Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

784 syf.
·
Puan vermedi
MÜKEMMEL BİR DOSTOYEVSKİ ESERİ
Evet, büyük bir okuma direnişi sonucunda bu tuğla kitabı da bitirdim. Bu kitabı okuma serüvenimi beni takip eden kişiler bilir. Bilmek isteyenler ise instagram sayfamda
Maksattkitapp
Maksattkitapp
adıyla okuduğum kitapları paylaşıyorum. Neyse konuya döneyim tam yarısına gelmişken kitaptan artık umudu kesip daha fazla devam edememiştim aradan birkaç gün geçti kitaplığımda kitaba öyle uzun uzun baktım o da bana bakıp sanki böyle, yanlış düşünüyorsun kafanın içindeki düşünceleri bir kenara at ve beni okumaya başla doğru ân olduğun ândır neyi bekliyorsun beni okumak için diyordu. Kitabı istemsizce elime aldım sayfaların arasında gezdirdim ruhumu, evet dedim baştan başlamalı ve farklı bir bakış açısıyla okumalıydım. O ân belki de kitabı okumaya başlamasaydım yani harekete geçmeyip düşünseydim şuan bu yorumu yazıyor olamazdım. Açtım, sanki her cümleyi ilk kez okuyor ve ilk kez anımsıyormuş gibi tepki verdim. Kitap ilerledi ilerledikçe içine çekti ama bir şey vardı kitapta farklı olan. Dostoyevski bu sefer farklı bir tarzda yazmıştı eserini. Sayfalarca betimlemeler yoktu dehşet güzel bir şekilde okuyucuya aktarılmış karakter analizleri ve karakterler arasındaki konuşmalar. Delicesine karakter kurgulamış Dostoyevski… Sanki onca karakter gerekliymiş gibi bir de sayfalarca sadece diyalog içerisindeydiler. Olay yoktu. Okudum, sabrettim, pes etmeden her konuşmayı okudum. Bir baktım yarısına gelebilmişim iki gün sonunda 450 bilmem küsürüncü sayfada her şey değişti meğer her şey yeni başlıyormuş. Hayat da böyle değil midir arkadaşlar bir şey tam anlamıyla bitti evet dersiniz bir anda her şey farklı bir tarafa evrilir. Olaylar, olaylar ve olaylar. Kitabın içine daha çok girdim başkarakterimiz olan Prens Mişkin oldum bir ara. Hatta kahvemi yudumlarken Aglaya gibi hissettim. Onun tutarsızlığında bu ne saçmalık yaptığın dedim. Prens Mişkinin o erdemli davranışın suizana uğraması beni incitti. Asıl karakterlerle bütünleştim ve sabırla okuduğum o 400 küsür sayfa bana arkamı dönüp güzel anımsayabileceğim bir anı gibi kaldı. Hani böyle hayatınıza bir dönem olur, bir sürü insanla tanışırsınız ve bir zaman sonra hepsi kaybolur günün birinde aklınıza düşer ve sadece güzeldi der geçersiniz ya işte tam olarak okuduğum bu yaklaşık 450 sayfaya bu duygularla baktım. Şimdi diceksiniz 450 sayfa olmasaydı kitap sadece 300 sayfadan mı ibaret, hayır tabi ki ben o müthiş karakter tahlillerini okumasaydım ne kahvemi içerken Aglaya gibi hisseder ne de duvara bomboş bakarken Prens Mişkinin erdemli karakterinin süizana uğramasına incinebilirdim. Evet, Prens Mişkin demişken, hayatta Prens Mişkin gibi birçok insan var. Her şeye rağmen erdemli kalabilen fakat bu gibi insanlara budala derler tıpkı Prens Mişkin’e dendiği gibi. Erdemli olmak budalalık mıdır, ya da günümüz tabiriyle saflık mıdır? İyi niyetli olmak, karşındakini üzmemek, karşındakinin ihanetine karşı bile kötülükle karşılık vermemek budalalık mıdır bunu soruyorum size? Söyleyin bu budalalık mıdır, hayır efendim değildir. İnsanlık