Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

1062 syf.
8/10 puan verdi
·
21 günde okudu
ALDATMA VE BİR VAROLUŞ YOLCULUĞU
''Karın varsa derdin var, ama karın olmayan bir kadınla daha büyük derdin var demektir.'' (s. 710) Anna Karenina'nın yazıldığı dört yıl boyunca (1873-1877), Lev Tolstoy, kafasını meşgul eden tüm meseleleri eserine aktarır. Her fırsatta, roman yazarı, kalemini, deneme yazarına bırakır. Hikayenin akışı, yazarın kır ekonomisi, hayatın anlamı, çocukların eğitimi ya da psikoloji ve fizyoloji ilişkisi hakkındaki görüşlerini belirtmesi için yavaşlar. Levin ve Anna'nın dünyasında, tıpkı Lev Tolstoy'un dünyasında olduğu gibi, Gustave Dore tarafından İncil'in resimlendirilmesinden, Daudet ve Zola'nın romanlarından, Tyndall'ın radyan ısıyla ilgili teorilerinden, Spencer ve Schopenhauer'in öğretilerinden, Lassalle'ın önerdiği işçi birliği sisteminden bahsedilir; Anna, Taine'in Ancien Regime'ine göz atar, kocası Revue des Deux Mondes'da Breal'in bir makalesini okur, Prenses Betsi'nin evinde zorunlu askerlik hizmetiyle ilgili bir tartışmaya girişilir... Neredeyse bu romanın Lev Tolstoy'un zihinsel meşguliyetlerinden kurtulmasına yaradığı söylenebilir. Bu onun Bir Yazarın Güncesi'dir! (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 504) Lev Tolstoy, Savaş ve Barış'tan sonra büyük bir boşluğa düştü. Üretken olamıyor, kalemi eline alınca düzgün bir şeyler geçiremiyordu kâğıda; geçirince de kendisi beğenmiyordu. Ne yapacağını bilemiyordu, bazen kafası karışıyor, bazen de kafasının içinde kayboluyordu. "Kocaman projelerin, kendimle ilgili kaygıların ve özenli bir düşünsel çalışmanın birbirine karıştığı yorucu bir ruh hali içindeyim. Belki de bu ruh hali, daha önce yaşamış olduğuma benzer, mutlu ve güvenilir bir çalışma döneminin habercisidir ya da belki, tam tersine, bir daha bir şey yazamayacağım!" (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 450) Tolstoy, yine çok sevdiği tarihe yöneldi ve Büyük Petro'nun (ya da Deli Petro) dönemi hakkında kitaplar okudu ve notlar aldı. Bunun hakkında bir şey yazmayı düşünüyordu fakat, Tolstoy, her yazma girişiminde başarısız oluyordu. Tolstoy, bir gün hiç unutamayacağı bir haber aldı ve bu da, yeni bir roman hayalinin kapılarını açtı. Komşusu ve arkadaşı -çulluk avcısı- Bibikov o zamanlar, metresi, sevimli, geniş yüzlü, eti budu yerinde iri bir kadın olan Anna Stepanovna Pirogova ile yaşıyordu. Ama çocuklarının Alman dadısına duyduğu ilgiden ötürü bir süredir kadına kötü davranıyordu. Hatta sarışın Jraulein'le evlenmeye karar vermişti. Bu ihaneti öğrenen Anna Stepanovna kıskançlığına yenik düşmüş, bohçasıyla oradan kaçmış ve korkunç bir acı içinde üç gün kırda dolaşmıştı. Ardından Yasenki istasyonunda, kendini bir yük treninin altına atmıştı. Ölmeden önce, Bibikov'a şu pusulayı göndermişti: "Siz benim katilimsiniz. Mutlu olunuz, şayet katiller mutlu olabiliyorsa... İsterseniz, Yasenki'de rayların üzerinde cesedimi görebilirsiniz." (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 474) Bunu bir kitapta kullanmayı net olarak düşünmemişti ama bu görüntü uzun süre yakasını bırakmamıştı. Öte yandan, 1870'te, zina suçu işlemiş yüksek sosyeteden bir kadını sahne­ye çıkaracak bir roman düşünmüştü. Sonya (Lev Tolstoy'un eşi) da 23 Şubat 1870'te Günlük'üne şu satırları yazmıştı: "Bana, kendisi açısından tüm problemin, bu kadını acınası kılmak ama hor görülecek biri gibi yansıtmamak olduğunu, ve ayrıca, bu kadını tip olarak tasavvur ettiğinde, önceden hayal etmiş olduğu erkek karakterlerin de gelip onun etrafında toplanmış olduğunu söyledi." Ve bir yerden sonra romanı oluşmaya başladı. Her gün, zevkle yazıyordu ve tabii karısı da zevkle temize çekiyordu. Karakter analizlerine geçmeden önce, romanın ana konusunu ve bazı karakterleri önceden yorumlamak istiyorum. Roman, Stepan Arkadyiç'in karısı Dolli'yi bir Fransız mürebbiye ile aldatması ile