Gönderi

Bir Kaos Ortamı Olarak Fantastik Dünyalar
Hepimize okumayı sevdiren bir yazar vardır. Bana sevdiren kişi Agatha Christie’dir. Başlangıçta polisiyeden başka bir şey okuyamazdım ta ki fantastik kitaplarla tanışana kadar. Kaos dediğimizde çoğu insanın zihninde kötü anlamda kargaşa veya düzensizlik canlanmaktadır. Kaos demek daima kötü anlama gelmez. Şu zamana kadar okuduğumuz ya da izlediğimiz bu harika yapıtların temelinde fantastik dünyanın kaos ortamı yatmaktadır. Fantastik kitaplar, benim için gerçekliğin arka kapısı gibidir. Gündelik hayatta nefes alamadığım anlarda sığındığım çatı dersem doğru ifade etmiş olurum sanırım. Özellikle lise dönemim fantastik kitaplarla geçti. Lise her gencin eşik noktalarından biridir. Önüme duvar gibi dikilen sorunlarda havasız kaldığımı hissettiğimde bende oksijen maskemi taktım sevgili okur. İlk okuduğum fantastik seri Elyon Ülkesi’ydi. Başka bir diyarda geçen seri, genç bir kızın macerasını anlatsa da Patrick Carman seriyi öyle bir yazmış ki kitap çocuklardan çok yetişkinlere yazılmış hissi vermişti. Alexa Daley ile başlayan bu yolculuğuma, cadılar, büyücüler, vampirler, kurt adamlar, uzaylılar, simyacılar, cinler, elfler ve daha niceleri dahil oldu zamanla. Tolkien, Martin, Rowling gibi yazarların kurduğu dünyalar içinde hayranlıkla dolaştım. Zaten var olan dünya ve insan yaşayışı ile uyumlu fantastik kitap yazmak bir şey. Bambaşka bir dünya kurmak apayrı şey… Birbirlerinden esinlendikleri yerleri bulmaya çalışıp hepsinin basit bir nesneyi farklı yorumlayışlarının üzerine kendimde bir şeyler eklemeye çalıştım. Öyle bir şey ki sevgili okur okudukça zihnimin farklı odalarının kilitleri açıldı sanki. İçimi bunaltan gerçeklik yerine o odalar sığındım. Benim dönemimin gündem kitaplarından Alacakaralık serisinin etkisine itiraf etmek gerekirse bende kapıldım. Sonrasında çıkan yakışıklı vampir ve zeki, güzelliğinin farkında olmayan saf genç kız olayları iyice sinirimi zıplattı. Özellikle Gece Evi Serisi… Bu seri pişmanlıktır sevgili okur. Zoey ve onun sayamayacağım kadar bol sevgilisi içimi baydı. Üstüne bir kitap boyunca bir yerden bir yere gidişlerini okuyarak ve Zoey’nin bitmek bilmez çelişkilerini görmek insanı kanser etmeye yetiyordu. Vampirlerin yönettiği bir kasabanın anlatıldığı Morganville Vampirleri Serisi ise dürüst olmak gerekirse gece evine yakın bir fiyaskoluğa sahipti sevgili okur. Serinin sonunu Gece Evi’nde olduğu gibi getirmedim. Sinirimi bozan ayrıntılara rağmen o zaman vampir kitapları okumanın değişik anlatamadığım bir eğlencesi vardı sevgili okur. Vampir Akademisi’ne de bu eğlence yüzünden şans verdim. Richelle Mead aşağı yukarı Rowling gibi kurduğu dünyayı belli bir sisteme oturttuğu için karakterlerin gelişimini kademe kademe bize göstermesi hoşuma gitmişti. Dostluk ve öncelikleri işleme şekli, küçüklükten öğretilen bazı öğretilerin ve fedakarlıkların kişi üzerindeki baskısı gayet güzel işlenmişti ve vampir konusu en sevdiğim seri bu seri oldu. Vampirlerden sıkılmaya başladığım dönemlerde Ölümcül Oyuncaklar Serisi ile karşılaştım. Avcıların geçmişte ve günümüzde yaratıkları avlaması farklı geldi. Cehennem Makineleri mi yoksa Ölümcül Oyuncaklar Serisi mi diye sorarsanız Cehennem Makineleri derim. Yazarın bu kitabı anlattığı dönemden mi kaynaklı bilmiyorum ancak bana daha samimi gelmişti. Açlık oyunlarıyla beraber daha ütopik konuların da insanüstü güçler kadar etkileyici olduğunu gördüm. İnsanın sınırlarına ulaşınca yapamam dediği şeyleri yapışını ve onu yıpratan şeylere karşı zekası ve sınırlı kaynaklarını ustaca kullanışını, kullanmak zorunda oluşunu gösterdi. Yani diyeceğim o ki sevgili okur, fantastik dünyanın belli sınırı sınırları ya da kalıpları olmadığı gibi kuralları da yok. Bu sebeple fantastik dünya kaos ortamıdır. Yazarlarda doğal olarak bu kaostan beslenir. Bazı yazarlar bu sonsuzluktan o kadar güzel parçalar toplar ki bu alandaki öncü isimler haline gelir. Ben sadece bu sonsuzluğun minik bir parçasını kendi bakış açımla yorumla yorumladım umarım hoşunuza gitmiştir.
·
70 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.