürsülerde, diğer cennet ehli ise bir tepenin üzerinde olacaklardır. Hep beraber yüce Allah’ın cemalini seyrederler. Allah Teâlâ onlara, “Ben vaadimi yerine getirdim ve size olan nimetimi tamamladım. Burası benim ikram yerimdir. Benden dilediğinizi isteyin” der. Cennet ehli yüce Allah’tan kendilerinden razı olmasını isterler. Allah Teâlâ, “Ben sizden razıyım, sizi cennetime aldım ve nimetlere kavuşturdum, ancak daha da isteyin” buyurur. Cennet ehli yine O’nun rızasını isterler. Bu durum böyle tekrar eder. Sonra öyle bir kapı açılır ki o güne kadar kimsenin görmediği, bilmediği nimetlerle Allah Teâlâ kerem eder. Bundan sonra cennet ehli yerlerine dönüp Allah Teâlâ’nın cemalini yine seyretmek için cuma gününü beklerler. İşte o cuma günlerine “yevmü’l-mezîd”, yani “nimetlerin zirveye çıktığı gün” denilmiştir... ~ 3 / Allah Teâlâ’yı Kullara Sevdirmek Mürşidler, Allah Teâlâ’yı kullarına sevdirmek için gayret ederler. Bunun için müridlerini terbiye ederek manevi kötülük ve kirlerden temizlerler. Nefis bu terbiye sonucu çirkin sıfat ve huylardan arınır. Böylece kulun kalbi nurlanır. Basiret gözü açılır. Allah Teâlâ’nın celal nurları ona görünür. Nihayet kul, ezelî kemali izlemeye koyulur. İlâhî huzura gitmek için can atar. Kul böylece Rabb’ini sevmiş olur. Bu sevme, tasavvuf terbiyesinin bir sonucudur. Nefsin kurtulması, marifet ilmini elde etmesi ile mümkündür. Bu ilimle birlikte kalp aynası parladığı için müride, dünya bütün çirkinliği, gerçek yüzü ve asıl haliyle görünür. Ahiret ise bütün güzelliği ve yüceliği ile ortaya çıkar. Kul, ebedî olanı tercih eder, geçici olanı terkeder. Mürşid-i kâmil, Allah Teâlâ’nın bir askeridir. Yüce Allah onunla isteyenleri irşad eder, arayanları hidayete ulaştırır. O, kullarının üzerinde nurları tecelli eder. Onların meclisinde bulunanlar da bu rabbânî güzellikleri müşahede ederek zâhiren ve bâtınen edep sahibi olurlar... ~ 4 / İstikamet ve İstiğfar İstikamet (dosdoğru olmak) sırât-ı müstakîme girmek demektir. Bu da kendisinde sağa ve sola hiçbir eğrilik bulunmayan dosdoğru dindir. Zâhirî ve bâtınî taat sayılan bütün amelleri işlemeyi ve aynı şekilde tüm yasaklardan uzak durmayı kapsamına alır. Allah Teâlâ, Fussılet sûresi 6. âyette, “Artık O’na yönelin, O’ndan mağfiret dileyin” buyurmaktadır. Âlimlerimizin bildirdiğine göre bu âyet, Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği şekilde istikamet sahibi olma hususunda kusurlu olmanın insanlar için kaçınılmaz olduğunu, bunun sonucu olarak tövbe etmek gerektiği ve tövbenin bir gereği olarak da istiğfar etmenin zorunlu olduğunu ifade etmektedir. Kusurlu davranan kişi, tövbe ve istiğfar ile tekrar istikamete yönelmiş olur. Peygamber Efendimiz de (sallallahu aleyhi vesellem) bir keresinde Hz. Muâz’a (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: “Her nerede olursan ol Allah’tan kork, her kötülükten sonra onu yok edecek bir iyilik işle!” ~ 5 / İsimlerin Tecellisi “İmam Kuşeyrî (rahmetullahi aleyh), esmâ-i hüsnâ hakkında açıklamalarda bulunup demiştir ki: ‘Şöyle denilmiştir: Allah Teâlâ, kullarına isimlerini bildirdi; bundan sonra kullar onları söz olarak zikrettiler. Allah Teâlâ zatını yüce tuttu. Akıllar her ne kadar safileşseler de zât-ı bârinin hakikatini anlamak için fazla ileri gidemez. Çünkü hakikatler ortaya çıktığında, akıllar hayret perdesi ile perdelenmiş olduğundan, aklın Allah Teâlâ’yı müşahede halleri içinde hakkı ihata etmeye yönelmesi ve bunu talep etmesi câiz olmaz. Cenâb-ı Hak, yücelik sıfatlarını hak etmede çok yücedir; hakikatine ulaşılamaz. O, her şeyi ile tektir.’ Allah Teâlâ’nın bütün güzel isimleri insanda tecelli eder. Bu tecelliler insana, bazan tek tek bazan toplu halde gelir. Kişi ârif olunca bütün bu tecellilerin tek şahısta toplandığı da olur. Öyle ki ârif, her bir ism-i ilâhî ile insanî kapasitesi ölçüsünde ahlâklanır. Şu kadar var ki ondaki tecelliler de farklı farklı olur. Ârif bazan Melik ve Kuddûs isimlerinin tecellisine mazhar olur bazan Rahmân ve Rahîm isimlerinin tecellisine mazhar olur. Diğer isimlerin tecellisi de böyledir.” İbn Acîbe el-Hasenî (rahmetullahi aleyh)!.. ~ 6 / Haset Hastalığı Haset eden kimse kendine üç türlü zarar verir: Birincisi, günah kazanır, çünkü haset büyük günahlardandır. İkincisi, Allah Teâlâ’ya karşı saygısızlık etmiş olur. Hasedin aslı, Allah’ın bir kuluna nimet vermesini kötü görmek ve O’nun işine itiraz etmektir. Üçüncüsü, haset eden çokça gam ve keder ile kalbini acılara gark eder. Kendisi mesut olamaz, kimse tarafından da sevilmez... ~ 7 / Müslüman Ahlâkı Müslüman Allah’tan korkarak haram ve şüpheli şeylerden uzak durur. Her işinde doğruluk ve adalet üzere olup verdiği sözü tutar. Emanete sahip çıkar, hainlik etmez. Söz ve davranışlarında edepli, güzel bir terbiye ile hareket eder. Gösteriş, riyakârlık yapmaz. Maddi bir çıkar, insanların pohpohlaması, bir terfi, makam elde etme gibi sebeplerle niyetini çirkinleştirmez. İyilik etmeyi sever. İnsanlarla ilişkilerini, onlara karşı söz ve davranışlarını öfkeden, tahammülsüzlükten arındırır. Sükûnet ve temkinle davranır. Her canlı ve cansız varlığa Allah Teâlâ’nın bir eseri, sanatı olduğu için saygı duyar. Fakat kulları içerisinde Hak Teâlâ’ya karşı isyankâr olanlardan uzak durup dostlarına yakın olur. Zorluğu görünce yılmaz. Gereğinden fazla konuşmaz. Dinlemesini bilir. Gerçeği, hakkı gizlemez. Mümin kardeşleriyle arasında muhabbet, sevgi oluşması için edebe dikkat eder. Kutsal değerleri, namus ve şerefi el üstünde tutar. Çirkin, kötü işlerden utanır. İnsanların kusurlarını örter. Görmezlikten gelir. Yalnız kendi kusurlarını görmeye ve onları iyileştirmeye çalışır... 8 / İyilik Bağları Dünya malı fakir ile zengin arasında bir irtibat vesilesidir. Nitekim Fahr-i Kâinat Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Birbilerini sevmekte, karşılıklı acımak ve esirgemek konusunda müminler, bir uzvu hastalanınca diğer âzaların da uykusuz ve ateş içinde kaldığı, acısına ortak olduğu beden gibidir” (Buhârî; Müslim). Zenginlik, sahip olduğu mülk üzerinde gelip geçici bir emanetçi olduğunu bilen kimse için bulunmaz bir fırsattır. Çünkü bu sayede malını Allah yolunda harcar, Allah’ın dininin insanlara ulaşmasına vesile olur. Malı ile ailesinin, akrabalarının, komşularının ve müslüman kardeşlerinin sıkıntılarını giderir. Onların dualarını alır. Böylece Allah’ın dostları arasına girer. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor: “Zulümden sakınınız. Çünkü zulüm kıyamet gününde karanlıklar halinde karşınıza çıkar. Cimrilikten sakınınız. Zira o sizden evvelkileri helâk etti. Onların birbirlerinin kanını dökmelerine ve haramları helâl saymalarına yol açtı” (Müslim)!.. ~ 9 / Vefa Vefa, üzerine aldığı emanetin hükmünü gerek dışta gerek içte yerine getirmektir. İstikamete aykırı hiçbir yöne sapmadan doğru yolda yürümektir. İnancı düzeltmek, dinin belirlediği yolda gitmek, Hakk’a mahsus yerlerde ve Hak ile beraber olmaktır. Vefa bollukta ve darlıkta Hakk’a mahsus yerlerde Hak ile beraber olmaktır, Hakk’a içtenlikle uymaktır. Sevgiyi korumak, ahdi gözetmektir. Vefa, cefa getirecek şeylerden sakınmak, başkalarının kusurunu görmezlikten gelmek, dostların kusurlarına bakmamak, hatalarını bağışlamaktır. Vefa, kalbi, dostlara karşı kötü zan beslemekten korumaktır. Rıza Rıza, kalbin, başa gelen olaylara üzülmemesi, kaderin hadiseleri karşısında huzur duymasıdır. Hallerin değişmesi, iyi ve kötü hadiselerin başa gelmesi, rıza derecesine erişmiş kişinin tutumunu değiştirmez. Rıza, başkalarının üzüldüğü, şaşırdığı olaylar başa geldiğinde kalbin sükûn içinde olmasıdır. Rıza halinde kuvvet kazanan kimsenin gözünde nimetler ile mihnetler bir olur. Çünkü hepsi de aynı kaynaktan gelir. Rıza, başa geleni kalp huzuru ile karşılamaktır. Rıza derecesine ulaşmış olanın dışı ve içi düzgün olur. Hiçbir hale güvenmez, hiçbir olay onu rahatsız etmez!.. ~ 10 / Kardeşin Hakkında İyi Düşün Hz. Ömer (radıyallahu anh) arkadaşlarından birini birkaç gün ortalıkta göremeyince, yanına Abdurrahman b. Avf’ı da alarak durumunu öğrenmek üzere evine gitti. Vardıklarında evin kapısını açık buldular. Aradıkları kişi oturmuş, eşinin verdiği bir kaptan bir şeyler içiyordu. Bunu gören Hz. Ömer, kaptakinin içki olduğunu düşünerek Abdurrahman b. Avf’a, “Neden ortalıkta görünmediği şimdi anlaşılıyor” dedi. Abdurrahman b. Avf (radıyallahu anh), “İçtiği şeyin içki olduğunu nereden biliyorsun?” diye sordu. Hz. Ömer (bu soru üzerine tereddütle), “Ne dersin, acaba (içtiği şeyin ne olduğunu tartışarak) onun gizli hallerini mi araştırmış oluyoruz?” dedi. Abdurrahman b. Avf, “Evet, bu yaptığımız gizli hali merakın (tecessüsün) tâ kendisi” diye cevap verdi. Hz. Ömer, “Peki, bunun kefâreti nedir” diye sorunca Abdurrahman b. Avf, “Gördüğümüzü kendisine söylemeyeceğiz, hakkında da iyilikten başka bir şey düşünmeyeceğiz” dedi. Bunun üzerine içeri girmeden geri döndüler. ~ 11 / Berat Gecesi Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Berat gecesini ibadetle, gelen günü de oruçla geçirmemizi tavsiye ettikten sonra şöyle buyurdular: “Allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar; ‘Yok mu benden af isteyen, onu affedeyim. Yok mu benden rızık isteyen, rızık vereyim. Yok mu bir musibete uğrayan ona afiyet vereyim. Yok şunlar, şunlar...’ der” (İbn Mâce). Üç ayların bereket ayı şabanda bulunan bu gece ümitle, sevinçle doğuyor üzerimize. Zorlukları aşmak isteyenlere cesaret veriyor, ümitsizliğe düşenleri teşvik ediyor, günahlarının yüküyle beli bükülenlere ötelere dair güzel hayaller kurduruyor. Berat, ümidi, sevinci içinde barındıran bir kelime. Bir müjde gibi. Kurtulmak, temize çıkmak demek. Allah’ın affı ve bağışlamasıyla günahların yükünden kurtulmak demek. Kim korkularından kurtulmak istemez? Kim dünya ve ahiret korkularından emin olmak istemez? İnsan bunun için Rabb’ine yönelir. Dinine sarılır. Hz. Peygamber’in yaşantısını, ahlâkını kuşanmaya çalışır. Sonra büyük günde müjde gelir. Berat ettin denir... ~ 12 / Davet Ehli İnsanları yüce Allah’a davet edenler, insanların kendilerine tâbi olmasına ve yollarına girmesine hırs göstermezler. Bu dinimizce kötülenmiş bir tutumdur. Her insana gerekli olan benlikle değil basiret gözüyle bakmaktır. Basiretle ve Allah rızası için bakan bir kimse, kim kulları Allah’a yöneltiyor, gönülleri O’ndan başkasından çekiyor, hayra sevkediyor görür. O kimse nerede bulunursa bulunsun, nasıl olursa olsun Allah yolunda kendisine uyulur. Kimi de bu halin dışında bulursa ondan yüz çevirip başkasını arar. İnsanları etrafında toplamaya hırs göstermek yahut onların kendisine tâbi olmasına heves etmek, yüce Allah’a davet edenlerin vasfı değildir. Tam aksine onlar insanlar içinde bu işten en fazla gönlünü çekmiş kimselerdir. Onlara kim gelirse onu yüce Allah’a sevkederler, kendileriyle karşılaşan kimselere Allah için nasihat ederler. Gerçek davetçiler Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) izinden giderler. Hak Teâlâ, peygamberine şöyle buyurmuştur: “İman etsinler diye insanları zorlayacak mısın?” (Yunus 10/99). Bu nedenle Peygamber Efendimiz insanları İslâm’a davet etmiş, sonra bir zorlama yapmamış, sadece Allah Teâlâ’nın ne yapacağına bakmıştır... ....... 13 / Nizâmülmülk’ün Hatırası Büyük devlet adamı Nizâmülmülk şöyle anlatıyor: “Hükümdarlardan birine hizmet ederken adamın biri gelip bana şöyle dedi: Kendisini köpeklerin yiyeceği birine daha ne kadar hizmet edeceksin? Sana faydalı olacak kimselere hizmet et. Adamın söylediklerini anlamamıştım. Ancak hizmet ettiğim hükümdar o akşam içki içmiş ve sarhoş olmuştu. Gece vakti dışarı çıktı. Bahçede yabancılara saldıran köpekleri vardı. Kokusunu farklı bulmuş olacaklar ki o gece onu parçaladılar. Sabah olup manzarayı görünce adamın sözü aklıma geldi ve irkildim. Şimdi beni uyaran o şeyh gibi birini arıyorum.” “Öf” Bile Deme İmam Gazâlî (rahmetullahi aleyh), Ölüm ve Ötesi adlı kitabında anne baba hakkının önemiyle ilgili şöyle bir kıssa anlatıyor: “Bir adam ölür. Mahşerde hesabı görülürken günahları ve sevapları eşit gelir. Cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğine uzun süre karar verilemez. Sonra arştan bir kâğıt atılır ve bir yaprak gibi uça uça inerek terazinin günahlar hanesine konar. Adam merakla kâğıda bakar. Üzerinde sadece ‘öf’ yazılıdır. Adam hayatında annesine bir kerecik ‘öf’ diyerek şikâyetlenmiş ve işte o da mîzanına konmuştur...” ....... 