başlıyor. Yakınlarının onları barıştırma çabalarını okurken, Kiti'yi, Anna'yı, Stepan Arkadyiç'i, Dolli'yi, Vronskiy'i ve Levin'i tanıyoruz. Stepan Arkadyiç'in kardeşi olan Anna, hem onların durumunu öğrenmek adına, hem de Dolli'ye destek olmak için onların yanına gelirken, yolda (trende) Vronskiy'in annesi ile konuşuyor ve onunla bolca sohbet ediyor. Orada, ilk kez, trenden indikten sonra, Vronskiy'le Anna birbiriyle tanışıyorlar. Ki daha ilk bakışta, Anna'nın o keskin ve delici bakışları Vronskiy'i etkiliyor. Vronskiy, ilk görüşte bile, Anna hakkında düşünmeye başlıyor. Stepan Arkadyiç'le Dolli'yi barıştırdıktan sonra Anna, ısrarlarla beraber bir baloya davet ediliyor. Baloda, Kiti'yle daha önce flört etmiş ve işi oldukça ciddiye binmiş olan Vronskiy, Kiti'ye yüz vermiyor ve tamamen Anna'yla ilgileniyor. Kiti ilk çiftte dans ediyordu ve Korsunskiy, işiyle ilgili emirler vererek sürekli koşturduğu için neyse ki Kiti’nin konuşması gerekmiyordu. Vronskiy, Anna’yla birlikte Kiti’nin neredeyse karşısında oturuyordu. Uzaktan keskin gözleriyle onları görüyordu, çiftler karşı karşıya geldikleri zaman da onları yakından görüyordu. Onları ne kadar çok görürse başına gelen mutsuzluktan o kadar emin oluyordu. Bu kalabalık salonda kendilerini baş başa gibi hissettiklerini, her zaman o kadar kendinden emin ve bağımsız olan Vronskiy’in yüzünde kendisini etkileyen bir şaşkınlık ve boyun eğme ifadesi görüyordu. Bu ifade kabahat işlemiş akıllı bir köpeğin yüzündeki ifadeyi andırıyordu. (s. 110 - 111) Anna, sade, siyah tuvaletinin içinde harikaydı, bileziklerle süslü tombul kolları harikaydı, inci dizisiyle sağlam boynu harikaydı, dağılmış kıvırcık saçları harikaydı, küçük ayaklarının ve ellerinin hafif ve zarif hareketleri harikaydı, tüm canlılığı içinde bu güzel yüz harikaydı; ama onun bu güzelliğinde korkunç ve sert bir şey vardı. (s. 111) Anna'nın muhteşem bir kadın olmasının yanı sıra, o, çekici ve karşısındakine hükmeden bir kadındır. Vronskiy'e ilk bakışından itibaren diz çöktürtmüştür. Zaten Kiti de “Evet, onda yabancı, şeytanca ve çok güzel bir şey var,” diyor onun için. O, bazen pislik, bazen sevecen, bazen melek, bazen de ''şeytan'' olan bir varlıktır. Anna ve Vronskiy'in aşk romanının gerisinde, Lev Tolstoy ve Anna'­nın aşk romanı vardır. Başta, Lev Tolstoy kadın kahramanını sevmez: ahlaken onu mahkûm eder. Onda şehvetperestliğin cisimleşmesini görür ve tuhaf bir şekilde, ondan güzelliği bile esirger. Nesiller boyunca okuyucular için, cazibenin ve zarafetin özü olacak bu kadını, konuyla ilgili ilk notlarında şöyle niteler: "küçük, dar bir alın, kısa, kıvrık bir burunla çirkindir ve oldukça iridir. Öyle iridir ki neredeyse iğrenç görünecektir... Ama yüzünün çirkinliğine rağmen, kırmızı dudaklarındaki sevecen gülümsemede, onun hoşa gidebilmesine olanak veren bir şey vardı." Fiziği için bunları yazar. Ruhense, bir erkek avcısıdır. Eserin müsveddelerinin birinde, Anna'nın tasvirine ayrılmış tüm bir bölümün başlığı şöyledir: "Şeytan." Bir yandan da, Lev Tolstoy farkında olmadan günahkâr kadına ilgi duyar. Bu kadın onu heyecanlandırır, kaygılandırır, duygulandırır. Lev Tolstoy neredeyse aşkını ilan edecektir. Bir anda ondan güzelliği esirgeyemez olur. Estetik operasyonu başarıyla sonuçlanır. Kıvrık burunlu şişman kadından bir afet-i devran çıkar: "Vronskiy, çok güzel ya da çok kibar, zarif olduğu için bakmamıştı ona. Yanından geçerken kadının yüzünde aşın bir tatlılık, bir şefkat ilişmişti gözüne... Uzun kirpiklerinin gölgesi düştüğü için koyu gözüken pırıltılı, yeşil gözleri Vronskiy'in yüzünde bir an dostça, dikkatle onu tanımaya çalışıyormuş gibi durdular.'' Başlangıçta cellat Anna, kurbanlar Karenin ve Vronskiy'di. Artık roller değişmiştir. Bu iki adamdan hiçbiri onu hak etmez. Bilinçli bir öfkeyle, Lev Tolstoy, onlara düşünmeden vermiş olduğu nitelikleri tek tek geri alır. Anna'yı yüceltmek, aklamak için onları