Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

339 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
FIRSAT KOLLAYAN KRİZ
En son ne zaman birinin ağzını yüzünü kırasınız geldi ya da ne kadar sıklıkla bu duyguyu yaşıyorsunuz? Örneğin; kahramanımız Malik Solanka gibi bir gece, uyuyan eşinizin başında elinizde bir bıçakla bekleyecek derece gözünüzü döndüren bir öfkeye kapıldınız mı? Daha ilginci, duyduğunuz öfkenin belirsizliğinde hiç kayboldunuz mu? Ya da bilerek kaynağına inmeyip bilakis ondan kaçarak belirsizlik içinde kalmak istemiş de olabilirsiniz. Kendinize, kabahatin hep başkasında olduğu yalanını söylemiş ve buna seve seve inanmış olabilirsiniz hatta bu, bir yalan da olmayabilir; gerçekten de öfkenizi üzerinde gösterdiğiniz örneklerde kabahat karşı tarafta olabilir lakin bu örnekleri bir başkası es geçerken siz, neden bunlara bakıp öfkeleniyorsunuz? Kaynak, belki de kendinizsinizdir. İnsan, çoğu kez sorunlarıyla yüzleşmektense onlardan kaçmayı yeğler hatta bazen Malik Solanka gibi dünyanın diğer ucunda, ABD'de soluğu alır. Solanka'nın görünürde gayet iyi bir hayatı vardır: bir profesördür, evli ve bir çocuk sahibi olup onlarla ilgili elle tutulur bir sorunu bulunmamaktadır. Belki de daha eski ailevi sorunları vardır, bunu sizin okuma serüveninize bırakıyorum. Bununla birlikte, çocukluk çağımızın geleceğimizi belirleyen temel bir etken olduğu yadsınamaz bir gerçek. Örneğin; içine kapanık, sessiz bir çocuksanız ve anne babanız da yaptığınız her davranışta bir kabahat buluyorsa veya aşırı korumacılık gösterip size en azından özerklik tanımıyorlarsa, okul çağınızla birlikte bu özellikleriniz size bir eksiklik hatta müsebbibini kendiniz gördüğünüz birer kusur olarak gelecektir; bunun sonucunda belki de hayatınız boyunca üzerinizden atmaya çalışacağınız bir özgüven eksikliği problemine dönüşecektir. Buna başka yan faktörler eklemlenecek ve hayatınızda yanlış tercihler yapacaksınız; nihayetinde sanki sizi doğru yere götürecek tüm otobüsleri kaçırmış biçare halde bir durakta otururken bulacaksınız. Artık gelmeyecek otobüsleri beyhude beklerken, hayata dair artan teorik bilginizle dünyayı bir hapishane olarak görerek varoluşsal bir krizin içinde hapsolmuş gibi hissedeceksiniz. Solanka da "İnsanoğlu müebbet hapistir, hapishane şartları ağırdır ve bazen hepimiz hapisten kaçmaya ihtiyaç duyarız," dememiş miydi zaten. Solanka, Amerikan Rüyası içinde geçmişini unutup yeniden doğmak veyahut burada kaybolup öfkenin hakimiyetine son vermek istedi. Ne var ki, ABD'de gözünü nereye çevirse gülen yüzlerin patlamaya hazır gözleriyle karşı karşıya gelir. Çünkü bireysel hak ve özgürlüklerin artırılması temelinde yükseldiğini iddia eden bu yerin, kendisine tezat oluşturan tektipleştirici güçlü bir yönü vardır. Güncel bir örnekten hareket edersem, bir gün önce geceleyin Avrupa'nın en büyük futbol kulüplerinden on ikisi, kendi aralarında bir lig kuracaklarını açıklayarak futbol dünyasını derinden ikiye böldüler. Bugün yeni bir açıklama daha yapıldı: 16-24 yaş aralığındaki gençlerin 90 dakika bir maçı takip etmek istemedikleri için futbola ilgilerinin oldukça azalmış olduğunu belirterek, futbol maçlarının süresini 60 dakikaya indirip, bunu da 4 çeyrekte yapmak istediklerini açıkladılar. Muhtemelen maç öncesi şov organizasyonları ve takas usulü de bunlara eklenecek. Bu futbolun Amerikasyonudur. Zira bu kulüplerin birçoğunun sahibi