Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

“Toplum daha önce hiç bu kadar iyi çalışmamıştı, size ya da dünyaya zarar veriyor olması, dizayn edildiği şeyi çok iyi yapıyor olduğu gerçeğini örtmez. İnsanlar, toplumun hep iyi bir şeyler yaptığını falan sanırlar ama toplum dediğin şey,içinde topladığı insanları, kendi var olabilme ihtiyacına göre harekete geçirmek üzere dizayn edilmiş bir sistem. İyilikle falan alakası yok, hayatta kalmak için bir araya gelmiş ve gerektiğinde en zayıfı kurban etmek üzere bir sistem kurmuş tepedeki insanlardan başka bir şey değil.” derken Can Deniz’in niye emperyalizm kelimesini kullanmadığına dikkat etti, yeni nesiller için özellikle içi çoktan boşaltılmış bu kelime oysa bundan daha iyi ifade edilemezdi.Deniz, “Kurallar koyup sınırlar çizip kendi varlığını korumak üzere geri kalan her şeyi yok etmeye hazır, korkusuz görünen ama aslında korkuyu su gibi içen, korkuyla beslenen bir avuç bakteriyiz biz. Bakteriler nasıl işler bilir misiniz?” dedi.Kafasını minderden kaldırdı, bilen biri var mı diye divanın üstünde kendisine bakan üç kişiye dikkatle baktı, sonra kafasını yine minderin üstüne bırakıp gözlerini yıldızlara dikip açıkladı. “TED konferanslarında Bonnie Bassler diye bir kadın dinlemiştim. Moleküler biyolog. Enteresan bir şey anlatmıştı. Bir bakterinin vücutta zararlı hale gelebilmesi için üreyip çoğalması önemli değil, yani mantar olabilmen için vücudunda milyonlarca mantar bakterisinin yaşaması hiçbir şey ifade etmiyor, çoğalmaları sana zarar verecekleri anlamına gelmiyor ama belli bir sayının üzerinde çoğaldıktan sonra aralarından bir tanesi iletişimi keşfediyor, yani birbirleriyle konuşmaya başlıyorlar. İletişime geçmelerinin ardından birlikte hareket etmek geliyor. İşte ancak o zaman mantar oluyorsun! Onlar iletişime geçince. Çünkü sahip olduklarını sandıkları kaynakları tüketmek üzere birleşiyorlar. Bu bakış açısından bakarsan, dünya mantar olmuş zavallı bir gezegen. Toplum dediğin şeyse insan denilen bakterinin iletişimde olmasını garantileyen bir sistem sadece. Tüketimi kolaylaştıran bir sistem. Üretmesen de var olabilmeni sağlayan şey. Kaçımız tükettiğimiz şeyleri üretebiliyoruz? Yediklerimiz, giydiklerimiz... Bir tohumun nasıl f ilizlendiğini bile bilmiyoruz. Sanki yasaklanmış bir bilgi bu. Yaşamdaki en önemli şey, beslenebilmen asla öğretilmiyor! İnsan toplumsal bir yaratıktır demek, insanın bir parazit olduğunu söylemektir. İnsan, toplumdan bağımsız bir birey olarak da çok güzel hayatta kalabilir, sadece akıllı ve planlıolsun ve üretsin.” dedi. Aysun bir doktor olarak, “Nasıl olacak bu? Ormanda bireysel olarak yaşıyor olsaydık çocuk felci aşısını nasıl bulacaktık?” diye sordu. Deniz gülümseyerek, “Bulmayacaktınız çünkü doğanın natürel elemesine saygınız olacaktı.” derken Aysun lafını kesti, “Ne yani çocuk felci olan çocukların, bu o kadar da güçlü değilmiş, deyip ölmelerine izin mi verecektik?”diye sorguladı. Deniz içine çektiği dumanı dışarı bırakırken kesilen cümlesine, “Bizim hiçbir şeye izin vermeye falan yetkimiz yok. Yaratmak ya da engellemek için değil, deneyimlemek için burdayız. Eğer doğanın içinde, teknolojimizi doğallıkla birleştirebiliyor olsaydık belki de çocuk felci diye bir hastalık bile olmayacaktı. Günümüzdeki hastalıklar deforme edilmiş doğanın sonuçları ya da biyolojik olarak geliştirilmiş insan yapımı denemeler. Yani doğal değiller.” dedi. Aysun, “Bu dediklerin cevaplamıyor ki!” dediğinde Deniz sabırsızca konuştu, “Şimdi cevaplayacak! Doğa zayıfı koruyan bir sistemle değil, gelişmeye sonuç veren bir sistemle oluşturulmuş. Doğanın sistemi, gelişime kapalı olanın elenerek, ortamın gelişime açık olana hazırlanmasıyla işler. Üretmektir, verimliliktir temel amaç. Yani zayıf, defolu olan gider ve yerine sağlam, yardım olmadan yaşayabilen, üreyebilen gelir. Üretebilenin hayatta kalması temel esastır. Doğanın ölçüsü, para dediğimiz bir kağıt parçasının kimde olduğu değil, dünyanın daha verimli bir yer olmasına yardım edenlerin ve kendi yükünü taşıyabilen canlıların var olabilmesidir. Sen belki çocuk felcine çare bulup binlercesini ‘toplumun’ sayesinde kurtarabiliyorsun ama yine aynı toplum tarafından feda edilen, hem de açlığa feda edilen, milyonlarcası için ne yapıyorsun yıldızlara bakıp her dakika onlarca çocuğun öldüğünü düşünmek dışında? Senin medeniyetin, koruduğundan çok daha fazlasını göz göre göre telef eden küflenmiş bir sistemle çalışıyor! Kendin söylüyorsun, dakikada 10 çocuk öldürüyor bu toplum! Acımasız gelebilir ama belki de o çocuklar hiç doğmamalıydılar. Yaşam daima eliyor, eleyecek de! Ben sadece mantıklı, pragmatik elemeden yanayım. Ve kendisini bir yaratıcıyla aynı kefeye koyabilecek kadar kafayı yemiş bu insanlık ve toplum adını verdikleri bu iğrenç sistem, bireylere ne olmaları gerektiğini, nasıl olmaları gerektiğini, ne zaman olmaları gerektiğini söylemeye, diretmeye devam ettiği sürece toplumun parçası olan herkes,kendi özlerinin keşfinden uzak yaşayıp ölmeye mahkumlar. Toplum konforlu bir hapishane, dışarıdaki korkunç dünyadan saklandığını sana hissettiren, ancak senin enerjinle var olabilen ve bu yüzden de daima senin enerjine, çalışmana, dolayısıyla köleliğine ihtiyacı olan bir hapishane. Sense kendini mutlu zanneden, daha kim olduğunu bir gün bile deneyimlememiş bir mahkumsun. Bana lezzetli bir havyarı hatırlatıyorsun. Asla balığa dönüşmeyi bile düşünememiş, küçük, şeffaf bir yumurta ve yanında kendisi gibi milyonlarcasıyla öylece tüketilmeyi bekliyor.” dedi.
42 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.