alçaltır. (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 498) Daha sonra, Anna, Vronskiy'e gitgide yaklaşır ve sonunda gardını düşürür. Anna, artık Vronskiy'e aittir, ondan başka kimsesi yoktur. Anna, kocasını aldatıp Vronskiy'le birlikte olur. Peki, neden Anna kocasını aldatır? Anna'nın hissiyatı, tıpkı insanların hayata karşı farkındalığı oluşunca yaşadığı şoka benzer. Onun hayata karşı farkındalığı, Vronskiy'le tanışınca oluşmuştur. Artık kocasını sevmez ve ona karşı tiksinti duyar, sadece kocasına karşı değil, hayatına karşı da tiksinti duyar. Sevdiği şeyleri artık sevmez, eskiden istediği ve sevdiği şeyler artık ona bayağı gelir, bir nevi ''büyümüş''tür Anna. Ve tıpkı insanların hayatın ne kadar kötü, insanların ne kadar rahatsız edici varlıklar olduğunu anladığında yalnız hissetmesi gibi, o da kendini yalnız hisseder ama artık Vronskiy vardır. Ayrıca o zamanki insanlar doğru düzgün âşık olmadan evleniyorlardı. Hatta ''Aşk evliliği mi? Tarih öncesinden kalma düşünceleriniz var! Artık aşk evliliğinden söz eden kaldı mı?'' der Tolstoy kitapta, insanları hafiften yererek. İnsanlar, düşünmeden evleniyorlar (ki hâlâ böyleleri var), ''Neden seviyorum onu, neden onla konuşmaktan hoşlanıyorum, baba olabilir mi o, onunla ömrümü geçirebilir miyim?'' gibi sorular sormadan, evleniyorlar. Böyle olunca, evlendikten sonra farkındalık kazanınca, ister istemez aldatma yaşanıyor. Aldatma, Anna için bir kaçış yoludur bence. O, hatalarından, kocasından, her şeyden kaçmak için Vronskiy'in yanına gider. Vronskiy sadece bir ''ikon''dur, onun yerinde başka bir adam olsaydı da muhtemelen böyle olacaktı. Dediğim gibi, insanlar, evlenmeden önce değil, evlendikten sonra aşklarını ve kocalarını sorgulamaya başlıyorlar. Ki, Kiti'nin de durumu aynen böyledir: Üstünde kahverengi elbisesiyle Arbat’taki evin salonunda sessizce Levin’in yanına gittiği ve kendini ona teslim ettiği o gün, evet o gün ve o saat ruhunda eski hayatıyla tam bir kopma olmuş ve bambaşka, yeni, hiç bilmediği bir hayat başlamıştı, gerçekte ise eski hayatı devam ediyordu. Bu altı hafta Kiti için en mutlu ve en acı zamanlardı. Tüm hayatı, tüm istekleri ve umutları kendisi için henüz anlaşılmaz bir adamın üstünde toplanmıştı. Bu adamın kendisinden daha da anlaşılmaz olan ve kâh çeken, kâh iten bir duygu onu bu adama bağlıyor, bununla birlikte Kiti eski yaşam koşullarında yaşamaya devam ediyordu. Eski hayatını yaşarken kendisinden, geçmişine karşı aşılması tamamen olanaksız ilgisizliğinden korkuyordu. Eşyalara, alışkanlıklara, sevdiği ve onu seven insanlara, bu ilgisizliğinden üzüntüye kapılan annesine, eskiden dünyadaki herkesten fazla sevdiği babasına karşı ilgisizdi. (s. 592) Zaten o zamanki aristokratların ne kadar ilginç bir ''ahlak'' anlayışının olduğunu şu alıntıdan da anlıyoruz: Bu insanların gözünde bir genç kızın ve serbest bir kadının talihsiz âşığı rolünün gülünç olabileceğini çok iyi biliyordu; ama evli bir kadının peşine düşen ve bu kadını baştan çıkarmak için hayatını bile ortaya koyan bir adam rolünün güzel ve büyük bir yanı vardı ve hiçbir zaman gülünç olamazdı. (s. 170) Ayrıca, Aleksey Aleksandroviç, Anna'nın kendini aldatmasından bahsederken, ''Herkesin başına gelebilecek, olağan bir durum,'' der. “Bu, herkesin başına gelebilecek bir talihsizlik. Benim de başıma geldi. Mesele sadece bu duruma en iyi nasıl katlanılacağı meselesidir.” (s. 367) Anna, Vronskiy'le birlikte olunca kendini daha özgür ve daha rahat hissediyordu ama önünde bir engel vardı: Aleksey Aleksandroviç, namıdiğer kocası. “Haklı! Haklı! –diye söyleniyordu.