Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

324 syf.
6/10 puan verdi
·
4 günde okudu
GÖRMEZ OLAYDIM
Öyle zannediyorum ki, Körlük’ten sonra hemen ele alınan bir kitaptır Görmek. Çünkü Görmek, Körlük’ün devamı niteliğinde sayılır. İçinde geçen olaylar Körlükten 4 yıl sonra yaşanmıştır. Körlük’te gördüğümüz bazı karakterleri bu kitapta da görürüz. Her ne kadar bu kitaplar seri olarak görülse de, bunları aslında nehir kitap olarak yorumlamak daha doğru olacaktır. Çünkü Körlük’ü okumadan önce Görmek’i okusanız bile kaçıracağınız çok yer olmaz. Kitap maalesef benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Çünkü Körlük’te gördüğüm etkileyiciliği bunda yakalayamadım. Kitaptaki olaylar, bir seçim günü sandık görevine gelen kişilerin endişeli bekleyişiyle başlar.14 numaralı sandık görevi için gelmiş olan, sandık başkanı, sekreter, merkez partisi(mep) temsilcisi, sol parti(sop) temsilcisi, sağ parti(sap) temsilcisi ve başkan vekili, erkenden görev yerlerini alırlar. Hava, yağmurlu ve hatta fırtınalıdır. Saatler geçmesine rağmen ortalıkta tek bir seçmen bile gözükmez. Sandık görevlileri endişeyle, neden oy kullanmaya gelmedikleri için ailelerini ararlar. Birkaçı mağrur bir tavırla geleceklerini söyler ancak ortalıkta saatler geçmesine rağmen yine tek bir seçmen bile yoktur. Yağmur şiddetini artırmıştır. Sandık görevlileri belki seçimlerin ertelendiğini düşünür, ama bununla ilgili bir haber geçmemiştir. Uzun bekleyişin ardından nihayet bir seçmen gelir ve görevliler tarafından krallar gibi karşılanarak oyunu kullanır. Öğleden sonra hava açar ve insanlar sanki anlaşmışlar gibi büyük çoğunluk tam saat 4’de evlerinden çıkıp oylarını kullanmaya giderler. Herkes aynı saatte geldiği için yığılmalar olur; oy kuyrukları oluşmaya başlar ve hükümet, seçim saatini iki saat uzatır. Oy verme işlemi bittikten sonra görevliler gece yarısına kadar oy sayımı ve tutanak işleriyle uğraşırlar. Sandıktan çıkan sonuca göre, oyların büyük bir çoğunluğu boş kullanılmıştır. Geçerli oylardan en çoğunu sırasıyla; merkez partisi, sağ parti ve sol parti almıştır. Ülke genelinde de durum aynısıdır ve oyların çok büyük bir kısmı boş kullanılmıştır. Bu noktada eklemek istediğimi birkaç nokta var: Portekiz’de seçim günü yaşanılanlar, bizim ülkemizdekine çok benziyor. Daha önce yerel ve genel seçimlerde görev almış biri olarak, kitapta anlatılan kısımları okuyunca seçim günü orada görevliymişim gibi hissettim. Eminim ki daha önce seçim görevi almış kişiler de aynı duyguları hissetmiştir. Başbakan, seçimin ardından yaptığı açıklamada, bir hafta içinde seçimlerin tekrarlanacağını ve 4 günlük bir seçim kampanyası sürecinin başladığını duyurur. Hükümet, bu kez seçim sonucun farklı olacağını düşünmekle birlikte, bir yandan da aynı olacağından korkmaktadır. Polis, seçim günü alınan ses ve video kayıtlarını inceleyip boş oy kullanma ihtimali olan kişileri gözaltına alır ve sorguya çeker, ancak elle tutulur bir kanıt bulamaz. Ertesi hafta yine bir Pazar sabahı, insanlar oy kullanmak için evlerinden çıkarlar. Katılım oldukça iyidir ancak sonuçlar neredeyse aynıdır. Oyların %83’ü boştur ve geçerli oylardan Merkez Parti ve Sağ Parti eşit şekilde %8, sol parti ise %1 küsur