Gönderi

129 syf.
7/10 puan verdi
·
19 saatte okudu
D.H. Lawrence, kuşkusuz 20. Yüzyılın en büyük modernist yazarlarından birisidir. Romanlarında ve hikayelerinde realite ile moderniteyi harmanlayarak döneminde ortaya çıkan kaçınılmaz yaşam koşullarını irdeler. Sanayi Devrimi’nin ve sanayileşmenin insan üzerinde etkilerini incelerken dönemine göre fazla cüretkâr davranır. İşte yazarın yayımlanmış 15 denemesinin derlendiği Anka Kuşu’nda da bu başkaldırıyı görebiliriz. Yazar birbirinden bağımsız konular üzerine fikirlerini hiçbir laf kalabalığına girişmeden, doğrudan aktarıyor okuyucuya. Yaşadığı dönemdeki felsefecilerin durumuna, felsefenin geldiği noktaya dair düşünceleri de yer alırken kıtacıları büyük ölçüde eleştiriyor diyebiliriz. Kendisi devamlı felsefe, sosyoloji gibi alanlarla ilgilenmediğini öne sürerek yalnızca bir romancı olduğunu da vurguluyor. Bu bağlamda romanın hayatımızda kazanması gereken önem üzerine ilginç fikirleri olduğunu da söylemem gerekir. ''Sevgi; varış yollarına inanmaktır, ereğe değil.'' diyerek başlıyor kitap. Sevginin her alandaki karşılıklarını inceliyor yazar. İnsan sevgisi, kutsal sevgi, Tanrı sevgisi… Sevgi ve amaçlılık meselelerinden kadınların ve erkeklerin toplumdaki yerlerine dair standart algı meselelerine geçiş yapıyor ve bu dönemin algılarını oldukça alaycı bir dille eleştiriyor. ''Ülküler, bütün ülküler, her ülkü, şeytanın bir oyunudur. Soyut, tekdüze, insanın buluşu olan bir evrenin, yaratıcı evrenden daha önce çıkmasıdır.'' Yazar ''Avcıdır İnsan'' başlıklı kısa bir yazısından hemen sonra ironik bir şekilde demokrasi meselesine geçiyor. Burada Walt Whitman’ın demokrasi yasalarını irdeliyor. Orta Kişi kavramını çok güzel bir şekilde açıp hükümeti cesurca eleştirmekten geri kalmıyor. Leibniz’in bilinçlilik seviyeleri kuramını anımsatan bir pasajla Büyük Bilinci Whitman’ın Tek Özdeşliğine bağlıyor. Bireylik ve kişilik arasında yaptığı ayrım üzerinde durulmaya değer ki buradan sonra ülkücülüğü yerin dibine sokuyor. Dine bağlılık meselesinde Tanrı sözcüğünün hiç kimsenin tanımlayamayacağı bir gürültü, bir biçim olduğundan bahsediyor. Bu da bize felsefenin yaklaşık 18. Yüzyılın sonuna kadar tanrıyı bir yaratıcı değil de kavram olarak ele almasını hatırlatıyor. Tüm bunlardan sonra roman meselesine tekrar geçiyor yazar. Biz denemelerini felsefi açıdan ele almaya çalışırken o bizim tam aksimize bu durumu eleştirip romandan kopamıyor bir anlamda. Bu fazla romancı kişiliği kimi zaman fikirlerinin önüne geçebiliyor. İşte bu yüzden düşüncelerine çoğunlukla katılmakla birlikte kendisi ile örtüşmediğim yerler de oldu. Dilinin oldukça sade olduğunu belirtmekle beraber yalnızca bilinen romanlarının değil böyle denemelerinin de okunmasını tavsiye ederim. Zaten romancıların önce romana ve edebiyata dair fikirleri okunmalı. Çünkü romana bu denli bağlı olmaları onları ilginç ve düşünülesi fikirlere götürüyor doğrusu.
Anka Kuşu
Anka KuşuD. H. Lawrence · Yapı Kredi Yayınları · 2006108 okunma
·
220 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.