– Elbette, o her zaman haklıdır, o Hıristiyandır, o yüce gönüllüdür! Evet, alçak, iğrenç adam! Benden başka hiç kimse bunu anlamaz ve anlamayacaktır; ben de kimseye anlatamam. Dindar, iyi ahlaklı, namuslu, akıllı bir adam diyorlar; ama onlar benim gördüğümü görmüyor. Sekiz yıldır hayatımı nasıl mahvettiğini, içimde canlı olan her şeyi nasıl boğduğunu, benim aşka gereksinimi olan capcanlı bir kadın olduğumu bir kez bile düşünmediğini bilmiyorlar. Her adımda beni nasıl aşağıladığını ve yaptığı şeyden hoşnut olduğunu bilmiyorlar. Yaşadığım hayatı haklı çıkartmak için bütün gücümle çabalamadım mı? Onu sevmeye, kocamı sevmek olanaksız olunca oğlumu sevmeye çalışmadım mı? Ama zaman geçti, artık kendimi aldatamayacağımı, dipdiri bir kadın olduğumu, bunda benim suçumun olmadığını, Tanrı’nın beni böyle yarattığını, benim için sevmenin ve yaşamanın gerekli olduğunu anladım. Şimdi ne olacak? Beni öldürseydi, onu öldürseydi, hepsine katlanır, hepsini bağışlardım.'' (s. 384) Aleksey Aleksandroviç, egoist, çoğu zaman rahatsız edici gülümsemeleri olan, karısını, Anna'yı, evdeki bir hizmetçi gibi gören, dinini klasik bir memur gibi yaşayan, işkolik bir memurdur. Aslında Aleksey Aleksandroviç de, tıpkı Anna gibi, Anna'nın onu aldatmasından sonra ruhen ve düşünsel açıdan gelişir. Önceden Anna'nın düşüncelerini düşünmez ve ''Onun dini ve düşünceleri kendine,'' derken, Anna onu aldattıktan sonra Anna'yı daha çok düşünmeye ve anlamaya çabalıyor. Totaliter olan Aleksey Aleksandroviç, Anna karşısında kendini güçsüz hissediyor: Aleksey Aleksandroviç, karısının daha önce her zaman kendisine açık olan ruhunun derinliklerinin şimdi ona kapandığını görüyordu. Dahası, karısının halinden, tavrından onun bundan utanmadığını, sanki açıkça ona, evet kapalı ve böyle olması gerekiyor, ilerde de böyle olacak dediğini görüyordu. (s. 193) Anna her zamanki gibi sosyete toplantılarına katılıyor, özellikle Prenses Betsi’nin evine sık sık gidiyor ve her yerde Vronskiy’le karşılaşıyordu. Aleksey Aleksandroviç bunu görüyordu, ama hiçbir şey yapamıyordu. Karısını bir açıklama yapmaya çağırma denemeleri üzerine Anna, karşısına bir tür aşılmaz, neşeli bir şaşkınlık duvarı örüyordu. Dışardan bakınca aynıydı, ama iç ilişkileri tamamen değişmişti. Devlet işlerinde o kadar güçlü biri olan Aleksey Aleksandroviç, bu konuda kendisini zayıf hissediyordu. Uysal bir öküz gibi başını eğmiş, tepesinde kalktığını hissettiği baltanın inmesini bekliyordu. (s. 196 - 197) Tabii Aleksey Aleksandroviç'in de durumu kolay değil. Boynuzlanmış, aldatılmış bir adam. Dünyası başına yıkılmış, bazı açılardan onun için iyi olmuş ama bazı açılardan da oldukça kötü olmuş. Ruhen gelişmiş ama bu olay onu yaşlandırmış, pişman etmiş ve oldukça hırpalamış. ''Neden daha önce eşime gereken değeri vermedim, versem bunlar olur muydu?'' diye mutlaka düşünüyordur Aleksey Aleksandroviç. Hâlâ kuşku edebilmek için neler vermezdim. Kuşkulandığım zamanlar benim için zordu, ama şimdikinden daha kolay geliyordu. Kuşkulandığım sıralar bir umut vardı; ama artık umut yok ve yine de her şeyden kuşkulanıyorum. Oğlumdan nefret edecek ve zaman zaman onun benim oğlum olduğuna inanmayacak kadar her şeyden kuşku duyuyorum. Çok mutsuzum (s. 515) Vronskiy ise, züppe, kadınlarla uğraşmayı seven, toy, yükselme hırsı olan ve kısmen ahmak bir adam. O, hayatta belirli kuralları olan ve bu ''dar'' kafadan hiç çıkmayan, bazı şeylere bağnaz bir adam. Dostoyevski der ya ''Acı, engin bir bilinç ve derin bir yürek için her zaman gereklidir,'' diye, işte Vronskiy, acı çekmemiş ve acıdan alınan manevi hazzı, düşüncelerinin içinde kaybolma hazzını, tatmamış bir adam. Hayatında ilk kez 25-26 yaşlarında acı çeken bir insandan bahsediyoruz... Aslında Anna da, Aleksey Aleksandroviç de, Vronskiy de bu olaydan sonra acı çekip, akıllanıyorlar. Manevi yolda attıkları en büyük adım, kendi durumları hakkında düşünmek oluyor. Hayatında ilk kez başına çok ağır bir felaket gelmişti, onarılması mümkün olmayan ve kendisinin suçlu olduğu bir felaket. Elinde kasketle Yaşvin arkasından yetişip onu eve götürdü. Vronskiy yarım saat sonra kendine geldi. Ancak bu yarışın anısı, hayatının en ağır ve en acı anısı olarak uzun süre içinde yaşadı. (s. 264) Yapması ve yapmaması