oy alır. Başbakan, bakanlarla acil bir toplantı alır ve bu durumun bir nevi terör saldırısı sayılabileceğini, ayrıca bu protestonun arkasında dış mihrakların olduğunu söyler. Acilen olağanüstü hal ilan edilmesi gerektiğini belirtir. Bakanlar hemfikirdir. Alınan karara göre, bu başkaldırının diğer bölgelere sirayet etmemesi için ülkenin başkenti kendi kaderine bırakılacaktır. Bu kapsamda: şehir her türlü denetimden arındırılacak, kolluk kuvvetleri çekilecek, yönetim adına sadece belediye başkanı temsili olarak görevinde bulunacak, bunun haricinde şehir devlet yönetiminden tamamen yoksun bırakılacaktır. Bu sayede, insanların yaptıkları hatayı anlayacaklar ve devlet babanın onları affedecektir. Başbakan, insanların çıkmaza düşeceklerini, çete reislerinin çıkıp onlara zulmedeceğini, kendi pislikleri içinde boğulacaklarını tehditkâr bir tavırla söylemekten geri kalmazlar. Hükümet yetkilileri, tası tarağı toplayıp sabaha doğru 3 sularında şehirden ayrılma kararı alırlar. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve tüm bakanlar konvoy halinde yola çıkarlar. Bu göçün öncesinde, şehirde en ufak bir protesto belirtisi yoktur. Konvoy, tam yolda seyir halindeyken tüm şehir anlaşmış gibi aynı anda ışıklarını açarlar ve ortalık bir anda aydınlanır. Pencerelerde görünen kimse yoktur ama ışıklar konvoydakilerin gözünü alır ve ufak çaplı kazalar yaşanmasına sebep olur. Hükümet artık başka bir şehre yerleşmiş, başkentin etrafını güvenlik duvarıyla örmüş ve görevlendirdikleri gizli polislerle şehri izlemektedir. Olaylarla ilgili yaklaşık 500 kişi gözaltına alınmış ve seçim günü yaptıkları konuşmalardan dolayı sorguya çekilmiştir. Bu göz altıların hepsi sudan sebeplerdendir. Şehirden çıkış kesinlikle yasaktır ve insanlar kendi kaderlerine terk edilmiştir. İlk gün her şey rutin şekilde ilerlemektedir. Belediye başkanı sokağın nabzını ölçmek için dışarı çıkar. İnsanlar işe gitmek için durakta bekler, çocuklar parkta oynar, şehirde anormal en ufak bir durum yoktur. Ancak metrodan gelen bir patlama sesiyle tüm şehir yankılanır. Kimin koyduğu bilinmeyen bir bomba patlamış ve çok sayıda ölü vardır. Belediye başkanı da yaralanmıştır ve içeriye girip durumu görmeye çalışır. Manzara oldukça ürkütücüdür. Şehirde tek aktif kurum olan itfaiye hemen olay yerine gelir. Başbakan, belediye başkanını arayıp bilgi ister ve belediye başkanı bu işin arkasında hükümetin olduğunu ima ederek, üstü kapalı biçimde hükümeti suçlar. Başbakan, bu duruma oldukça sinirlenir. Saramago, belediye başkanının o günün hayatındaki son gün olduğunu ima eder. Zaten kitabın devamında belediye başkanına rastlamayız. Akıbeti az çok tahmin edilebilir diye düşünüyorum. İnsanların bu patlamaya tepkisi farklı bir biçimde olur. On binlerce belki yüz binlerce insan hükümet binasına doğru yürür ve uzunca bir süre çıt bile çıkarmadan öyle sessizce beklerler. Binada zaten kimse yoktur ama hükümet yetkililerinin onları izlediğini bilirler. Burada en büyük tepkinin belki de eylemsizlik olduğunu görüyoruz ve tam da Portekiz halkından beklenecek bir davranış. Bilenler hatırlayacaktır; Portekiz, tarihinde karanfil devrimi olarak adlandırılan bir dönemden geçmiştir. Karanfil Devrimi, 1974 yılında