Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Hepimiz earthling’iz.
Etkinlik kapsamında #116947803 hayvan hakları ile ilgili olarak hem kendi adıma daha bilinçlenme hem de toplumumuzda sürekli gördüğümüz üzücü hadiselere karşı bir nebze farkındalık oluşturabilmek maksadıyla izlemiş bulunduğum yıkıcı “earthling” belgeselinden koparmış olduğum bazı not ve metinleri, faydalanmak isteyen arkadaşlara ve elbette kendime, ileride tekrar okunmak ve hatırlanmak üzere aşağıya bırakıyorum. Yine de bir buçuk saatinizi ayırıp belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. Olup biteni gözlerimizle görme cesaretini kendimizde bulamıyorsak, sadece duyduklarımız ya da okuduklarımızla gerçekleri tam anlamıyla seçemeyebiliriz. ------------------------------------- Earthling: Dünya’da yaşayan kimse. Hepimiz dünyada yaşadığımız için dünyalı sayılırız. Earthling teriminde, seksizm, ırkçılık veya tür ayrımcılığı yoktur. Bu laf tek tek hepimizi kapsıyor. Sıcak veya soğuk kanlı, memeli, omurgalı veya omurgasız… kuş, sürüngen, amfibik, balık, insan vb. Yani insanoğlu, dünyada ki tek tür değildir. Dünyayı tıpkı insanlar gibi evrimleşen başka milyonlarca canlılarla paylaşmaktadır. Fakat insanoğlu earthling’i, dünyayı domine etmeye meyillidir; çoğu zaman diğer earthling’lere bir objeymiş gibi davranarak. Tür ayrımcılığından kastedilen budur. Irkçılık ve seksizm gibi tür ayrımcılğı da bir grubun üyelerinin menfaatini korumaya karşın diğer grupların menfaatini kısıtlayacak davranışlar veya önyargılardır. Eğer bir canlı acı çekiyorsa, bu acıyı dikkate almayı reddedecek ahlaki bir açıklama olamaz. Canlının doğası ne olursa olsun, eşitlik prensibi derki, birinin acısı başka bir canlının acısıyla bir tutulabilir. Irkçılar kendi ırklarının menfaatleri başka ırkların menfaatleriyle çakıştığında kendi ırkının menfaatlerini kayırarak bu prensibi ihlal ediyorlar. Seksistler ise kendi cinsiyetini kayırarak bu prensibi ihlal ediyorlar. Benzer şekilde tür ayrımcıları kendi türlerinin menfaatlerinin diğer türlerin menfaatlerinden daha önemli olduğunu düşünüyorlar. Her üç durumda da kalıp aynı. İnsanlık ailesinde saygı ahlaki zorunluluk olmasına rağmen (her insan bir kimsedir bir “şey” değil), bir güç dengesizliği olduğunda ahlaki saygısızlıklar görebiliyoruz. Güçlü olanın güçsüz olana sanki bir “şey”miş gibi davranması gibi. Tecavüzcü bunu kurbanına yapıyor. Çocuk tacizcisi bunu çocuklara yapıyor. Efendi, kölesine. Bu ve benzeri durumlarda güçlü insanlar güçsüzleri sömürüyor. Aynı şekilde insanlar hayvanlara da bu şekilde davranıyor olabilir mi? Nobel ödülü sahibi Isaac Bashevis Singer’in çok satan romanı “Enemies, A Love Story” de şunu yazıyor “Herman hayvanların ve balıkların kıyımını her gördüğünde hep aynı şeyi düşünürdü; canlılara davranışlarından ötürü tüm insanlar birer Nazi. Diğer türlere canı istediğinde yaptığı tüm kendini beğenmişlik en radikal ırkçı teorilere örnek sunmaktaydı; “güçlü olan haklıdır”a. Bunun soykırımla karşılaştırılması çok açık: bir grup canlı diğer grubun elinde ızdırap çekiyor. Elbette ki bir çoğu diyecektir ki hayvanların acısı Yahudilerin, kölelerin çektiği acıyla karşılaştırılamaz. Yine de, aslında bir benzerlik var. Ve bu toplu katliamın kurbanları ve mahkumları için soykırım bitecek gibi değil. İnsanlar aldıkları etin acı çekmeden ölen bir hayvana ait olduğunu düşünebilirler, ama aslında bilmek bile istemiyorlar. Fakat aldıkları yemeklerle hayvanların ölmesine neden olanlar, bu üretimin bu ya da başka aşamalarından bihaber olmayı hak etmiyorlar. Peki yemeğimiz nereden geliyor? Emerson’un bir asırdan daha uzun zaman önce gözlemlediği gibi “Ziyafetiniz bitti, ama nedense mezbaha titizlikle, çok uzaklarda gizlenmiş; burada bir suç ortaklığı var.” Eğer mezbahaların duvarları camdan olsaydı, hepimiz vejeteryan olmaz mıydık? Ama mezbahaların duvarları camdan değil. Mezbahaların duvarları opak, inkar için dizayn edilmiş, bakmak istesek bile göremememiz için. Zaten kim bakmak istiyor ki? “The Outermost House” isimli kitabında yazar Henry Beston şöyle yazıyor: “Hayvanlar için başka, daha akıllıca ve belki de mistik bir anlayışa ihtiyacımız var. Evrensel doğayı unutup, gelişmiş hünerlerle yaşayan uygar insanlar, canlılara kendi penceresinden bakıyor ve çarpık bir resim görüyor. Hayvanları hor görüyoruz; yetersizliklerinden dolayı, bizden daha alt bir form aldıkları trajik kaderlerinden dolayı. Bu bakımdan biz hata yapıyoruz, büyük