zengin Amerikalılar olup diğerleri de başka milletlerden büyük iş adamlarıdır. Bunu yapmak için bu kulüplerin haklı gerekçeleri bulunmakla birlikte taraftarların ve sporun içindeki diğer insanların da buna karşı çıkmak için haklı gerekçeleri bulunuyor. Her ne kadar realist olmaya çalışan biri olsam da futbolun romantizmine aşık biri olarak, ben ikinci taraftanım. Çünkü izleyenler bilir, NBA oldukça görkemli ve heyecanlı bir organizasyondur lakin bu heyecanın ardında para çarkının daha çok dönmesi için fazlasıyla şova indirgemeci bir yapı bulunur; bundan dolayı, sanki hep bir ayarlama ve yapaylık söz konusudur. Avrupa futbolu da son yıllarda bu yöne kayıyordu ama yine de eskilerden gelen amatörlük ve romantizm az da olsa kendisini hissettiriyordu. İşte şimdi bunu yok etmek istiyorlar. Şimdiden geleceği görüyorum: "Ey gidi günler ey! Çocuklar siz bilmezsiniz, eskiden maçlar 90 dakikaydı." "Yok daha neler dede." "Hatta uzatmalarla 120 dakikayı bulduğu olurdu." "Yuh ya! Sıkılmıyor muydunuz dede onu izlerken hiç?" "Bir tarafta Messi diğer tarafta Ronaldo varken veya bir tarafta Guardiola diğer tarafta Mourinho veya bir tarafta GS diğer tarafta FB varken insan sıkılır mı yavrum. Eh tabi sonuncusunda sıkılmadığımızı söyleyemem amma velakin ezeli rekabet sözde dostluğun tadı bir başka olurdu." "Ne Messi ne Ronaldo'ymuş dede. Şimdi de var büyük futbolcular: Johnny Sininho mesela." "Bırak heri. Bunlar da topçu mu." "Ee neci." "Soytarı Soytarı!" "Peh sen de dede yani." "Tabii. Bizim zamanımızda Ronaldinho vardı. O, hepsinden başkaydı; çünkü o, futbolu sevdiren dişlekti! Futbolun amatör ruhu, gerçek şovuydu. Şimdikiler ne şov ne de futbolcu. Soytarı!" "Ne Ronaldinho'ymuş dede. Beni de merak ettirdin. Açıp bakacağım şuna. " "Aç aç da topçu gör. Ben de bakayım şu dişleğe" youtu.be/3FcXBAC6-KI "Gerçekten dede, bu adam bir başkaymış!" "Tabii, dedeni dinle sen. Ayrıca bizim zamanımızda aidiyet duygusu vardı buram buram. Totti'yi bilir misin sen bakayım?" "Yok dede." "Bu adam dünyanın en büyük kulüplerinden milyonlarca dolarlık teklifler aldı da yine takımını bırakmadı. Gitse ne şampiyonluklar yaşardı ama Roma'nın Totti'si olmayı tercih etti." "O da amma aptalmış dede şimdi. Ayrıca iyi hoş da dede değişime mani olamazsın." "Öyle öyle ama biz futbolu çok sevdik oğlum amma bizim aslında bu kadar sevdiğimiz şey, zayıfın güçlüyü yenebilme ihtimaliydi." Fakat Amerikan Rüyası'nda güçlüyü yenemezsin. Çünkü burada zayıf yok olur, ya güçlüsündür ya da çok güçlü ve bu ikisi arasında danışıklı dövüş olduğu için zayıf kelimesine yer yoktur; pardon bir yer vardır, o da mezar. Bu durumda Solanka da güçlü olmak zorundadır ve bunu başarır hem de sinemada. Ancak bu bile Solanka için o 'belirsiz' öfkesinden kaçıştan başka bir şey değildir. Ayrıca, böyle bir dünyada sözde bireyler vardır; hepsi fabrikasyon çıkışlı olup şirket sahiplerinin daha çok kâr etmesi için reklamlarla güdülen birer müşteridir. Böyle bir dünya, patlamaya hazır kazandır; öfkenin ta kendisidir. Hepimizin Şeytan Ayetleri nedeniyle adını duyduğu Salman Rushdie, bu eserinde temel dürtülerimizden öfkeyi merkeze alıp adeta onun derinliklerinden bizi gezdirir; bu gezinti esnasında Solanka ile birlikte öfkemizin kaynaklarını görür, tanırız ve aslında bunlarla da sınırlı olmadığını fark edip öfkemiz üzerine daha çok düşünme gereği duyarız. Kurgusu da gayet başarılı olan bu eseri herkese tavsiye