budur. Asıl tam zıttı budalalıktır. Prens Mişkin dışındaki herkes budala, fakat nedense Prens Mişkin herkes tarafından Budala ile isimlendiriliyor, ah Prens Mişkin Allah bilir ne de çok zor şeyler hissettin bu ithamların karşısında. Ah seni anlayan biri olsaydı keşke… Aglaya diyen birilerini duyuyorum sanki uzaktan, doğru mu duyuyorum Aglaya var ya diyor biri, ya da durun yoksa Nastasya mı dedi biri. Hayır, susun ikisi de yanında olamadı. Bu şekilde kimse kimsenin yanında olamazdı. Ah Prens Mişkin, kitabı okurken en çok seni düşündüm, en çok seni. Ah Prens Mişkin budala ithamının yanında bir de sara hastası! Hem hastasın hem de saf yerine koyuyorlar seni o güzel yüreğine rağmen. Dostoyevski okuyanları bilir kendisi de sara hastasıdır ve bu sebeple vefat etmiştir. Aslında kitabı okurken Dostoyevski’nin hayatını okuyor gibi hissettim. Evet dedim belki de Dostoyevski Prens Mişkin karakteri üzerinden kendisinin toplumda nasıl budala olarak düşünüldüğünü ve nasıl da yalnızlaştırıldığını anlatmak istemiştir belki de. Yalnızlık demişken Prens Mişkin hiçbir zaman yalnız kalmadı herkes sevdi onu fakat sevgi sadece yanında olmak değil ki. Onu anlamadılar, onu hep bir küçümsediler, ama yanında da oldular. Saçma bir tezatlık işte. Ah Prens Mişkin sana neler çektirdiler…. E bu arada Prens Mişkinden biraz çıkıp Dostoyevski’den bahsedelim. Kendisi bu kitabı nasıl yazdı bilen var mı kitapları tam ruhuyla anlayabilmek için müelliflerinin nasıl bir süre de yazdığını ne şekilde en önemlisi neden yazdığını bilmek şart diye düşünüyorum. Kumarbaz romanını bitirmesine yardımcı olan stenograf Anna ile Dostoyevski evlenir. Bazı olaylar Rusya’dan gitmesine sebep olur. Hem gittikçe kötüleşen sağlığı nedeniyle doktorların yurt dışına çıkmasını tavsiye etmesi hem de alacaklıların yoğunlaşan ısrarlarından kurtulmak amacıyla çok sevdiği Rusya ve Petersburg'dan uzaklaşmak ister. Elde yeterli paraları olmaması nedeniyle Anna'nın fedakârlık yaparak kendi mobilyalarını ve çeyizini rehine vermesinin ardından Dostoyevski ve eşi ayrılır bu şehirden. Dostoyevski, başlarda eşiyle yürüyüşler yapar, akşamları sohbet eder, müzik dinler, büyük ressamların eserlerini inceler ve eşine yorumlarını aktarır onla karşılıklı hep muhabbet halindedir. Geceleri ise yazmaya çalışır. Ama yazamaz. Rusya'dan uzakta Dostoyevski her şeyini yitirir. Çareyi ise ünlü tutkusu kumarda aramaya başlar. Eldeki tüm parayı kaybeder. Kumarbaz kitabını okuyarak onun hayatına bir nevi daha yakından bakabilirsiniz. Çünkü orda da kendisinden izler vardır. Yeni borçlar alınır ve eşyalar rehine verilir. Onların da hepsini kumar masasına gömer. Bu dönemde karısını bırakıp başka şehirlere kumar oynamaya gider Dostoyevski, karısına yazdığı mektupları okumak cidden büyük sabır gerektiriyor. Anna her seferinde yol parası yollar ve o yolladığı para da kumar masasında kaybedilir. Kışın gelmesi ve değişen hava nedeniyle sağlığı iyice bozulan ve nöbetleri sıklaşmaya başar ve kumar masasına yeni ziyaretler yapar. Bu arada yazmaya başladığı romanı beğenmez ve müsveddeleri yakar. Bir yayıncıdan avans ister. Yayıncı ise romanın ilk bölümünü 1 Ocak günü