bir hata. Hayvanları ölçmek insanlara kalmamalı. Bizim dünyamızdan daha erişkin ve daha tam bir dünyada özgürce gezebilirler, bizim kaybettiğimiz ya da hiç sahibi olmadığımız hislerle ve bizim hiçbir zaman duyamayacağımız seslerle beraber. Onlar kardeşlerimiz değil; onlar daha aşağı da değil; onlar başka toplumlar, bizimle birlikte aynı yer ve zaman ağında bulunmuş olan dünyanın görkeminin ve eziyetinin mahkumları.” Mark Twain derki: “Gelmiş geçmiş tüm canlılar içerisinde insanoğlu en tiksindirici olandır. Acıyı bilmesine rağmen, spor için acı veren tek yaratıktır.” Bu sezgili hayvanlara karşı sistematik işkence, bahanesi ve şekli ne olursa olsun, bize insanoğlunun şerefinin, olabileceği en aşağı noktanın ne olduğunu göstermekten başka bir işe yaramaz. Eğer öğrenmek istediğimiz şey buysa, “Mezbahalar var olmaya devam ettikçe, savaş alanları da olacaktır.” L.Tolstoy Cahillik tür ayrımcısının ilk savunmasıdır, ki bu savunma gerçeği öğrenmek için vakti ve kararlılığı olan herkes tarafından yenilebilir. İnsanlar gerçeği bilmek istemediği için cehalet bu kadar uzun süre baskın geldi. “Sakın söyleme, yemeğimi mahvedeceksin” cümlesi o yemeğin nasıl yapıldığını anlatmak isteyen kimseye verilen olağan cevap. Gerçeği bilen insanlar bile, geleneksel aile çiftliklerinin büyük şirketler tarafından alındığını, giysilerinin kıyılan ineklerden geldiğini, eğlencesinin milyonlarca hayvanın acı çekmesi ve ölmesi anlamına geldiğini ve laboratuvarlarda kuşkulu deneyler süregeldiğini… durumun çok kötü olmadığına dair muğlak bir inanışa tutuluyorlar. Eğer olsaydı hayvan refah toplulukları veya hükümet bu konuda bir şeyler yapardı. Bu konunun farkında olunmamasının nedeni, neler olduğunu öğrenememekten daha çok insan vicdanına yük olabilecek gerçekleri öğrenmek istememekten geçiyor. Sonuç itibariyle berbat yerlerde olan bitenin kurbanı bizimle aynı grubun üyeleri değil. Her şeyin sonunda ortada acı ve ıstırap kalıyor. Zeka değil, güç değil, sosyal sınıf veya sivil haklar değil. Acı ve ıstırap kendi başlarına kötü ve engellenmesi veya en aza indirilmesi gerekiyor. Acı çekenin ırkına, cinsiyetine veya türünden bağımsız olarak. Hepimiz canlıyız. Ve insan dışındaki hayvanlar da duyuları aynı bizim gibi hissediyor. Onlar da güçlü, zeki, gayretli, hareket edebilir ve evrime tabi. Onlar da büyüyor ve adapte olabiliyor. Her şeyin başında onlar da bizim gibi earthling. Ve bizim gibi onlar da hayatta. Bizim gibi, onlar da rahatına düşkün. Bizim gibi onlar da hislerini belli ediyor. Kısaca, bizim gibi, onlar da canlı; hatta çoğu omurgalı, aynı bizim gibi. Hayvanların bizim için ne kadar gerekli olduğunu -ironik olarak- ve onlarsız yapamayacağımızı düşündüğümüzde (arkadaşlıkları, yemek, giysi, spor ve eğlence ve aynı zamanda tıbbi ve bilimsel araştırma), sadece insanoğlunun bu insan olmayan sağlayıcılara olan saygısızlığını anlarız. Kuşkusuz bu durum, kendi bindiği dalı kesmek olmalı. Hatta ezip, üzerlerine tükürmek. Şimdi ise bu durumun kaçınılmaz kötü sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Hayvanların fazla tüketiminden kaynaklanan hastalıklar sağlık raporlarıyla sabit. Kanser, kalp hastalıkları, osteoporoz, kalp krizi, böbrek taşı, anemi, şeker hastalığı ve dahası… Doğa bu olayların sorumlusu değil. Sorumlusu biziz. Dolayısıyla değişim kaçınılmaz. Değişimi ya biz yaparız ya da doğa tarafından yapmak zorunda bırakılırız. Hepimiz için yeme alışkanlıklarımızı gözden geçirme vakti; geleneklerimizi, yaşam biçimlerimizi ve davranışlarımızı, her şeyin başında ise düşüme tarzımızı. Kral Lear kırda Gloucester’e sormuş: “Dünyayı nasıl görüyorsun?” Kör Gloucester şöyle cevap vermiş: “Duygulu bir şekilde görüyorum.” Duygulu bir şekilde. Hepimiz earthling’iz.
··
224 görüntüleme
Furkan okurunun profil resmi
Bu ne kadar faydalı bir yazı böyle! Ne kadar duyarlı,vicdanlı bir insanın, uygar ve modern düşünceleri. Baştan sona kadar hiç sıkılmadan okudum! Normalde arastırma-inceleme yazısı okumayı pek sevmeyen bir okur olarak. Ve Tolstoy'un dediğine şimdi de hak vermemek elde mi sahi? "Mezbahalar oldukça, savaş alanları da olacaktır." Mezbahalar hâlâ var. Savaş alanları da soğuk savas döneminden daha üşütücü cephelere ayrılmış durumda. Vicdanınıza duyduğum saygıyla, ellerinizi dostlukla sıkarım.
Odessa okurunun profil resmi
Güzel yorumunuz ve hassasiyetiniz için ben teşekkür ederim, saygı ve sevgiyle kalınız :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.