Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

256 syf.
9/10 puan verdi
Herkese merhaba, Uzun zamandır hakkıyla bir roman analiz/kitap tahlili yapmadığım için satırlarıma nasıl başlayacağımı inanın kestiremiyorum. Arkaya klasik müziğimle beraber çayımı aldım gayet spontane şekilde elimden geldiğinde birtakım şeyler yazmaya çalışacağım. Malumunuz covid19 ve karantina derken bütün düzenimiz bozuldu. Yeni dünya düzenine ayak uydurmaya çalışıyoruz. Bu noktada en çok psikolojik olarak yıpranıyoruz. Bu tahribata ise en iyi gelecek şey malumunuz yeni kitaplar okumak ve yeni ufuklara yelken açmak. Ne demişler ”okumayı bıraktığın gün sonbahardır ertesi gün cehaletin kışı” bu yüzden kitaplara sımsıkı sarılmaya devam. Öyle ki önümüz bahar bahçe. Sabahattin Ali bu romanında; arka kapağından da beslenirsek, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın ”kapana kısılmışlığını” gösteriyor. yazımda kitapla ilgili kesinlikle sürpriz bozucu bir durum olmayacak. Olası yerlerde sizlere -spoiler- uyarısında bulunacağım. Gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. Romana geçmeden önce sizlere çok kısa Sabahattin Ali’den bahsetmek istiyorum. Sabahattin Ali Soğuk bir kış ayında, 25 şubat 1907’de gümülcine’de dünyaya geldi. Kariyerine Yozgat’ta öğretmen olarak başladı. Sonrasında Milli eğitim bakanlığınca Almanya’ya gönderildi. Devamında ülkemizde devlet konservatuarında ve bakanlıkta görevler yaptı. Çok tematik bilgiler ile sıkmak istemiyorum. Zira hayatına dair bilgiler internette kolayca erişilebilir durumda. Sabahattin Ali’nin hayatını ilgi çekici kılan detaylar ise genel olarak siyasi duruşundan beri geliyor. Kendisi öğrencilik yıllarında Nihal Atsız ile ne kadar yakın arkadaş olsa da ilerleyen zamanlarda(Almanya’ya gidişine tekamül eder) sıkça görüş ve fikir ayrılıklarına düşmüştür. Zira gözlerini hayata yumarken taban tabana zıt bir görüşe sahipti. Öyle ki size bahsedeceğim bu kitabındaki bir karakterin otaritelerce Nihal Atsız olduğu ve bunun da Atsız’ı oldukça kızdırdığını biliyoruz. Devam eden süreçte Atsız mahkemeye verdiği Sabahattin Ali’ye bir de misilleme bir roman yazıyor. içerisinde Ali’yi yerden yere vuruyor. Tüm bunların yanında Sabahattin Ali’nin yazarlığını yaptığı mizah dergisi markopaşa ülkede sürekli gündem oluyordu. muhalif tutumundan dolayı bir takım kesimlerce sevilmeyen Sabahattin Ali bu durumdan oldukça yılmıştı. Zira bir gün yurtdışına çıkmaya çalışırken fanatik bir şahıs tarafından başı sopayla ezilerek öldürülmüştü. Katil zanlısının ise açıklaması; ülkem için yaptım pişman değilim olmuştu. Böylesine hak etmediği trajik bir sona kurban gitti. Mekanı cennet ruhu şad olsun büyük ustanın. Bize kattığı onlarca eserleri her zaman yaşayacak… Şimdi romanımıza geçelim; Yukarıda da belirttiğim gibi bu romanda Sabahattin Ali içimizdeki şeytanlara dem vurmuş ve harika çıkarımlarda bulunmuştur. Müthiş bir keyifle ve özellikle sonlarında boğazım düğüm düğüm okudum. Kolay kolay tesirinden çıkılamayacak bir eser olmuş. Konusunu özetlersek Ömer adında bir gencin başından geçenleri ve onun yanında yer alan yakın arkadaşı Nihat ve uzaktan akrabası Macide arasında geçen olayları konu alıyor. bu denklemin içinde; aşk, yoksulluk, iki yüzlülük, riyakarlık, yozlaşmışlık ve siyasetin/suni ideolojinin bireyleri nasıl kuklalaştırdığına dair harika konular yer alıyor. Yani okurken hem drama hem sosyoloji hem de nispeten mizah yer alıyor. Ömer’in içsel mücadesini ”içindeki şeytan” adı altında işliyor. Ömer’in yaptığı iyi ve güzel şeyler şahsına mal edilirken yaptığı tüm kötü şeyler onun suçu değilmiş ve içindeki şeytan tarafından yaptırılıyormuş algısı veriliyor. Bir önemli husus ise Ömer ve Macide’nin arasındaki ilişkinin muhteşem tasviri. İnanın okurken bir an balzac mı okuyorum acaba? dedim. okuyana kesinlikle o duyguları tam manasıyla hissettiriyor. Bana kalırsa Sabahattin Ali, Ömer karakteri ile içerisinde iyilik barındıran fakat kötülük güdülerini engellemeyen çaresiz bireyleri anlatmak istemiş. Macide ile ise, saf ve temiz duyguları, iyiliği doğruluğu simgelemiş. Nihat ise çevredeki çıkarımların aksine benim düşüncem; ülkesi için iyi şeyler yapmak isteyen fakat güç ve para sahibi kişilerin ağına düşmüş bireyler işlenmiş. Eminim zamanında kitabı