Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İmam Hatip Lisesi'ne başlayınca Horasan'a sık sık gidemez oldum. İlk ayrılıştan bir ay sonra bir hafta sonu trenle gittiğimde Ahmet ve Mustafa ile görüştüm ve canlarının sıkkın olduğunu gördüm. Acaba ben gittim diye mi diye geçirdim içimden ama konuşmaya başlayınca beni özledikleri ve sık gidemediğim için olduğunu anladım. Paşa Yengemin de can sıkkın. "Ne oluyor size?" dedim. "Sen artık gelmiyorsun, biz ona üzülüyoruz. Hiç olmazsa hafta sonları gel," dediler. "Tamam da nasıl geleyim? Benim her gelişim ayrı bir masraf. Şu anda o kadar harçlığım olmuyor. Hem biliyorsunuz paralı yatılıda kalıyorum. Beni mazur görün!" bunun üzerine Ahmet asla unutamadığım o sözleri söyledi: "Sen gelmeden önce aramızda konuştuk. Bir karara vardık. Yol parasını Mustafa ve ben kendi harçlıklarımızdan vereceğiz. Sen her hafta sonu buraya geleceksin. Böylece düzenimiz bozulmamış olacak." Ben her ne kadar bunu kabul edemem şeklinde itiraz etmeye çalıştıysam da kabul ettiremedim. "Biz sensiz yapamıyoruz, hafta sonlan geleceksin," dediler. Ortak kararla her hafta sonu Horasan'a gitmeye başladım. Kars'ta yaşadığım tren garı hikâyem böylece devam etmiş oldu. Üniversite yıllarında bu hikâye daha da özel hale geldi ve yıllar sonra yazılacak olan "Siyah Gözlerinle Beni De Götür" şiiri gar hikâyesinin içinden doğdu. Kararı bana söyledikleri günden sonra her hafta sonu Horasan'a gidiyor, iki gün onlarda kalıyordum. Pazar akşamı trene binip Erzurum'a dönüyordum. O iki gün onlarla pürneşe geçiyordu. Parasız yatılıya geçip boyacılık yapmaya başladıktan sonra para almamak istedim. "Boyacılık yapıyorum, artık param var ve yol paramı kendim verebilirim," dediysem de asla kabul etmediler. "Sen kendi paranı ne yapıyorsan yap, Yol paran bizden. Sen yeter ki gel," dediler. Yaz-kış fark etmiyordu. Akşam treni için alıyorlardı biletimi, gönderiyorlardı beni. Gönderirken de bir dahaki geliş biletimin parasını hemencecik veriyorlardı. Bu kolay rastlayabileceğimiz bir durum değil. Ama böyle idi işte. İki tane çocuk kendi harçlıklarından kesecekler, sırf sen gelesin diye dört yıl yol paranı ödeyecekler... O insanların isimlerinin altın harflerle yazılması gerekiyor diye düşünüyorum. İki insan; menfaatperest değil, herhangi bir şey beklemiyor, "Yeter ki sen bizim yanımızda soluklan, beraber olalım, para pul önemli değil," diye düşünen iki kardeş. Ve bundan huzur ve mutluluk duyan kız kardeş, anne, baba. Bu insanlar çok mu zengin? Hayır. Kahvehane çalıştırıyorlar, oradan üç beş kuruş harçlık alıyorlar. Gözleri dışarda değil, dükkânlarda değil. "Acaba kendimize ne alsak?" diye bir düşünceleri yok. "Bizim Nurullah diye bir amca oğlumuz var, can ciğeriz, birbirimizi çok seviyoruz. Yol parasını verelim de bizden uzak kalmasın," diye düşünüyorlar. Bunu çocuklarımızın, gençlerimizin, akrabalarımızın, kardeşlerimizin; birbirlerini görmek istemeyen yakınların bilmesi lazım diye düşünüyorum. Gerçekten de numune-i imtisal bir davranıştır. Evlerine gidiyorsunuz, kendi evinizden farkı yok. Hatta daha da el üstünde tutuluyorsunuz. Size çok hassas davranılıyor çünkü bir defa yanlış davranılsa canınız sıkılır ve bunu biliyorlar. Yani düşünüyorum da hiç mi olumsuz bir şey olmadı? Olumlu o kadar çok şey varken olumsuz tek bir şey aklıma gelmiyor gerçekten. Tek defa kırmamışız ve kırılmamışız. Hele Nazime yengem. Rabbim öyle güzel yaratmış ki bizi her gördüğünde yüzünde güller açıyordu. Sanki onunla cennetten çıkıp gelmişiz, biz olmasak yaşayamayacakmış gibi hissediyordu. Bütün akrabalara ve misafirlere karşı öyle idi. Misafir gelince "Oh çok şükür filan köyden falanca geldi..." diye çocuklar gibi sevinen bir kadından söz ediyorum. "Bugün yine evimiz boş kalmadı, misafirimiz var..." diyen bir Sait amcamdan söz ediyorum. Daha sonra peynirini onun hastane hikâyesini de anlatacağım, anlamlı bir hikâyesi var çünkü. Her sabah kahvehaneyi açar, çayını demler, zeytinini ve evinde yenilebilecek ne varsa, onları koyar masanın üzerine, geleni geçeni çağırır. "Gel kahvaltı yapalım, çayımız var, peynirimiz var," der içtenlikle. Kırk seneye yakın bir zaman diliminde her sabah kahvehanesinde kahvaltı ikram eden bir adamdan bahsediyorum. O da yengem gibi sakin. sessiz ve güzel huylu. Birbirleriyle o kadar uyumlular ki kavga ettiklerini asla duymadım.
Sayfa 126 - TİMAŞ YAYINLARI / 3. BÖLÜM: FİLİZ / GÜZEL İNSANLAR, HOŞ HATIRALAR, YÜCE DEĞERLERKitabı okudu
·
108 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.