otoriter bir diktatöre karşı şiddet kullanılmadan yapılan bir darbeyi ve iki yıllık bir süre içerisinde demokratik topluma geçiş dönemini tanımlar. Radyodan sokağa çıkma yasağı ilan edilir ancak halk devrimi desteklemek için sokağa iner. İnsanlar, Lizbon çiçek pazarından aldıkları karanfilleri tank namlularının ucuna takarlar. Akıllarda namluların uçlarındaki karanfiller kalır ve karanfil devrimi adını da buradan alır. Devlet Başkanı ve Başbakan ülkeyi terk edip Brezilya’ya kaçarlar. Öğrencilik dönemimde, bir yıl Portekiz’de yaşamış ve devrimin yıldönümünde, karanfillerle yapılan anma törenine tanık olmuştum. Orada yaşamış biri olarak, Jose Saramago’nun kendi ülkesinin psikolojisini ve tepkilerini gerçekçi ve etkili bir biçimde yansıttığını düşünüyorum. Hükümet, insanların sorunsuz bir biçimde yaşamasından dolayı oldukça rahatsızdır ve bu düzeni bozup insanların huzurunu kaçıracak yollar aramaya çalışırlar. Bu konuda çeşitli oyunlar oynamaya devam ederler. Bu noktada kitap bizlere, eğer hükümetler olmasa insanların huzur içinde yaşayabilecekleri mesajını verir. Hükümet kara kara düşünürken, aniden gelen bir mektup kafalarda yeni bir ışık çakmasına sebep olur. Mektupta, bundan 4 yıl önce yaşanan körlük salgınında bir kadının kör olmadığı ve yanında bulunan kişilere rehberlik edip onları kurtardığı, ayrıca bir adamı öldürdüğü yazmaktadır. Bu aynı mektuptan bir tanesi devlet başkanına, bir tanesi başbakana ve bir tanesi de içişleri bakanına gönderilmiştir. Mektubu, tahmin edileceği üzere Körlük kitabında geçen ilk kör olan adam yazmıştır. Cumhurbaşkanı ve içişleri bakanı olayın üzerinde durulması gerektiğini, zira bu kadının, toplumda sirayet eden asilik ve boş oy kullanmayla ilgisi olduğunu düşünürler. Buna karşın Başbakan, bunun pek ehemmiyetinin olmadığını düşünür. İçişleri bakanı, kendi başına buyruk olarak, kadın ve beraberindeki kişileri gözetleyip sorgulaması için bir komiseri, bir müfettişi ve polis memurunu görevlendirir. Görevliler başkentte bir otele yerleşip takibe başlarlar. Ekibin başında bir komiser vardır. Komiser, görev dağılımı yapıp, kişileri takibe aldırır; doktor ve karısının sorgusuna ise kendi gider. Kadını sıkıştırmaya çalışır ancak karşısında zeki biri olduğunu anlar. Müfettiş ve diğer polis memuru ilk kör olan adamın karısını, siyah gözlüklü kızı ve yaşlı adamı sorgulamış ancak oyların boş kullanılmasıyla ilgili bir bağlantı bulamamışlardır. Komiser, doktorun karısından, salgından hemen sonra toplu olarak çekilmiş bir fotoğrafı alır ve beraberinde otele getirir. Akşam olunca içişleri bakanı arar ve malumat ister. Komiser, kadının salgın zamanı zor durumda kaldığı için bir çete reisini öldürdüğünü ancak bunun haricinde boş oylarla bir ilgisi olmadığını anlatır. İçişleri bakanı, bu duruma çok sinirlenir ve ortada bir suç yoksa bile yaratılması gerektiğini söyler. Komiser, böyle bir şey yapamayacağını, bu olayın doktorun karısına isnat edilemeyeceğini anlatır. Bunun üzerine içişleri bakanı, komiserin elindeki resmi ertesi sabah 6 nolu sınır karakoluna teslim etmesini ve ikinci bir emre kadar etkisiz bir şekilde şehirde beklemesini emreder. Komiser, fotoğrafı 6 nolu karakola götürür; orada orta yaşlarda, mavi kravatlı