benim mentalitem ile yorumlasalarmış belki her şey çok daha farklı olabilirmiş. Tabi kimine göre de fazla optimist bir çıkarım bu. Kaldı ki Sabahattin Ali’de hiçbir zaman Nihat karakterinde şunu şunu anlattım dememiştir. Her neyse. Normal şartlarda -spoiler- uyarımı yapıp uzun uzadıysa romanın özetini çıkarırdım buraya fakat bu sefer böyle yapmayacağım. Çünkü çok fazla alıntı çıkardım. Özet eklesem alıntıların hatrı kalacaktı ikisini yapsam çok gereksiz uzun olacaktı. Bu yüzden yukarıda zaten genel hatlarıyla kitabın konusunda ve karakterlerden bahsettim. Şimdi size kitap içerisindeki not aldığım harika alıntıları paylaşacağım. Gerçekten ders niteliğinden harika sözler yer alıyor. Özellikle romanın son on sayfasında kitabın neredeyse her parafrafınının altını çizmek durumunda kaldım. Yavaş yavaş eklemeye başlayalım; ilkbahar gibi bir mevsimi olan bu dünya, üzerinde yaşanmaya değer… Ne olursa olsun… -Sayfa 61 Şu muhakkak ki bugün olduğum gibi olmak da istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün… Fakat içimde öyle bir şeytan var ki… Bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. -Sayfa 47 Bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil. İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. -Sayfa 88 Ne bayağılık… Sizi kendim kadar tanıyorum… Bundan daha büyük bir zırva olur mu? Kendimi ne kadar tanıyorum ki?.. -Sayfa 104 Dünyada insanlar kendilerinden başkasının işiyle alakadar olurlar mı? Belki dedikodu için ara sıra… -Sayfa 115 Kendimiz iyi olamıyoruz ve başkalarının iyiliklerini küçük görmek için onlara reklamcı, hayır dua avcısı, hatta riyakar diyoruz. -Sayfa 129 Bizi buraya asıl bağlayan bir alışkanlıktır… Biz burada maksatsız yaşamayı ve boş beyinle dolaşmayı tatlı bir meşgale haline getirmek yolunu keşfetmişiz… Hepimizi İstanbul’a bağlayan sadece bu… -Sayfa 136 İçimdeki bu melun şeytan… Her şeyi imkansızlığı nispetinde bana cazip gösteren, beni olmayacak şeylerin hasretiyle kavuran bu korkunç his… -Sayfa 144 Bir insandan haksız yere şüphe etmek en korkunç şeydir. Aldanmak pahasına da olsa bunu yapmamalı. -Sayfa 173 Bu hayatın bir manası olması icap ederdi. İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynunu birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı. -Sayfa 188 Onun sevgisi, bütün hisleri gibi ani ve şiddetliydi. Birdenbire coşuyor, belki dünyada hiçbir insanın muktedir olamayacağı kadar kuvvetle Macide’yi aşk fırtınalarına boğuyor, fakat bu tufandan sonra, bazen günlerce, sanki evdeki kadın uzak bir akraba, yahut ev sahibi madammış gibi lakayt bir hal alarak muhayyilesinin dünyasına çekiliyordu. -Sayfa 164 İnsanların en zayıf tarafları; sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. -Sayfa 200 Erkekler bazen ne kadar basit oluyorlar… Zannediyorlar ki, bir erkeğe karşı hiddet, hatta nefret duymaya başlayan bir kadın, hemen başka erkekler bulup boyunlarına sarılmak ister… -Sayfa 220 Ben sana rehber değil, ancak yoldaş olabilirdim, fakat yolu ikimiz de bilmiyorduk ve birbirimize yük olmaktan, birbirimizi şaşırtmaktan başka bir şey elimizden gelmiyordu. -Sayfa 229 Çünkü hiçbirinde fikirler ve bilgiler şahsiyet haline gelmemiştir. Hiçbiri ukalalık etmek için malzeme toplamaktan başka bir şey düşünmemiştir. Hiçbiri insanı insan yapan şeyin şahsiyet olduğunu, bütün ilimlerin, bütün tecrübelerin yalnız bunu temine yaradığını anlamamıştır. -Sayfa 247 İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülüğü yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. -Sayfa 249 Evet alıntılar bu kadardı. Buraya kadarla sabırla okuyan güzel insanlar, size teşekkür ediyorum ve özel en beğendiğim alıntıyı sona sakladım. Paylaşmak istiyorum; *** İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… içimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey; hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… -Sayfa 250 Zor zamanlar geçirdiğimiz bu dönemde içinde en derininde bile olsa bir iyilik ve umut ışığı taşıyan taşıyan nice Ömer’lere, Macide’lere selam olsun. Güzel günler göreceğiz güneşli günler. Sürçülisan eylediysek affola, sevgiyle kalın.
İçimizdeki Şeytan
İçimizdeki ŞeytanSabahattin Ali · Yapı Kredi Yayınları · 2019171bin okunma
·
208 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.