14 / Hayatın Görünen Yüzü Sahip oldukları imkânlarla mağrur olanların halleri onlara perdedir. Gerçeği görmelerine, hayatın aslını bilmelerine engel olur. Sahip oldukları mal mülk ve benzeriyle meşgul olur, gönüllerini onlara bağlar ve ömürlerini onlara sarfederler de Kur’ân-ı Kerîm’de yazılı olan şu ilâhî kelâmı hiç görmezler: “Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise tamamen gafildirler” (Rûm 30/7). Dinleme ve Doğru Anlama Dinleme, karşıdaki kişinin neyi ne maksatla söylediğini anlamaya çalışmaktır. Dinleme becerisinin gelişmemesi sebebiyle, çoğu kez anlatılmak istenen ile anlaşılan şey aynı değildir. Kişilerin kendi önyargıları, anlayış seviyeleri, dünyaya bakış açıları, karşısındaki kişinin söylemek istediklerinin doğru anlaşılmasını çoğunlukla engeller. Buna çarpıtarak dinleme denir. Kişinin kendisini karşıdakinin yerine koyarak onun duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlayabilmesi için karşıdaki kişinin dünyasını onun gözüyle görmeye çalışmak gerekir. Anlatabilmek, anlaşabilmek için önce anlamalıyız. Aksi durumda bütün konuşmalar faydasız olur... ....... 15 / Büyük Tavırlar Ahnef b. Kays (radıyallahu anh) bir gün yanında birkaç kişiyle Hz. Ömer’i ziyaret etmişti. Hz. Ömer (radıyallahu anh) eteklerini beline sıkıştırmış koşturuyordu. Ahnef b. Kays’ı görünce, “Gel yardım et! Hazineye ait bir deve kaçtı. Onu yakalamaya çalışıyorum” dedi. Oradakiler Hz. Ömer’e bir köleyi görevlendirmesini tavsiye ettiklerinde Hz. Ömer (radıyallahu anh), “Benden daha iyi köle kimmiş?” diye karşılık verdi. Hz. Ömer’in torunu Ömer b. Abdülaziz de (radıyallahu anh), halife olduğu yıllarda halkın işiyle ilgilendiği zaman devlete ait bir mum yakıyor, kendi ziyaretçilerini ise kendi satın aldığı mumla karşılıyordu. Onun devlete ait yakacakla ısıtılmış sudan abdest almadığı da anlatılır. Ebü’d-Derdâ (radıyallahu anh) ölürken devesine, “Ey deve, kıyamette benden davacı olma. Zira ben sana gücünden fazla yük vurmadım” demiştir... Özlü Söz İlimsiz dergâh, temeli buzun üzerine yapılmış bina gibidir. Gavs-ı Sânî (kuddise sırruhû) ....... 16 / Hilelere Dikkat Nefisle şeytan insana açıktan saldırmaz. Kendilerini gizlemeye, insanı birtakım hilelerle, vesveselerle avlamaya çalışırlar. Nefs-i emmârenin arzuladığı şeyler, faydalı ve süslü bir şekilde görünür insana; şeytanın sevketmek istediği şeyler de yaldızlı ve çekici bir şekilde parıldar. Fakat akıllı olan insan, bunlara aldanmaz, serabı su sanmaz, yaldızlı bakırları altın zannetmez, heves ve arzuları uğruna manevi hayatını feda etmez. Gafil olanlar ise aldanırlar, nefisleri yüzünden defalarca felakete düşerler. Bir an gelir pişman olup tövbe ederler. Yazık ki sebat edemezler; yine nefislerinin arzusuna, şeytanın vesvesesine uyarlar. Sonunda mahvolur giderler. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Mümin bir delikten iki kere ısırılmaz.” Sen bir deliğe elini uzattın, orada zehirli bir hayvanın bulunduğunu anladın, artık o deliğe bir daha elini uzatır mısın? Öyleyse insan bir kere zarar gördüğü nefs-i emmâresine yani kötülüğü emreden nefsine bir daha uymamalı, bir kere kötülüğünü gördüğü şeytanın vesvesesine bir daha kapılmamalıdır... ....... 17 / İki İlim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Şüphesiz peygamberler altın ve gümüş cinsi maddi şeylerden miras bırakmazlar. Onlar sadece ilim bıraktılar. Kim o ilmi alırsa büyük bir nasip elde etmiş olur.” İmâm-ı Rabbânî (kuddise sırruhû) bu hadis-i şerifte zikredilen vârisliğin nasıl olacağını şöyle açıklıyor: “Peygamberlerden bize iki çeşit ilim kalmıştır: 1. İlâhî hükümleri ve edepleri öğreten ilim. 2. Manevi halleri ve sır ilmini öğreten ilim. Gerçek vâris olan âlim her iki ilimden de payını alan kimsedir. Yalnız birinden nasibini alan tam vâris değildir. Zira böyle bir şey vârisliğe terstir. Çünkü gerçek vâris, miras bırakan kimsenin tüm malına vâris olur, bir kısmını alıp bir kısmını terketmez. Miras bırakanın malının bir kısmından biraz pay alan vâris değil, belki alacaklı olabilir. Çünkü alacaklı, malın hepsini değil, ancak hakkı kadar olanı alır. Gerçek âlim, Resûlullah’a (sallallahu aleyhi vesellem) tam vâris olan kimsedir... ....... 18 / Allah’tan Korkanlar Mümin, Rabb’inin büyüklüğünü ve azabının çetinliğini bilerek O’ndan korkar. Allah’tan en çok korkan da O’nu en çok bilendir. Bu sebeple Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem), “Ben, içinizde Allah’tan en çok korkanınızım” (Buhârî) buyuruyor. Fâtır sûresinin 28. âyetinde şöyle buyruluyor: “Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar.” İlâhî bilgi arttıkça kalbe düşen korku da çoğalır. Fakat ümitle dengelenen Allah korkusu insanı bunalımlara değil, isyandan uzak durmaya, geçmişi telafi için taat ve ibadete, geleceğe hazırlanmaya sevkeder. Bunun için büyükler şöyle demişlerdir: “Herkes korktuğunda kaçar, yalnız Allah’tan korkan O’na yaklaşır.” Günah ve Tövbe Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyor: “Kul bir günah işleyip hemen ardından tövbe ettiği zaman Allah Teâlâ meleklerine, ‘Kuluma bakın! Bir günah işledi de suçunun cezasını veren ve mağfiret eden bir Rabb’i olduğunu bildi ve tövbe etti. Şahit olun, ben de onu bağışladım’ buyurur” (Buhârî; Müslim)... ....... 19 / Değerimiz Kalbimiz Kadar Her mümin, Allah katında ne kadar kıymetli olduğunu ve yüce Allah tarafından ne derece sevildiğini bilmek ister. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), bunun cevabı için kalbinize bakın buyuruyor ve ekliyor: “Kul kalbinde yüce Rabb’ine ne kadar yöneliyor, değer veriyor, O’nu seviyor ve zikrediyorsa bilsin ki Allah katında kıymeti o kadardır” (Hâkim, el-Müstedrek; Ebû Ya‘lâ, el-Müsned; Beyhakî, Şuabü’l-İmân). Yüce Allah kalbimizi kendisi için yaratmıştır. Kalbe yüce zatını tanıma ve sevme kabiliyeti vermiştir. Onu arşın ve melekût âleminin özellikleriyle donatmıştır. İlâhî huzur ve nazar yeri yapmıştır. Onun tamamen kendi sevgisine tahsis edilmesini ve razı olmadığı bütün sevgi, düşünce, hesap ve hedeflerden temizlenmesini emretmiştir. Kalbin bu sıfatına “takva” denir. Takva sahibi yani müttaki kişi, Allah Teâlâ’nın dostudur. Ahirette de ancak kalb-i selim fayda verecek, müttakilerin yüzü gülecek, dünya için elde edilen mal, mülk, evlat, makam ve itibarın hiçbir faydası olmayacaktır... ~ 20 / Haset Cehaleti İmam Gazâlî (rahmetullahi aleyh) diyor ki: “Cahiller kalpleri hasta olan kimselerdir. Bu hastalık da haset, ahmaklık, anlayışsızlık gibi çeşitli sebeplerledir. Âlimler kimini tedavi edebilir, kimileri de tedavi olmaya müsait değillerdir. Bunlardan cehalet hastalığı haset ve öfkesi sebebiyle olan kimseye ne kadar güzel cevaplar versen, açıklasan ve izah etsen de onun öfkesi, kin ve düşmanlığı daha da artar. Bu durumda en doğru yol onunla meşgul olmamaktır.” Denilmiştir ki: “Bütün düşmanlıkların ortadan kaldırılma ihtimali vardır, ancak hasedinden dolayı düşmanlık edenin düşmanlığı yok olmaz.” Bu gibi kimselerden yüz çevir ve onları hastalıklarıyla baş başa bırak. Şöyle buyrulmuştur: “Artık sen bizim zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir” (Necm 53/29). Haset edenler, konuştuklarıyla ve yaptıklarıyla, güzel amellerini de yakıp yok ederler. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi, haset de yapılan iyilikleri öylece yakar!..” ~ 21 / Ahiretten Önce Allah Teâlâ insanın yüreğine ruh âleminden bir gönül yani bir kalp yerleştirmiştir. Bu gönlün bilmek, tanımak, istemek, sevmek gibi özellikleri vardır. Bu gönlün yaratılışına layık olan, kendisini yaratanı bilmek, O’nu sevmek, rızasına kavuşmayı arzu etmek, Allah Teâlâ’nın rızasına kavuşmanın yolu olan Resûlullah’a (sallallahu aleyhi vesellem) her bakımdan tâbi olmak ve O’ndan başka her şeyden alakayı kesmektir. Böyle bir gönüle sahip olmayan kimse insan sûretinde bir mahlûktur. Böyle bir saadetten mahrum olan kimse kesinlikle hastadır. Bunun ilacı ise gafletten uyanıp pişman olmak, af ve mağfiret edilmesi için Allah Teâlâ’ya yalvarmaktır. Gaflet, hakkı unutmaktır, bunun ilacı ise zikirdir. Zikir kalbin uyanmasıdır. Bu özel bir çaba, azim ve terbiye ister. Bu iş ahirete kalırsa bir fayda vermez. Ahiret gaflet yeri değildir, orada herkes uyanır, akıllanır, gerçeği anlar. Dünyayı ve ahireti tanır, hakkı görür, iman eder. Ancak iş işten geçmiş olur. Böyle olmaması için dünya hayatındayken kâmil rehberlerin gösterdiği usulle gayret etmelidir!.. ~ 22 / Nasihatler “Ey oğul! İnsanlara yalan söyleme. Çünkü asılsız sözle itibarını kaybedersin. Büyüklere düşmanlık eden de şüphesiz rezil olur. İnsanların yanında edepsiz olma ki rüsva olmayasın. Ey güzel huylu! Hafif meşreplilerden olma, zira bu huy insana sıkıntıdan başka bir şey getirmez. Ey oğul! Büyüklerle inatlaşma. Ahmaklık edip de şerefini kırma. Eğer sana dünyada itibar lazımsa her an güzel huylu olmalısın. Ahlâksızlık üzere yaşayanlardan şeref ve haysiyet şikâyetçi olur. İnsanlara doğru sözden başka bir laf etme ki yüzsuyun ırmak suyuna dönmesin. Muhalefetten ve hainlikten uzak dur ki yüzünde hep Allah’ın (celle celâluhû) nuru parlasın. Şayet iyilikle anılmak istiyorsan kimseye kötü söz söyleme. Dünyada kederli yaşamamak için kimseye hasetle bakma. Eğer zenginsen cömert olmaya bak, bu vesileyle seçkinliğin artsın. Vefayı ve sabrı kendine huy edin, bunlar şerefi artıran meziyetlerdir. Halka karşı cömert olan kimse, şüphesiz izzetli olur...” Şeyh Ferîdüddin Attâr (kuddise sırruhû) ~ 23 / Yüce Aileden Olmak Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi vesellem) yakın olmanın ve sevilmenin yolu iman ve takvadır. Kan bağıyla yakınlığın bile bu hususta etkisi ancak iman ve takva ile olmaktadır. Resûl-i Ekrem’e yakın olanların şerefleri, ilim, amel ve güzel ahlâk ile olmuştur. Kimsenin kimseye kan bağıyla yakınlığı kurtuluşu sağlamaz. Kurtuluş için ilk önce iman etmek sonra da imanın gereklerini yapmak şarttır. Hz. Nuh’un (aleyhisselâm) oğlu inanmadı, inananlar arasına katılmadı, Allah Teâlâ Hz. Nuh’a, “Senin ehlini kurtaracağız” buyurmuştu, ancak onu kurtarmadı. Hz. Nuh, “Ey Rabbim, şüphesiz oğlum ailemdendir” deyince Allah Teâlâ, “Ey Nuh, o asla senin ailenden değildir” (Hûd 11/45-46) buyurdu. Peygamber oğlu olması kurtulmasına yetmedi. Bu ne kadrini artırdı ne de kıymetini yükseltti. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadis-i şeriflerinde, “Benim dostlarım ancak müttakilerdir” buyurarak işin esasının iman ve takva olduğunu belirtti!.. ~ 24 / Kalbe Gelen Düşünceler Düşünce, fiillerin evveli ve başlangıç noktasıdır. Bunun için onun yakînen tanınması, kulun en mühim işlerinden biridir. Çünkü fiiller düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Kimi düşüncelerden saadet, kimilerinden de şekavet meydana gelir. Kalbe gelen düşünce çeşitlerinin birbirine karıştırılıp tanınamaması dört sebepten birine dayanmaktadır. Bunlar: 1. Kalpteki yakînin zayıf oluşu, 2. Nefsin vasıflarını ve ahlâklarını yakînen tanıtacak ilmin azlığı, 3. Takvayı terkederek hevâya uymak ve 4. Dünya mevkii ve malına muhabbet edip insanlar yanında makam ve yükseklik aramaktır. Kim bu dört şeyden korunup muhafaza edilirse o, şeytanın vesvesesini farkedebilir. Kim de bunlara müptela olmuş ise onları bilemez. Düşüncelerin bir kısmının keşfedilip bir kısmının anlaşılmaması, kulda bu dört şeyin bazısının bulunup diğer bazısının olmayışındandır. Kalbe gelen düşünceleri ayırıp tanıma yönünden insanların en kuvvetlisi, nefsi tanıma yönünden en kuvvetli olanıdır. Nefsi tanımak da oldukça gayretli bir çalışmayı gerektirir!.. ~ 25 / Oruç İbadeti Nasıl Başladı? Oruç ibadeti bütün peygamberlerden ve ümmetlerinden istenmiş bir ibadettir. Bunu Kur’ân-ı Kerîm bize haber veriyor: “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz” (Bakara 2/183). Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi vesellem) farz kılınan oruç ile eski ümmetlere emredilen oruç arasında farz oluşu, vakti ve miktarı bakımından benzerlikler vardır. Yahudiler de hıristiyanlar da oruç tutmakla yükümlüydüler. Yahudiler, kendilerine farz kılınan orucu terkettiler. Yılda bir güne indirdiler. Hıristiyanlar ise farz olan orucun zamanı ve mahiyetini değiştirdiler. Oruç, sıcak günlere rastlayınca süresini değiştirdiler. Nihayet perhiz haline getirdiler. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Medine’ye hicret ettiğinde henüz kendisine oruç tutmasını emreden âyetler indirilmemişti. Ramazan orucu Medine’ye hicretten bir buçuk yıl sonra farz kılındı. O günden sonra da her yıl müslümanların yerine getirdiği dinimizin beş temel esasından biri oldu!.. ~ 26 / Riyasız İbadet Oruç ibadeti, insanın başkalarına gösteriş yapma (riya) hastalığının en az olduğu bir ibadettir. Çünkü orucun dışarıdan görülebileceği apaçık bir belirtisi yoktur. İnsan, sadece Allah rızası için yemeyi, içmeyi, cinsî münasebeti terketmiştir. Bu yüzden sevabı çoktur. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Rabbimiz’in şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Oruç benim içindir. Onun karşılığını ben vereceğim” (Buhârî). Yine Hz. Peygamber cennette sadece oruç tutanların girebileceği ve adının “reyyan” olduğu cennet, “Kıyamet gününde bu kapıdan sadece oruç tutanlar girecek, oruç tutanlar içeri girince de kapılar kapanacak, onlardan başka kimse içeri alınmayacaktır” sözleriyle biz ümmetine müjdelemiştir. Yine Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bu ayda hayırlı bir amel ile Rabb’ine yaklaşırsa, diğer aylarda bir farzı yapmış gibi sevap kazanır. Yine bu ayda bir farzı yerine getiren kimse, diğer aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi sevap kazanır” (Beyhakî). ~ 27 / Ahlâkımız Güzel mi? Dinen zorunlu olan görevler, dinimizin ibadetler bahsinde ele alınır. Diğer görevler ise ahlâk bahsine aittir. İslâm ahlâkı kişilerin kendi anlayışlarına, zevk ve çıkarlarına, devirlerin modasına bağlı değildir. Kaynağı vahiydir, ilâhî bir mana taşır. Bu sebeple insanların manevi ihtiyaçlarını karşılar, tatmin duygusu verir, yükselme ve olgunlaşmayı sağlar. Fazilet ve hikmet dini olan İslâm sayesinde müslüman kişi yüksek bir ahlâk anlayışına sahiptir. Artık Müslümanlığının ispatı bakımından bu anlayışla yaşaması beklenir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem),“Ben iyi ve güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuşlardır. Onun ümmetinin işi de bu ahlâkı devam ettirmektir. Peygamberinin tebliğ ettiği din üzere olan müslümanın kötü bir ahlâkla ömrünü tüketmesi beklenemez. O, kendisine öğretilen ahlâkın faziletini, yüceliğini hissederek Peygamber Efendimiz’in izini takip eder. Dinen hoş görülmeyen hal ve istekleriyle mücadele eden çok kimsenin güzel bir ahlâk, iyi huylar kazandıkları görülmektedir!.. ~ 28 / O, Kendisinden İsteyeni Sever Mümin bilir ki, “insan” olarak, “kul” olarak acizdir, muhtaçtır; gücü ancak istemeye yeter. Bilir ki yüce yaratıcı “Ganî”dir, lutuf, kerem ve ihsan sahibidir, cömerttir. Ve yine bilir ki yöneldiği Rabb’i, bu yönelişi sever, kendisinden istenmesinden hoşnut olur. Kendisinden istiğna edilmesinden, kendisine muhtaç olunmadığı anlamına gelecek tavırlar sergilenmesinden ise hoşlanmaz, gazaplanır... Duanın mümin kulun hayatındaki önemini, “Dua ibadetin tâ kendisidir” (Tirmizî; Ebû Davud) ve, “Dua ibadetin özüdür” (Tirmizî) buyurarak özetleyen Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), kulun duasının yüce Allah nezdindeki önem ve anlamını da şöyle ifade eder: “Kim Allah’tan dilekte bulunmaz, istemezse, Allah ona öfkelenir” (Ahmed b. Hanbel; Tirmizî; İbn Mâce) ve, “Allah’ın fazl u kereminden isteyin. Zira Yüce Allah, kendisinden istenmesini sever” (Tirmizî)!.. ~ 29 / En Üstün Bilgi İlimlerin en üstünü marifetullahtır. Marifetullah, âlemlerin Rabb’i olan Allah Teâlâ’nın zatını, sıfatlarını, tecellilerini beşer ölçüsünde tanımaktır. Bu ilme irfan, sahibine de ârif denir. İrfan, Allah Teâlâ’nın sevdiği kullarına bir lutfudur. Onu temiz kalplere ve güzel fıtratlara hediye eder. Herkesin bu ilimdeki nasibi farklıdır. Kulun kalbindeki imanı ve Allah sevgisi marifetullahtan nasibi kadardır. Kul, yüce Rabb’ini ne kadar çok tanırsa o nisbette sever ve o derece imanı kuvvetli olur. Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem),“İçinizde Allah’ı en iyi tanıyanınız benim ve O’ndan en çok korkanınız da benim” hadisiyle, takvanın ve edebin Allah Teâlâ’yı tanımaktan kaynaklandığını bildirmiştir. Elbette âlemlerin Rabb’ini tanıyan sever, seven itaat eder, takva dairesine girer. Takva, Allah’tan korkmak, sakınmak diye tarif edilir. Ancak bu korku, sevgiliyi üzme korkusudur. Allah Teâlâ'dan en çok korkanlar, O’nu en fazla seven ve O’nun tarafından sevilen kimselerdir!.. ~ 30 / Başkalarını Düşünmek Dertten kurtulmak isteyen kimse, Allah için başkalarının derdine düşsün. Çünkü bir kimse, mümin kardeşinin işleriyle uğraşırken Allah Teâlâ da onun işlerini üstleniyor. Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) buyurmuştur ki: “Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah Teâlâ da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim mümin kardeşinin ayıbını örterse, Allah Teâlâ da onun dünya ve ahirette ayıplarını örter. Bir kul, din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah Teâlâ da onun yardımında olur” (Ebû Davud). Bir insanın işlerini Allah Teâlâ üstlenirse onun dünya ve ahirette yüzü güler. Hak Teâlâ onun vekili olur. İnsanın kendi nefsinden başkasını sevindirmesi öyle faziletli bir iştir ki Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) şu sözü ona tâlip olmaya kâfidir: “Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için yürümem, bana şu mescidde (Mescid-i Nebî'de) oturup bir ay itikâfa girmekten daha sevimlidir” (Taberânî)!.. ~ 31 / Hayırlı İnsan, Hayırlı Eş Evlilikte en önemli ölçü eşlerin salih ve dindar olmasıdır. Eşlerin böyle olması, maddi imkânsızlıklar, kültür farklılığı gibi kimi eksikleri de giderir. Eşlerin salih ve dindar olmaması ise diğer sıkıntılar olmasa bile başlıbaşına bir problemdir. Bir hadis-i şerif şöyledir: “Bir gün Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) yanından bir adam geçti. Resûl-i Ekrem yanında oturan kimseye, ‘Şu adam hakkında ne dersin?’ diye sordu. O da, ‘Bu zat ileri gelen hatırlı kişilerden biridir. Vallahi böyle bir adam bir kıza tâlip olsa evlendirilmeye, birine aracılık yapsa sözü dinlenmeye layıktır’ diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz bir şey söylemedi. Sonra oradan biri daha geçti. Allah Resûlü, ‘Ya bu adam hakkında ne dersin?’ diye sordu. Bu defa o zat, “Yâ Resûlallah! Bu adam fakir müslümanlardan biridir. Bir kıza tâlip olsa, istediği kız verilmez. Birine aracılık etse, ricası kabul edilmez. Konuşmaya kalksa, sözü dinlenmez’ dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: ‘Bu sonuncu adam, öteki gibi dünya dolusu adamdan daha hayırlıdır!..” ~ 32 / İnsanın En Büyük Kaybı Erkek kadın, âlim cahil, köylü şehirli, hepimizin en fazla muhtaç olduğu şey edeptir. Edep, fakiri kıymetlendirir, zengini şereflendirir, genci süsler, ihtiyarı sevimli hale getirir. Edep, bir kadının en kıymetli cevheridir, hiç solmayan süsüdür. Bir erkek, edepten daha güzel bir servet edinmemiştir. Bir baba çocuklarına edep ve güzel ahlâktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır. Büyük veli Hücvîrî (rahmetullahi aleyh) der ki: “İnsanın bütün kaybı, her işin esası olan edebi kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu, hep böyledir, değişmez. Din ve dünya işlerinin hepsi edeple güzel olur. Edep olmadan hiçbir güzel iş ortaya çıkmaz. Edep, yerine göre farklı şekillerde olur. Halkın içinde gereken edep, güzel insanlığı ve mertliği muhafaza etmektir. Dindeki edep, sünnete uymaktır. Muhabbetteki edep, saygıyı gözetmektir. Bu üçü birbirine bağlıdır. Akıllı ve mert olmayan kimse, sünnete uyamaz. Sünnete uymayan kimse hürmeti koruyamaz. Allah’ın zatına ve birliğine şahit olan âriflere hürmet de kalpteki takvadan ileri gelir. Onlara karşı edebi koruyamayan kimsenin terbiye yolunda bir nasibi olmaz” (Keşfü’l-Mahcûb)!.. ~ 33 / Besmelenin Bereketi Ahmed er-Rifâî (kuddise sırruhû) rüyasında üç sene kıtlık olacağını görmüştü. Ali b. Nasr adında biriyle arasında iyi bir dostluk vardı. Ali b. Nasr’ın ailesi kalabalıktı. Bir gün otururken ansızın yanında Ahmed er- Rifâî hazretlerinin olduğunu gördü. Ahmed er-Rifâî dedi ki: - Daha kıtlık başlamamışken kıtlık zamanı kendine yetecek kadarını satın al. Ali b. Nasr, - Ben böyle yapamam, çünkü ben tok olurum, komşum aç, dedi. Ahmed er-Rifâî bu sözü beğendi: - Ey Ali, doğru söylüyorsun. Hak Teâlâ sana iyi bir karşılık ve bereket versin, dedi. Sonra, - Evde tahılın var mı, diye sordu. Ali b. Nasr ona mahzeni gösterdi. Ahmed er-Rifâî oraya girdi ve mübarek elini tahılın içine soktu, “Bismillâhirrahmânirrahîm” dedi. Sonra, - Ey Ali, bu tahıldan sen ve eşin hariç kimse bir şey almasın, eşin de alırken besmele çeksin ve ihtiyaç miktarı alsın, dedi. Sonra o evden çıktı, veda edip gitti. Kıtlık zamanı gelince Ali b. Nasr, Ahmed er-Rifâî hazretlerinin dediği gibi yaptı. Cenâb-ı Hak o kadar bereket verdi ki tahıl, bolluk zamanına kadar yetti!.. ~ 34 / Din Yolunun Esasları “Ey salih kişi! Bil ki hidayet yolunun dört esası vardır: Kendi nefsini tanımak, Allah Teâlâ'yı tanımak, yaşadığın dünyayı tanımak, gideceğin ahireti tanımak. İki şeyden de kaçınmak gerekir. Birincisi, nefsinin isteklerine uymaktan kaçınmaktır. Bu, Hak Teâlâ'nın rızasını kazanmak için yapılır. İkincisi dünya sevgisinden kaçınmaktır. O da ahireti kazanmak için yapılır. Böylece nefsinin arzularından yüz çevirip Hak Teâlâ’ya yönelmelisin. Yani dünyadan yüz çevirip ahirete yüz tutmalısın. Sabır, korku ve tövbe bunların başlangıcıdır. Dünyayı sevmek insanı helâke götüren sebeplerdendir. Dünyayı sevmeyip el çekmek ise kurtuluşa götüren sebeplerdendir.” İmam Gazâlî (rahmetullahi aleyh). Erkeğin Eşine Karşı Görevleri Kocanın hanımına karşı dikkat etmesi gereken edepler şöyledir: Eşiyle güzel geçinmek. Öfkesine hâkim olmak. Hoş, güzel sözler söylemek. Sevgisini belli etmek, eşinin küçük hatalarını görmezden gelmek. Eşinin namusunu korumak. İhtiyaçların karşılanması hususunda ümit verici olmak. İmkânlar dahilinde güzel vaatlerde, sözlerde bulunmak. Evinin mutluluğu için dua etmek. Eşini yabancı ve kötü ahlâklı kimselerden sakınmak, uzak tutmak!.. ~ 35 / Behlûl-i Dânâ Hazretlerinin Öğütleri Hârûnürreşid, bir gün Behlûl-i Dânâ hazretlerine şöyle sordu: - Beni tanıdın mı, ben kimim? - Sen o kimsesin ki doğuda biri zulmetse, batıda başka biri kötü bir iş yapsa, Allah’ın bunlardan kıyamet gününde mesul tutacağı kimsesin. Bu sözleri duyan halife ağladı ve Behlûl’e yine sordu: - Benim halimi nasıl görüyorsun? Behlûl-i Dânâ hazretleri ona şu âyet-i kerimeyi okudu: “Şüphesiz, iyiler naîm cennetindedirler” (İnfitâr 82/13). “Şüphesiz, günahkârlar da cehennemdedirler” (İnfitâr 82/14). - Peki, bizim amelimiz nasıldır, diye sorunca da yine bir başka âyetle cevap verdi: “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” (Mâide 5/27). Bu defa da şöyle dedi: “Ey Behlûl, ben Resûlullah’ın amcasının oğluyum. Yakınlığımın derecesi fayda etmez mi?” Behlûl-i Dânâ hazretleri bu kez de şu âyeti okudu: “Sûra üfürüldüğü zaman, (işte) o gün ne aralarında soy sop yakınlığı kalacak ne de birbirlerini arayıp soracaklardır” (Mü’minûn 23/101)!.. ~ 36 / Sübûtî Sıfatlar Allah haydır. Hayat sahibidir. O, gerçek ve ezelî bir hayat ile diridir. Allah alîmdir. Geçmişte, gelecekte ve şimdiki zamanda olanları, olacakları ve olmakta olanları, büyük küçük, gizli açık her şeyi bilir. Allah kadirdir. Sonsuz bir güç ve kudrete sahiptir. O’nun her şeye gücü yeter. Allah semî‘dir. Gizli âşikâr her şeyi işitir. İşitmek için uzaklık veya yakınlık söz konusu değildir. Bütün şeyleri aynı anda işitir. Allah basîrdir. Her şeyi olduğu gibi kusursuz olarak görür. Yerde ve gökte hiçbir şey O’nun görmesinin dışında kalmaz. Allah mütekellimdir. Kelâm sahibidir. Ses, harf ve hecelerden meydana gelen kelime ve cümleleri bir araya getirmeye ihtiyaç duymaksızın konuşma ve söyleme sıfatına sahiptir. O’nun konuşması için bir yön, ses, vasıta, alet ve zaman gerekmez. Allah müriddir. İrade sahibidir. Her şey O’nun iradesi ile gerçekleşir. Ölüm doğum, canlı cansız, iyilik kötülük, itaat isyan gibi şeylerin tamamı O’nun iradesiyle gerçekleşir. Allah hâliktır. O, yaratandır. O, dilediğini, dilediği şekilde yaratır. Dilediğini de yok eder!.. ~ 37 / Ölüye Yâsîn Okumak Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Ölülerinize Yâsîn okuyunuz” (Ebû Davud; İbn Mâce; Ahmed b. Hanbel). Bu hadisteki “ölüleriniz” ifadesinden kasıt hem ölmek üzere olanlar hem de ölmüş olanlardır. Ahmed b. Hanbel’in (rahmetullahi aleyh) kaydettiği bir hadis-i şerifte de Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Yâsîn sûresi Kur’an’ın kalbidir. Kim onu Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu isteyerek okursa muhakkak bağışlanır. Ölülerinize Yâsîn sûresi okuyunuz.” Cenazeyle ilgili bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmuştur: “Bir müslümanın cenazesini ailesinin yanında bekletmek uygun değildir” (Ebû Davud). Cenazeyi definde acele etmek müstehaptır. Günümüzdeki uzak yerdeki akrabalarını beklemek veya benzeri zorunlu olmayan bir sebeple cenazeyi geciktirmek sünnete uygun bir davranış değildir. Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi vesellem) ifade buyurdukları gibi ölen kişi bir an önce yerine kavuşmak ister!.. ~ 38 / Son Nefes Hadis-i şerifte belirtildiği gibi, bazı insanlar uzun bir zaman hayır üzere hayat sürerler. İnsanlar onlara cennetlik gözüyle bakar, hallerine imrenirler. Ancak bazı kulların başına büyük bir imtihan gelir. Kul, bir sözü ile küfre girer, elindeki iman ve hayırları kaybeder. Öyle ki cennete iyice yaklaşmışken cehenneme girer. Aynı şekilde ömrünün çoğunu inkâr, isyan ve gafletle geçirmiş bazı insanlar da Allah’ın yardımı ile son günlerinde tövbe eder, halini güzelleştirir. Ömrü hayırla biter, taat içinde ilâhî huzura çıkar. Cehenneme iyice yaklaşmışken yolu cennete çevrilir (Buhârî; Müslim; Tirmizî). Gerçek Sevgi Sa‘dî-i Şîrâzî Gülistan’da şöyle der: “Gerçek sevgi kendini şu üç tercihle belli eder: Seven kişi sevdiğinin sözünü başkalarının sözüne tercih eder. Sevdiğinin yanında bulunmayı başkalarının yanında bulunmaya tercih eder. Sevdiğinin hoşnutluğunu başkalarının memnuniyetine tercih eder.” Demek ki ilâhî sevgi iddia ile olmaz, ispat ister. Tasavvufî hayatını ve söylemini “sevgi” üzere kurduğunu söyleyenler bu ölçüye dikkat etmelidirler. Sahih bir niyet ve O’nun rızasını hayatın merkezi yapmak... İşte kemalata giden tek yol budur!..
··
3.453 görüntüleme
sır okurunun profil resmi
Yevmü’l-Mezîd Cebrâil’in (aleyhisselâm) bir görüşmede Resûl-i Ekrem’e (sallallahu aleyhi vesellem) anlattığına göre Allah Teâlâ cennette beyaz miskten bir vadi yarattı. Bu vadi cennet ehline cuma günleri görünür. O gün peygamberler nurdan minberlerde, sıddıklar ve şehidler onların etrafında, altın kürsülerde, diğer cennet ehli ise bir tepenin üzerinde olacaklardır. Hep beraber yüce Allah’ın cemalini seyrederler. Allah Teâlâ onlara, “Ben vaadimi yerine getirdim ve size olan nimetimi tamamladım. Burası benim ikram yerimdir. Benden dilediğinizi isteyin” der. Cennet ehli yüce Allah’tan kendilerinden razı olmasını isterler. Allah Teâlâ, “Ben sizden razıyım, sizi cennetime aldım ve nimetlere kavuşturdum, ancak daha da isteyin” buyurur. Cennet ehli yine O’nun rızasını isterler. Bu durum böyle tekrar eder. Sonra öyle bir kapı açılır ki o güne kadar kimsenin görmediği, bilmediği nimetlerle Allah Teâlâ kerem eder. Bundan sonra cennet ehli yerlerine dönüp Allah Teâlâ’nın cemalini yine seyretmek için cuma gününü beklerler. İşte o cuma günlerine “yevmü’l-mezîd”, yani “nimetlerin zirveye çıktığı gün” denilmiştir...
sır okurunun profil resmi
En Üstün Bilgi İlimlerin en üstünü marifetullahtır. Marifetullah, âlemlerin Rabb’i olan Allah Teâlâ’nın zatını, sıfatlarını, tecellilerini beşer ölçüsünde tanımaktır. Bu ilme irfan, sahibine de ârif denir. İrfan, Allah Teâlâ’nın sevdiği kullarına bir lutfudur. Onu temiz kalplere ve güzel fıtratlara hediye eder. Herkesin bu ilimdeki nasibi farklıdır. Kulun kalbindeki imanı ve Allah sevgisi marifetullahtan nasibi kadardır. Kul, yüce Rabb’ini ne kadar çok tanırsa o nisbette sever ve o derece imanı kuvvetli olur. Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem),“İçinizde Allah’ı en iyi tanıyanınız benim ve O’ndan en çok korkanınız da benim” hadisiyle, takvanın ve edebin Allah Teâlâ’yı tanımaktan kaynaklandığını bildirmiştir. Elbette âlemlerin Rabb’ini tanıyan sever, seven itaat eder, takva dairesine girer. Takva, Allah’tan korkmak, sakınmak diye tarif edilir. Ancak bu korku, sevgiliyi üzme korkusudur. Allah Teâlâ'dan en çok korkanlar, O’nu en fazla seven ve O’nun tarafından sevilen kimselerdir!..
sır okurunun profil resmi
İyilik Bağları Dünya malı fakir ile zengin arasında bir irtibat vesilesidir. Nitekim Fahr-i Kâinat Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Birbilerini sevmekte, karşılıklı acımak ve esirgemek konusunda müminler, bir uzvu hastalanınca diğer âzaların da uykusuz ve ateş içinde kaldığı, acısına ortak olduğu beden gibidir” (Buhârî; Müslim). Zenginlik, sahip olduğu mülk üzerinde gelip geçici bir emanetçi olduğunu bilen kimse için bulunmaz bir fırsattır. Çünkü bu sayede malını Allah yolunda harcar, Allah’ın dininin insanlara ulaşmasına vesile olur. Malı ile ailesinin, akrabalarının, komşularının ve müslüman kardeşlerinin sıkıntılarını giderir. Onların dualarını alır. Böylece Allah’ın dostları arasına girer. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor: “Zulümden sakınınız. Çünkü zulüm kıyamet gününde karanlıklar halinde karşınıza çıkar. Cimrilikten sakınınız. Zira o sizden evvelkileri helâk etti. Onların birbirlerinin kanını dökmelerine ve haramları helâl saymalarına yol açtı” (Müslim)!..
sır okurunun profil resmi
Yüce Aileden Olmak Hz. Peygamber’e (sallallahu aleyhi vesellem) yakın olmanın ve sevilmenin yolu iman ve takvadır. Kan bağıyla yakınlığın bile bu hususta etkisi ancak iman ve takva ile olmaktadır. Resûl-i Ekrem’e yakın olanların şerefleri, ilim, amel ve güzel ahlâk ile olmuştur. Kimsenin kimseye kan bağıyla yakınlığı kurtuluşu sağlamaz. Kurtuluş için ilk önce iman etmek sonra da imanın gereklerini yapmak şarttır. Hz. Nuh’un (aleyhisselâm) oğlu inanmadı, inananlar arasına katılmadı, Allah Teâlâ Hz. Nuh’a, “Senin ehlini kurtaracağız” buyurmuştu, ancak onu kurtarmadı. Hz. Nuh, “Ey Rabbim, şüphesiz oğlum ailemdendir” deyince Allah Teâlâ, “Ey Nuh, o asla senin ailenden değildir” (Hûd 11/45-46) buyurdu. Peygamber oğlu olması kurtulmasına yetmedi. Bu ne kadrini artırdı ne de kıymetini yükseltti. Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadis-i şeriflerinde, “Benim dostlarım ancak müttakilerdir” buyurarak işin esasının iman ve takva olduğunu belirtti!..