bir adama verir ve hiçbir şey söylemeden ayrılır. Müfettiş ve polis memuru görevden geri çağrılır. Komiser, bir başına kalmıştır ve bir sabah gazeteyi eline aldığında grubun fotoğrafının ilk sayfada paylaşıldığını görür. Kadının yüzü yuvarlak içine alınmış ve büyük puntolarla katil başlığı atılmıştır. Haberin detaylarının, ertesi günkü gazetelerde yer alacağı ve yuvarlak içindeki kadının boş oylarla ilgisinin ifşa edileceği yazılıdır. Komiser, dehşete kapılır ve kadının evinin önüne gittiğinde kalabalıkların birikmeye başladığını görür. Bunun üzerine, oradan ayrılıp otele gider ve son 5 gündür şehirde yaşadıklarını anlatan bir mektup yazar. Burada, kadının masum olduğu ve her şeyin hükümetin oyunu olduğu yazılıdır. Bu mektubun, kendi el yazsıyla bir kopyasını almayı ihmal etmez. Mektubu yayımlaması için bir gazeteye gider. Yazı işleri müdürü başta biraz korkar. Komiser, eğer yayımlamayı kabul etmezlerse, elindeki kopyayı başka bir gazeteye götüreceğini söyler. Yazı işleri müdürü, eğer yayımlasalar bile sansürden geçmesinin çok zor olacağını anlatmaya çalışır. Şanslarını denemek için başka bir haberin içine gizlenmiş şekilde yayımlarlar. Bu sayede, sansürcülerin, haberin sadece başına bakıp, devamını es geçeceklerini umut ederler. Ertesi sabah komiser, büfeye gidip bütün gazetelerden birer örnek alır ve tahminlerinde yanılmadığını görür. Haber, sansürden geçmiştir. .Komiserin keyfi yerine gelir. İçişleri bakanı, bu olayı geç de olsa farkına varır ve hemen bütün gazeteleri toplama emri verir. Komiser, tekrar gazete almaya gittiğinde hiçbir tane kalmadığını görür ve olayın örtbas edilmeye çalıştığını anlar. Ancak gazete haberi; fotokopi kâğıtları ve küçük notlar şeklinde kopya edilip elden ele dolaşmaya başlamıştır bile. Bu bölüme gelene kadar kapak fotoğrafı hakkında çok kafa yormama rağmen ne olduğunu tahmin edememiştim. Körlük kitabında, oradaki 7 kişinin silüetlerin yer aldığı bir resim vardı. Bu kapak resminde ise, birbirine uzatılan kartvizite benzer kâğıtların ne olduğu konusunda pek fikrim yoktu. Kitabın son sayfalarında, bunların elden ele dağıtılan haber kâğıtçıkları olduğunu öğreniyoruz ve dayanışmanın bir sembolü olarak ön plana çıkıyor. Gerçek ortaya çıkmıştır ancak doktor, gazetedeki haber patlak verince polisler tarafından tutuklanıp götürülür ve bir daha ortaya çıkmaz. Kâğıtçıkları gören Komiser, daha önce kadınla birlikte oturmuş oldukları bankta huzurlu bir şekilde yayılmışken uzaklardan gelen mavi kravatlı adam, komiserin kafasına tel ateş edip yoluna devam eder. Doktorun karısı hava almak için balkona çıktığında, aynı mavi kravatlı adam yüksek bir binanın tepesinde pusu kurmuş, uzun namlulu tüfeğiyle saatlerdir kadını beklemektedir. Kadın, balkonda görülünce bir el silah sesi duyulur ve peşine bir el daha... Kadın kanlar içinde yerde uzanırken, ilk kitaptan hatırladığımız gözyaşı yalayan köpek kadının yanın gelir ve 3. silah sesini duyduğumuzda köpeğin uluması da kesilmiştir. Böyle bir sonla karşılaştığımız için kitap, hayal kırıklığı ve tatminsizlikten öteye gidemiyor. İlk kitapta kahramanlaştırılan ve türlü eziyetlere katlanan başkarakter bu şekilde bir sonu hak etmiyor. Üstelik ikinci kitapta sadece yüzeysel bir