teslim etmesi şartıyla parayı yollar. Ancak Aralık sonunda Dostoyevski’nin elinde hâlâ hiçbir şey yoktur. Ama bir fikir aklına gelmiş ve romanın kişilerini oluşturmaya başlamıştır. Yazdığı mektuplarda bu romanı şöyle adlandırmıştır: Budala… İlk etapta yazmakta iyice zorlanır Dostoyevski, onu mutlu edecek bir haber alır. Eşi Anna hamiledir. eğer kızı olursa Suç ve Ceza'nın Sonya'sı anısına Sonya, erkek olursa kardeşinin anısına Mişel adını vereceklerini söyler. Bir kızı olur ve Dostoyevski’den mutlusu yoktur. Ancak küçük Sonya bir süre sonra hastalanır ve hayata veda eder. Bu korkunç kayıpla birlikte Dostoyevski her şeyini yitirir. Kendisi ve eşi hastalanır. Dostoyevski her zaman yaptığı gibi kayıplarının ve acılarının üstesinden yazarak gelir. Budala, işte bu büyük mutluluk ve en korkunç kayıp arasındaki zaman diliminde tahayyül olmuş bir kült eserdir. Her Dostoyevski sevenin okuması gerektiğini düşünüyorum. Evet, ilk 450 sayfa çok yorucu ama inanın değer. Hayatta güzel sonuçlara varmak içinde zorlu yollardan geçmiyoruz mu, kitap okumakta böyle işte güzel bir netice için sayfalarca okunur. O yüzden okuyun sırf o son 350 sayfa için 450 sayfa okunur arkadaşlar… Kitabın genel konusuna da gelecek olursam; kitapta insana ve topluma dair her şey mevcuttur. Kitap da sonlara doğru karışık bir aşk sarmalına doğru gidiyoruz. Kitap asla aşk kitabı değil fakat aşka dair çok şey var. Yani aslında eserimizde aşkın bir konu olmadığını, aşk mefhumunun ise hayatımızdaki hareketler ve seçimler için bir motivasyon sebebi olduğunu görmekteyiz. Ders verici nitelikte yani anlayacağınız. Sevmek bizi nelerle karşılaştırır, aşk da küçük oyunlar nelere mâl olur, Gurur ne denli önemlidir ve gerekli midir, yaptığımız hataların üzerini bir güzellikle örtebilir miyiz? Daha nicesi konu içeriyor. Aşk dışında ise; bizim günümüz tabiriyle saflık işe yarar mı yani iyi niyetlilik, güzel kalplilik… Nihilizme değiniyor mesela Dostoyevski sonra Liberalizme eleştirdiği taraflarını söylüyor. Din hakkında düşüncelerini kahramanların diyaloglarından görebiliyoruz. Kitap başta da dediğim gibi insana, tabiata, yaşama dair her şeyi barındırıyor. Bu arada evet benim düşüncem ne derseniz, kesinlikle bu dünyayı iyi kalpliler, Prens Mişkinler güzelleştirecek. Belki zaman alacak ama sonunda Prens Mişkin bakış açılı insanlar düzeltecek her şeyi. Hayatta her şeye rağmen dimdik durup iyilikle karşılık verin, aaa ne saçmalıyorsun diyen sesler duyuyor gibiyim. Hemen size Sefiller kitabını okumanızı ve Jan veljean ve Piskoposla arasında geçen olayı bilmenizi öneririm. İnsanların hatalarına karşı verdiğimiz cevaplar, tavırlar, davranışlar o insanın hayatını çok farklı yerlere evirebilir… Kitapla kalın, çok konuştum ama sizin de düşüncelerinizi merak ediyorum. Prens Mişkin kalpli mi olmayı tercih ederdiniz yoksa Prens Mişkin’i budala gören taraf mı? Siz düşüncelerinizi yazarken bende birazcık ruhuma çekileyim… #dostoyevski
Fyodor Dostoyevski
Fyodor Dostoyevski
Budala
Budala
#kitap
Budala
BudalaFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201625bin okunma
·
170 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.