sır okurunun profil resmi
Şehr-i Ramazan Merhaba Müştâk olup özlediğim Şehr-i ramazan merhaba. Bakıp yolun gözlediğim Şehr-i ramazan merhaba. Safâ geldin izzet ile Dahi azîm nimet ile Müminlere rahmet ile Şehr-i ramazan merhaba. Müminlerin bayramıdır On bir ayın sultanıdır Hakk’ın bize fermanıdır Şehr-i ramazan merhaba. On bir aylık yoldan gelir Bir ay bize mihmân olur Müzniblere gufran olur Şehr-i ramazan merhaba. Derviş Yunus sever özden Kanlı yaşı döker gözden Hoşnud olsun cümlemizden Şehr-i ramazan merhaba. Derviş Yunus
sır okurunun profil resmi
Oruç İbadeti Nasıl Başladı? Oruç ibadeti bütün peygamberlerden ve ümmetlerinden istenmiş bir ibadettir. Bunu Kur’ân-ı Kerîm bize haber veriyor: “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz” (Bakara 2/183). Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi vesellem) farz kılınan oruç ile eski ümmetlere emredilen oruç arasında farz oluşu, vakti ve miktarı bakımından benzerlikler vardır. Yahudiler de hıristiyanlar da oruç tutmakla yükümlüydüler. Yahudiler, kendilerine farz kılınan orucu terkettiler. Yılda bir güne indirdiler. Hıristiyanlar ise farz olan orucun zamanı ve mahiyetini değiştirdiler. Oruç, sıcak günlere rastlayınca süresini değiştirdiler. Nihayet perhiz haline getirdiler. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Medine’ye hicret ettiğinde henüz kendisine oruç tutmasını emreden âyetler indirilmemişti. Ramazan orucu Medine’ye hicretten bir buçuk yıl sonra farz kılındı. O günden sonra da her yıl müslümanların yerine getirdiği dinimizin beş temel esasından biri oldu!..
sır okurunun profil resmi
Riyasız İbadet Oruç ibadeti, insanın başkalarına gösteriş yapma (riya) hastalığının en az olduğu bir ibadettir. Çünkü orucun dışarıdan görülebileceği apaçık bir belirtisi yoktur. İnsan, sadece Allah rızası için yemeyi, içmeyi, cinsî münasebeti terketmiştir. Bu yüzden sevabı çoktur. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Rabbimiz’in şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Oruç benim içindir. Onun karşılığını ben vereceğim” (Buhârî). Yine Hz. Peygamber cennette sadece oruç tutanların girebileceği ve adının “reyyan” olduğu cennet, “Kıyamet gününde bu kapıdan sadece oruç tutanlar girecek, oruç tutanlar içeri girince de kapılar kapanacak, onlardan başka kimse içeri alınmayacaktır” sözleriyle biz ümmetine müjdelemiştir. Yine Resûlullah Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bu ayda hayırlı bir amel ile Rabb’ine yaklaşırsa, diğer aylarda bir farzı yapmış gibi sevap kazanır. Yine bu ayda bir farzı yerine getiren kimse, diğer aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi sevap kazanır” (Beyhakî).
sır okurunun profil resmi
Ahlâkımız Güzel mi? Dinen zorunlu olan görevler, dinimizin ibadetler bahsinde ele alınır. Diğer görevler ise ahlâk bahsine aittir. İslâm ahlâkı kişilerin kendi anlayışlarına, zevk ve çıkarlarına, devirlerin modasına bağlı değildir. Kaynağı vahiydir, ilâhî bir mana taşır. Bu sebeple insanların manevi ihtiyaçlarını karşılar, tatmin duygusu verir, yükselme ve olgunlaşmayı sağlar. Fazilet ve hikmet dini olan İslâm sayesinde müslüman kişi yüksek bir ahlâk anlayışına sahiptir. Artık Müslümanlığının ispatı bakımından bu anlayışla yaşaması beklenir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem),“Ben iyi ve güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurmuşlardır. Onun ümmetinin işi de bu ahlâkı devam ettirmektir. Peygamberinin tebliğ ettiği din üzere olan müslümanın kötü bir ahlâkla ömrünü tüketmesi beklenemez. O, kendisine öğretilen ahlâkın faziletini, yüceliğini hissederek Peygamber Efendimiz’in izini takip eder. Dinen hoş görülmeyen hal ve istekleriyle mücadele eden çok kimsenin güzel bir ahlâk, iyi huylar kazandıkları görülmektedir!..
sır okurunun profil resmi
O, Kendisinden İsteyeni Sever Mümin bilir ki, “insan” olarak, “kul” olarak acizdir, muhtaçtır; gücü ancak istemeye yeter. Bilir ki yüce yaratıcı “Ganî”dir, lutuf, kerem ve ihsan sahibidir, cömerttir. Ve yine bilir ki yöneldiği Rabb’i, bu yönelişi sever, kendisinden istenmesinden hoşnut olur. Kendisinden istiğna edilmesinden, kendisine muhtaç olunmadığı anlamına gelecek tavırlar sergilenmesinden ise hoşlanmaz, gazaplanır... Duanın mümin kulun hayatındaki önemini, “Dua ibadetin tâ kendisidir” (Tirmizî; Ebû Davud) ve, “Dua ibadetin özüdür” (Tirmizî) buyurarak özetleyen Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), kulun duasının yüce Allah nezdindeki önem ve anlamını da şöyle ifade eder: “Kim Allah’tan dilekte bulunmaz, istemezse, Allah ona öfkelenir” (Ahmed b. Hanbel; Tirmizî; İbn Mâce) ve, “Allah’ın fazl u kereminden isteyin. Zira Yüce Allah, kendisinden istenmesini sever” (Tirmizî)!..
sır okurunun profil resmi
İnsanın En Büyük Kaybı Erkek kadın, âlim cahil, köylü şehirli, hepimizin en fazla muhtaç olduğu şey edeptir. Edep, fakiri kıymetlendirir, zengini şereflendirir, genci süsler, ihtiyarı sevimli hale getirir. Edep, bir kadının en kıymetli cevheridir, hiç solmayan süsüdür. Bir erkek, edepten daha güzel bir servet edinmemiştir. Bir baba çocuklarına edep ve güzel ahlâktan daha kıymetli bir miras bırakmamıştır. Büyük veli Hücvîrî (rahmetullahi aleyh) der ki: “İnsanın bütün kaybı, her işin esası olan edebi kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu, hep böyledir, değişmez. Din ve dünya işlerinin hepsi edeple güzel olur. Edep olmadan hiçbir güzel iş ortaya çıkmaz. Edep, yerine göre farklı şekillerde olur. Halkın içinde gereken edep, güzel insanlığı ve mertliği muhafaza etmektir. Dindeki edep, sünnete uymaktır. Muhabbetteki edep, saygıyı gözetmektir. Bu üçü birbirine bağlıdır. Akıllı ve mert olmayan kimse, sünnete uyamaz. Sünnete uymayan kimse hürmeti koruyamaz. Allah’ın zatına ve birliğine şahit olan âriflere hürmet de kalpteki takvadan ileri gelir. Onlara karşı edebi koruyamayan kimsenin terbiye yolunda bir nasibi olmaz” (Keşfü’l-Mahcûb)!..
39 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.