şekilde anlatılıyor. Açıkçası, Jose Saramago, Görmek kitabını yazarak öncülü olan Körlük’e gölge düşürmüş. Çünkü Körlük’te yarattığı etkileyici karakterleri bu romanında basit bir şekilde harcayabilmiş. Olaylar belki de doktorun karısı ve diğer karakterler üzerinden şekillenmiş olsaydı, daha etkileyici bir hal alabilirdi ancak önceki kitabın ana karakterleri, yan karakter olmaktan öteye geçemiyorlar. İlk defa kitabın sonlarına doğru ortaya çıkan bu karakterler, basit bir kurşuna kurban gidiyorlar. Kitabın asıl sıkıntılı yönü ise, yazarın bu romanda toplumsal konulardan ziyade politikacılara ağırlık vermiş olması. Çıkış noktası olarak oldukça etkileyici olduğunu inkâr edemeyiz. Boş oy kullanmalarından dolayı, insanlar, hiçbir otorite olmadan kendi kaderlerine terk edilmiştir. Resmiyette hiçbir idare merci yoktur. Bu noktada insan, böyle bir toplumda neler yaşanacak, olaylar ne yöne sürüklenecek diye merak ve gerilim içinde kalıyor. Hele ki Körlük kitabını okuyan ve Saramago’nun tarzını bilen okur, olayların nasıl gelişeceğini korku içinde bekler. Ancak bu beklenti hiçbir zaman karşılık bulmaz, çünkü yazar, toplumun işleyişi yerine, hükümet açısından olayların nasıl değerlendirildiği üzerine yoğunlaşır. Olayların odak noktası, bu olayın hükümet ve devlet başkanı tarafından nasıl değerlendirildiği, bu soruna nasıl çözüm üretilebileceği ve çeşitli komplo teorileridir. Başbakan ve bakanlar arasında geçen uzun ve sıkıcı politik konuşmalara fazlaca yer verilmiştir. Başbakan ve bakanların, kendi aralarında yürüttükleri akıl oyunları ön plandadır. Olaylara bu pencereden bakmak da okura çok şey kazandırabilir ancak asıl üzerine odaklanması gereken noktalar es geçilmiş gibidir. Eğer bu kitap daha kalın bir kitap olsaydı ve olaylar hem toplum tarafından hem de hükümet tarafından yansıtılsaydı, o zaman haklı bir yön bulunabilirdi, ancak sayfalarını sadece hükümetin bakış açısını yansıtmak için harcamış bence. Bahsettiğim sebeplerden ötürü benim beklentilerimi karşılayamayan bir kitap oldu maalesef. Her ne kadar olumsuz yönleri üzerinde durmuş olsak da, olaylardan ziyade derinlere indiğimizde bize verilen kaliteli mesajları göz ardı edemeyiz. Temelde verilmek istenen mesaj: insanların huzurunu bozanlar hükümetlerin kendileridir; normalde insanlar birlik ve dayanışma içinde yaşamayı bilirler. Bunun haricinde, tıpkı ilk kitapta olduğu gibi korkunun insanlara neler yaptırabileceğini anlatır. Sonuç olarak, boş oy kullanılmıştır ve hükümet istese görevine devam edebilirdi. Zaten boş rey kullanmak insanların en doğal hakkıdır. Ancak bu başkaldırıdan fazlasıyla korktukları için, köşeye sıkışmış bir köpek gibi hemen saldırıya geçerler. Bununla birlikte, gemi dalgalı sulara sürüklenince herkes birbirinden şüphe etmeye başlar ve paranoya ortamı oluşur. Bakanlar bile kendi aralarında kim boş oy kullandı diye birbirinden şüphe eder. Kitabın yapısı hakkında konuşacak olursak: Bölümlerin başında çok uzun cümleler yer alıyor. Okur bunları takip ederken biraz zorlanabilir. Ancak körlük kitabından yazarın tarzına alıştığımız için kitabın genelini okurken pek zorlanmıyoruz. İlk kitapta gördüğümüz; nokta kullanmama, cümleleri virgülle ayırma, konuşan kişilerin birbirine