gereken her şeyi kesin çizgilerle belirleyen kuralları olduğu için Vronskiy’in hayatı özellikle mutluydu. Bu kurallar çok dar bir koşullar çemberini kapsıyordu, ama kurallar kesindi ve bu çemberin içinden hiçbir zaman çıkmayan Vronskiy, gerekenin yapılmasında bir an bile kararsız kalmazdı. Bu kurallar dolandırıcıya para ödemek gerektiğini, terziye ise gerekmediğini, erkeklere yalan söylememek gerektiğini, ama kadınlara söylenebileceğini, hiç kimsenin aldatılamayacağını, ama kocaların aldatılabileceğini, hakaretlerin bağışlanamayacağını, ama hakaret edilebileceğini vs. kesin olarak belirliyordu. Bütün bu kurallar akla aykırı, kötü olabilirdi, ama kesindi ve Vronskiy bunları yerine getirerek kendisini huzurlu hissediyor, başını dik tutabiliyordu. (s. 400) Aleksey Aleksandroviç'in ise, totaliter kişiliğinden ve egoistliğinden ödün verdiği yegâne zaman, Anna'nın hasta olduğu zamandır. O zaman, Aleksey Aleksandroviç, Anna'ya karşı iç açıcı bir affetme ve karşı konulmaz bir sevgi duyar. Ki, bunu sevgilisini, Vronskiy'i, evinde ağırlamaya kadar götürür. Ve o zaman, Anna, Aleksey Aleksandroviç'e gerçekleri açıklar: Söylemek istediğim şey şuydu. Bana şaşırma. Ben hep aynıyım... Ama içimde başkası var, ben ondan korkuyorum. Onu seven oydu. Ben hem senden nefret etmek istedim, hem de eski Anna’yı unutamadım. O ben değilim. Şu anda her şeyimle gerçeğim. (s. 539) Daha sonra Vronskiy ve Anna kaçar ve Vronskiy, mesleğinde yükselme hırsını Anna'ya kurban ettiğinden, Anna'ya karşı bir tiksinti duyar; ondan gittikçe soğur ve bunu Anna da hisseder. Anna'ysa, tersine, Vronskiy'e karşı aşkı gittikçe artar. Ama Anna, bütün bu olanlara dayanamaz... Dayanamamasının sebebi, her şeyini feda ettiği, hayatını onun uğrunda harcadığı adamın ona karşı tiksintisidir. Zaten, bundan sonra olanlar olur... Anna'nın monologları artar, içi karanlıklaşır ve karmaşıklaşır... Lermontov der ya: ''Sevmek... Fakat kimi? Değmez emeğine bir an için, / Ve yok olanağı sonsuz bir aşkın.'' “Evet, nerede kalmıştım? Hayatın işkence olmadığı bir durum düşünemediğim, hepimizin acı çekmek için yaratıldığımız ve bunu hepimizin bildiği, hepimizin kendimizi aldatacak çareler uydurduğu konusunda kalmıştım. Peki gerçeği gördüğünde ne yapmak gerekiyor? (...) Evet, beni çok rahatsız ediyor ve kurtulmak için de akıl verilmiş; demek ki kurtulmak gerekiyor. İnsanın artık bakacak bir şeyi yoksa, bütün bunlara bakmaktan iğreniyorsa o zaman mumu neden söndürmesin? Ama nasıl? Bu kondüktör koridorda neden koştu, öbür vagondaki gençler neden bağırıyorlar? Neden konuşuyorlar, neden gülüyorlar? Hepsi yalan, hepsi aldatmaca, hepsi kötü!..” (s. 992) Karakter Analizi: Lev Tolstoy modellerini çevresinden topluyordu. Kiti'ye Sonya'nın kimi özelliklerini veriyor, Levin'e kendinden epey bir şeyler katıyor, Oblonski'yi, Koznişev'i, Varenka'yı, Mihaylov'u betimlemek için o veya bu arkadaşından bir şeyler araklıyor, Levin'in erkek kardeşini, veremden ölen kendi kardeşi Dimitri'nin bir kopyası yapıyordu. Vronskiy hiç şüphesiz Sonya'nın ilk talibi Mitrofan Polivanov'a ve Karenin, maliye bakanı Valuyev'e, Tanya'nın kocası Kuzminski'nin yanı sıra mabeyinci Sukotin'e çok şey borçluydu. Anna Karenina'ya gelince, fiziki görünümüyle, şair Puşkin'in kızı Mariya Aleksandrovna Hartung'u andırdığı söyleniyordu. Zaten ilk müsveddelerde Karenin'in müstakbel karısının soyadı Puşkin'di. (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 476) Stepan Arkadyiç, hedonist, hovarda ve başıboş ama bir o kadar da insanın halinden anlayan bir adam. İnsanın halinden anlaması çok büyük bir meziyet, onun doğasında bu var, sonradan edinilmiş bir kabiliyet değil; aslında Stepan Arkadyiç çoğu zaman tatlı ve anlayışlı, çoğu zaman da rahatsız edici bir kişilik. Levin'in de bazen hissettiği gibi, kendinizi çıplak hissediyorsunuz Stepan Arkadyiç'in karşısında, o, sanki her şeyi anlıyormuş gibi. ''Stepan Arkadyiç, kendisine