ediyorum. Ama sözlerimi noktalamadan birkaç noktaya daha değinmek isterim. Bunlardan birincisi kitaptaki Hintli taksici Ali'dir. Bir gün taksisinde, sokağa doğru bağırarak kendi dilinde küfretmektedir. Daha iyi imkanları nedeniyle geldiği bu ülkenin kültürüne, insanına yoğun bir öfkeyle ağzına ne gelirse sayar. Solanka da bir Hintli olduğu için onu uyarır ve Ali hemen çark edip, 'bir anda gözüm döndü, ne olduğunu anlayamadım' gibi bahaneler öne sürer ama birkaç gün sonra Solanka yine onu aynı şeyi yaparken görür. Solanka, Ali'nin öfkesi üzerine sorgulama yaparken aklından geçirdiği düşüncelerinden şu noktaya parmak basmak isterim: "Ayrıca, ne yaptığını bilmediğini iddia etmek -eylemleri onları tanımlayan sözlerden ayırmak kabul edilebilir bir mazeret haline gelmeye başlamıştı anlaşılan. 'Ben böyle olsun istememiştim,' deyince, kötü ve ahlaksızca hareketler, en azından dünyadaki Sevdalı Ali’lerin düşüncesine göre, anlamını yitiriyordu. Gerçekten böyle miydi peki? Elbette hayır. Yo, mümkün değildi bu." İkincisi, meşhur atasözümüzle özetlenebilir: keskin sirke küpüne zarardır veya kitaptan şu paragrafla ifade edilebilir: "Solanka fırsat kollayan bir krize dönüşmüştü. Huysuzluğu bir zamanlar komikti belki, ama artık işin şakası kalmamıştı. Şimdiye dek bir şey yapmamıştı ama her an her şey olabilirdi; öfke onu peşinden sürükleyip dönüşü olmayan ülkeye götürmemişti ama götürecekti, götüreceğini biliyordu. Şimdiden kendinden korkuyordu, yakında çevresindeki herkes ürküp kaçacaktı. Dünyadan ayrılmasına gerek kalmayacaktı; dünya geri dönmemek üzere hızla uzaklaşacaktı. İnsanların yolda karşılaşınca konuşmamak için yolunu değiştirdiği adama dönüşecekti." Fırsat kollayan bir krize dönerek yapayalnız kalmadan, öfkemizin dehlizlerine inip onun kaynaklarıyla yüzleşebilmeliyiz. Keyifli okumalar
Öfke
ÖfkeSalman Rushdie · Can Yayınları · 200887 okunma
··
485 görüntüleme
AkilliBidik okurunun profil resmi
Güzel bir inceleme olmuş, elinize sağlık. Keyifle okudum.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.☺
Yeşim okurunun profil resmi
Her şeyden kaçabilirsin ama kendinden kaçamazsın.. Herkesi kandırabilirsin (kandırabilirsen..) ama kendini kandıramazsın.. Eline sağlık🌿
Kaan okurunun profil resmi
Kesinlikle. Teşekkür ederim Yeşim.☺
Semih Doğan okurunun profil resmi
Hiç okumadığım bir yazar ama sizlerden alıntılar veya incelemeler görünce çokça ilgimi çekmeye başladı. İnceleme çok güzel olmuş Kaan. Futbolla basketbolla kurduğun bağlantı da çok hoşuma gitti. Ben de o konularda senin gibi düşünüyorum. Daha önce de incelemelerinde futbolla ilgili cümlelerini hatırladığım için futbola olan ilgiyi artıracak kendi tavsiyemi sana sunmak istedim :) Bence 30 dakikadan 3 devre oynansa maçlar daha kaliteli ve daha “ticari” bir hale gelir ve büyüsü bozulmaz. Senin görüşün nedir?
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Semih :) ben de senin gibi sık sık yazarı görüyordum ve bu yılki okuma listeme almıştım bu nedenle. Açıkçası ben, eski dönemlerden, Şeytan âyetleri ile tanınması nedeniyle olumsuz bir önyargı edinmistim yazara ama bunda yanilmisim, yazarligini beğendim bu kitabında. Başka kitaplarını da okuyacağım. 3×30 formülü, 4×15'ten daha iyi ama şu an net bir şey diyemiyorum. Benim gözlerim hala Ronaldinho'yu arıyor, bu açıdan futbol konusunda fazlasıyla muhafazakârım belki de :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.