girmesi, konuşma çizgisi kullanılmaması, satır başı yapılmaması ve hiç isim kullanılmaması gibi üslup ögelerini bu kitapta da görebiliyoruz. Ama bunların hiçbiri düşündüğümüz gibi kitabın okunmasını ya da anlaşılmasını güç kılacak etkenler değil. Saramago’ ya alıştıktan sonra okuması çok keyifli oluyor. Yazar, ilk kitapta olduğu gibi bazen kitaptan bir an için kopup okurla iletişim kurmayı ihmal etmiyor; bu da okuyucuyu diri tutmayı sağlıyor. Kitabın tarzından dolayı değil de, anlatmayı tercih ettiği konulardan ya da olaya baktığı pencereden dolayı, bu kitabı sıkıcı ve boğucu buldum. Çeviri konusunda; Körlük ’de ki gibi çevirmen yine Işık Ergüden olmasına rağmen bu kitapta eski kelimelerin fazlasıyla kullanıldığını fark ettim. İlk kitapta bu kadar çok eski sözcük olduğunu hatırlamıyorum. Kitapta fark ettiğim ve bahsetmeden geçemeyeceğim birkaç nokta var: Eğer günümüz toplumlarıyla kıyaslarsak, dönemin zorba ve despot tutumunun bile şimdikilere kıyasla daha demokratik ve ılımlı kaldığı söylenebilir. Kitaptaki çirkinlikler ve türlü oyunlar bile günümüz toplumuna göre daha masumane kalıyor. Ayrıca, bakanlar arasındaki rahat tavırlar, oldukça şaşırtıcıydı. Şöyle ki: yapılan bir toplantıda bakanlardan iki tanesi, haksızlığı kaldıramadıkları için başbakana resti çekip salonu terk edebildiler. Basit bir komiserin, yapılan bir haksızlık karşısında, içişleri bakanına karşı çıktığını ve görevinden çekilmeyi istemesini görebiliriz. Belediye başkanının, kendi işi olmadığı konularda duruşunu sergileyip hükümet kanadından gelen emirleri reddettiğini görebiliriz. Kısacası her ne kadar kirli oyunlar oynansa bile kişilerin yetkileri ve sınırları bellidir ve bu çerçevede hareket ederler. Söylenen emirlere sorgusuz sualsiz biat edip, emir kulu olmazlar. Yasa çerçevesinde, onlara yüklenmiş olan sorumlulukları yerine getirirler ve günümüz insanlarına kıyasla daha cesur daha dik duruşludurlar. İçişleri bakanı, en hararetli ortalık karıştırıcıdır ve Başbakan veya Cumhurbaşkanından bağımsız kendi başına buyruk olayları çözmeye çalışır. Bu sebepten ötürü, ne devlet başkanı ne de başbakan kendisini sevmez. Hatta komiserin öldürüldüğü, gazetelerde çıktıktan sonra başbakan, işleri iyice çıkmaza koyduğu için kendisini görevden alır. İçişleri bakanı, her şeyi hükümetin bekası için yaptığını savunmaya çalışsa da bu yalvarışlar görevden alınmasına engel olmaz. Her ne kadar yazarın kendisini ve tarzını seviyor olsam da, konuyu ele alış açısı, benim beklentilerimi karşılayamadığı için beni tatmin eden bir kitap olmadı maalesef. Bundan dolayı, bu kitabı, başkalarına önerebileceğimi söyleyemem.
Görmek
GörmekJosé Saramago · Kırmızı Kedi Yayınları · 202217,8bin okunma
·
447 görüntüleme
Kübra Keskin okurunun profil resmi
Emeğinize sağlık çok güzel bi inceleme olmuş. Henüz bir kitabını okudum sırada körlük vardı sonra da bunu düşünüyordum ancak sizin de belirttiğiniz gibi hükumet yerine toplumu daha detaylı ele alsa daha ilgi çekici olabilirdi. Yazınızı bu beklenti ile soluksuz okudum. Görmek bana biraz leviathan, prens ve toplumsal sözleşme kitaplarını hatırlattı. Keşke biraz farklı bir yorum olsaydı. Okumaktan vazgeçtim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.