karşı dürüst bir adamdı. Kendi kendisini kandıramaz ve yaptığından pişman olduğuna inandıramazdı. Şu anda otuz dört yaşında, yakışıklı, şıpsevdi bir adam olarak ondan yalnızca bir yaş küçük olan, beş sağ ve iki ölü çocuk annesi karısına âşık olmadığı için pişmanlık duyamıyordu. Pişman olduğu tek şey, bunu karısından daha iyi saklayamamasıydı. Fakat içinde bulunduğu durumun zorluğunu hissediyor, karısına, çocuklara ve kendisine acıyordu.'' (s. 5) Dedim ya, Stepan Arkadyiç sadece bu dünyada yaşayan bir adam, diye. Onun manevi hiçbir özelliği yok, hayata zevk ve haz için gelmiş, keyfine bakan, çoğu zaman da bir eylemi gerçekleştirirken bunun sonuçlarını düşünmeyen bir adam. Ben aşksız bir hayatı kabul etmem. Ne yapayım, ben böyle yaratılmışım. Doğrusu, bununla başkasına yaptığın kötülük pek az, ama kendine sağladığın zevk ne kadar çok... (s. 214) Kiti'yse, Vronskiy'den ağır bir yara aldıktan sonra, ruhen gelişme kaydediyor. Ben, bunu Savaş ve Barış'taki ''Nataşa'' karakterine benzettim. Kiti de, Nataşa da, sevecen, tatlı, güler yüzlü kızlarken, erkekler tarafından yara aldıktan sonra ruhen gelişiyorlar. Ayrıca, Kiti'nin aldığı yaradan sonra hastalanması ve bu hastalığın ''manevi'' olması, yine Nataşa'ya benziyor. Hastalığı ve bu hastalığın tedavisi ona ne kadar aptalca ve gülünç bir şey olarak görünüyordu! Tedavisi, kırık bir vazonun parçalarının yeniden birleştirilmesi kadar gülünç geliyordu. Kalbi kırılmıştı. Ne yani onu haplarla, tozlarla mı iyileştirmek istiyorlardı? (s. 158) Ayrıca Kiti, kendisi olmak isteyen bir kadın. Başkası olmak istemiyor, sadece kendini geliştirmek ve kendini tanımak istiyor; önceden Anna gibi olmak isteyen Kiti, kişiliği geliştikten sonra kendi içine dönmek istiyor. Ama ben kötüysem ne yapayım? Kötü olmasaydım bunlar olmazdı. Varsın olduğum gibi kalayım, ama başkası gibi davranmayayım. Bana ne Anna Pavlovna’dan! Varsın onlar istedikleri gibi yaşasın, ben de istediğim gibi. Farklı biri olamam ben... (s. 310) Levin, şüphesiz, kitapta Tolstoy'un kendinden en çok verdiği karakter. Levin için, Tolstoy, daha kitabın başında ''Annesini hatırlayamıyordu,'' diyor, bu da tabii Tolstoy'un kendisine benziyor. ''Levin kendi annesini hatırlamıyordu, biricik kız kardeşi yaşça ondan büyüktü, dolayısıyla anne ve babasının ölümüyle yoksun kaldığı eski, soylu, eğitimli ve şerefli bir aile ortamını ilk kez Şçerbatskiylerin evinde görmüştü. Bu ailenin bütün üyeleri, özellikle de kadınlardan oluşan yarısı ona gizemli, şiirsel bir perdeyle örtülü gibi geliyordu.'' (s. 30) Ayrıca Levin, içine kapanık, sempatik, bazen sıkıcı, bazen de candan bir ''âşık''. Ve Levin, kabahatlerini başkalarına atmayan bir karakter: “Evet, bende ters, itici bir şey var, –diye düşünüyordu.– Ayrıca başkalarının işine yaramıyorum. Gurur, diyorlar. Hayır, gururlu da değilim. Gururum olsaydı, kendimi bu duruma düşürmezdim.” Akşam düştüğü o korkunç duruma herhalde hiç düşmemiş olan şanslı, iyi, akıllı ve sakin Vronskiy’i gözünün önüne getirdi. “Evet, onu seçmeliydi. Öyle gerekirdi, hiç kimseden, hiçbir şeyden şikâyet etmeye hakkım yok. Kendim suçluyum. Hayatını benimkiyle birleştirmek isteyeceğini düşünme hakkına nasıl sahip olabildim? Ben kimim? Neyim? Hiç kimse için gerekli olmayan önemsiz bir adam.” (s. 113) "Onun, bu güzel, şiir dolu Kiti'nin, evliliklerinin ilk haftalarında değil, daha ilk günlerinde masa örtüleriyle, mobilyalarla, konukların yataklarıyla, tepsiyle, aşçıyla, yemekle, daha bir sürü şeyle nasıl ilgilenebildiği Levin'i şaşırtıyordu." Bu yürekten gelen çığlık, Konstantin Levin'e değil, Lev Tolstoy'a aittir. Kadındaki ev işi becerilerine daima çok önem vermiştir. Ona göre, evli kadının evreni, yatakla, ocakla, beşikle sınırlı olmalıdır. Yazdıkça, roman kişisiyle daha fazla özdeşleşir. Utanıp sıkılmadan ona, kendi hayatının olaylarını verir, onu fikirleriyle, okuduklarıyla, kanıyla besler. Levin ve Kiti'nin aşkı, her kelimenin baş harfleri vasıtasıyla açılma, son dakika tereddütleri ve sandıkta unutulan gömlek olayı dahil düğün, yeni çiftin kıra yerleşmesi, ilk çocuğun doğumu, tüm bunlar yazarın anılarının aktarılmasından başka bir şey değildir. Sonya, Liovoçka'yla hayatının ilk dönemlerinin bu kadar açık ve hoş bir şekilde anıldığı bölümleri temize çekerken herhalde çok heyecanlanmıştır. Keza Levin'in erkek kardeşinin ölümü, en küçük detayına kadar Dimitri Tolstoy'un ölümünü anlatır. Levin'in mujikleriyle olan ilişkileri doğrudan Lev Tolstoy'un Yasnaya Polyana'daki tecrübesinden esinlenmiştir. Son'da, Levin vasıtasıyla, Sırbistan'a askeri yardım meselesine tavır alan Lev Tolstoy'un kendisidir. (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 502) Levin, otuz küsur yaşına kadar kendi içine dönemedi, çünkü çiftlik işleri, toprak ağası olması onu düşünmekten alıkoyuyordu. Ama, abisini ölüm döşeğinde gördüğü gün, onun için ''manevi yolculuklar'' başladı. Levin’in düşünceleri çok çeşitliydi, ama bütün düşüncelerin sonu aynıydı: Ölüm. Her şeyin kaçınılmaz sonu olan ölüm ilk kez karşı konulmaz bir şekilde gözünde canlanıyordu. Burada, yarı uyur yarı uyanık inleyen ve alışkanlıkla hangisi olduğunu umursamadan kâh Tanrıya, kâh şeytana seslenen sevgili ağabeyinde ölüm, ona hiç de eskiden göründüğü kadar uzak değildi. Ölüm kendisinin de içindeydi, bunu hissediyordu. Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa otuz yıl sonra, hepsi bir değil miydi? Oysa kaçınılmaz ölümün nasıl bir şey olduğunu bilmemenin, hiçbir zaman düşünmemiş olmanın ötesinde bunu düşünemiyor ve düşünmeye cesaret edemiyordu. “Çalışıyorum, bir şeyler yapmak istiyorum, ama her şeyin biteceğini, ölümü aklımdan çıkartmışım.” (s. 456) “Bu korkunç beden Nikolay ağabeyimin olamaz,” –diye düşündü Levin. Fakat yanına yaklaşıp, yüzünü görünce kuşkuya hiç yer kalmadı. Yüzündeki korkunç değişime karşın bu ölü bedenin canlı ağabeyinin bedeni olduğuna ilişkin korkunç gerçeği anlamak için Levin’in, kendisine doğru kalkmış bu canlı gözlere bakması, birbirine yapışmış bıyıkların altındaki ağzın hafifçe hareket ettiğini fark etmesi yetmişti. Parlak gözler içeri giren kardeşine sitem edercesine sert sert baktı. Bu bakışla canlı iki insan arasında hemen canlı bir ilişki kuruldu. Levin, üzerine dikilmiş olan bakıştaki sitemi hemen hissetti ve kendi mutluluğundan pişmanlık duydu. (s. 640) Zaten Tolstoy'un kendisi de, abisinin ölümünden çok etkilenir ve kendi içine çekilir. Anna Karenina'yı yazdığı dönemlerde ve hayatının neredeyse tamamında, ölümden çok korkmuştur. Bazı günler olmuştur ki, yüzünde sivilce çıktığında kendini perişan hissetmiştir, Anna Karenina'ya ''Bir Yazarın Güncesi'' denmesinin bir sebebi de, ''ölüm'' konusudur. Ve Levin, tıpkı Savaş ve Barış'taki Piyer gibi, manevi yolculuğunda sona ulaştığında muhteşem bir huzur hisseder, ruhen ferahlar. İlginç olan şey, Savaş ve Barış'ta Piyer ve Nataşa'nın, Anna Karenina'da da onlara benzeyen Levin ve Kiti'nin evlenmesidir. İki çift de, birbirlerinden hoşlanmış ve zorluklara rağmen evlenmişlerdir. Levin yaşam ve ölüm konularına, sevgili ağabeyini ölüm döşeğinde gördüğü andan beri ilk kez, yirmi yaşından otuz dört yaşına kadarki dönemde ona hiç fark ettirmeden çocukluk ve ilk gençliğindeki inançlarının yerini almış olan, kendi deyimiyle yeni düşünceler arasından baktı ve ölümden çok, nereden geldiği, ne için geldiği ve ne olduğu hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmadığı yaşamdan korkuya kapıldı. Organizma, organizmanın yıkılışı, maddenin yok olmaması, enerjinin korunması yasası, gelişme. Bunlar eski inancının yerini almış olan sözcüklerdi. Bu sözcükler ve bunlarla ilgili kavramlar zihinsel amaçlar açısından çok güzeldi, ancak yaşam için verdikleri bir şey yoktu. Levin sırtındaki sıcacık kürkü çıkarıp, incecik bir elbiseyle değiştirmiş ve ayaza ilk çıktığında yine de çıplak olduğuna ve korkunç acılar içinde öleceğine düşünceleriyle değil, tüm varlığıyla inanan bir adamın durumunda hissetti birden kendini. (s. 1022) Kısacası, Anna Karenina'ya hükmeden kader, Savaş ve Barış'ta olduğu gibi, politikayla şişinen, ceset ve barut kokan savaş tanrısı değil, soluk soluğa kalmış aşk çılgınlığı tanrısıdır. Savaş ve Barış'ta, Anna Karenina'dan yüz kat fazla ölü vardır ve bununla birlikte, Savaş ve Barış ferah, iyimser, ışıklı bir roman olarak görünürken, Anna Karenina gri, kaygı verici bir atmosferle çevrilidir. Savaş ve Barış'ta yaşama inanç, çiftin, ailenin, ataerkil geleneğin şiirsel yüceltilişi, Rus ordusunun istilacı güç karşındaki zaferine bir güzelleme vardır. Zafer, kendisi için katlanılan tüm fedakarlıklara yüce bir anlam verir. Kahramanlar, vatan toprağını savunurken maruz kaldıkları acılardan büyüyerek çıkarlar. Havası, kötü düşlerle, önsezilerle, sanrılarla, doğaüstü varlıklarla yüklü Anna Karenina'da aynı şey geçerli değildir... Son olarak, Anna Karenina çıktıktan sonra oluşan tepkileri vermek istiyorum: "Heyecan sürekli artıyor... O kadar farklı görüşler var ki özetlemek imkansız... Kimileri kinizminizi eleştiriyor, daha zekileri ise (mesela Danilevski), hayranlık içindeler... " (21 Mart 1875). "Herkes Şubat yayınma hayran kaldı. Ocak sayısındaki daha az beğenilmişti... Şimdi, sevinç çığlıkları yükseliyor. Aç insanlara yiyecek atmışsınız gibi bir hava var." (5 Mart 1876). "Romanınız herkeste merak uyandırıyor ve inanılmaz bir şekilde okunuyor. Sadece Puşkin ve Gogol'ü böyle, her sayfaya saldırarak ve diğerlerinin ne yazdığını önemsemeyerek, okur insanlar." (Şubat 1877). "Dostoyevski kollarını sallıyor ve size sanat tanrısı diyor. Bu beni şaşırtıyor ve sevindiriyor. Bu beni şaşırtıyor çünkü onun size ne kadar düşman olduğunu biliyorum." (18 Mayıs 1877). (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 510) Dostoyevski bile, Türklere karşı kutsal savaşı adına Anna Karenina'nın son kısmını eleştirmekle birlikte, Bir Yazarın Güncesi'nde romanın geri kalanını över: "Anna Karenina, Avrupa'da yayımlananlardan kesinlikle farklı olduğu söylenebilecek, kusursuz bir sanat eseridir. Konusu tümüyle Ruslara özgüdür. Bu romanda bizim "yeni söz"ümüzden, Avrupa'da henüz duyulmamış olan ama yine de ne kadar kibirli olurlarsa olsunlar Batı halklarına son derece gerekli olacak bir sözden bir şey vardır." (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 511) Kabul etmek lazım, romanın tamamı olmasa da bazı bölümleri gerçekten böyleydi: Odesky Vestnik'in ismi bilinmeyen eleştirmeni "yiyecek, içecek, av, balolar, yarışlar ve aşk, aşk, aşk, sözcüğün en yalın anlamıyla, hiçbir psikolojik ya da manevi bir anlam içermeyen aşk, roman baştan sona bu." (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 512) İçlerinden W... imzalı biri son derece ateşlidir: "Nesiller birbirini izleyecek, toplum baştan aşağı değişecek, Rus yaşamı başka yollara girecektir ama bu eserler (Savaş ve Barış ve Anna Karenina) herkes tarafından tekrar tekrar okunmaya devam edecektir çünkü bunları Rus yaşamından, Rus kültüründen ayırmak imkansızdır. Bu yapıtlar ilelebet yeni kalacaklardır." (Henri Troyat, Lev Tolstoy, s. 513) Faydam dokunduysa ne mutlu bana, keyifli ve verimli okumalar.
Anna Karenina
Anna KareninaLev Tolstoy · Türkiye İş Bankası Yayınları · 201939,1bin okunma
··
1.910 görüntüleme
Ayşe Ebrar Salman okurunun profil resmi
Yine emekle yazılmış bir inceleme :) Harika olmuş ellerine sağlık.
Fëanor okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, vakit ayırıp, okuduğun için. Eksik olma. :))
Cihan Karabulut okurunun profil resmi
Çok güzel bir yorum. Siz kitabı okumamışsınız adeta yaşamışsınız:)
Fëanor okurunun profil resmi
Sağ olun, eksik olmayın. Faydam dokunduysa ne mutlu bana. :)
Maedhros okurunun profil resmi
Eline emeğine sağlık döktürmüşsün. :)
Fëanor okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.