Gönderi

Gödel'in Viyana Çevresinden eski bir tanıdığı olan ve mutlu bir şekilde Notre Dame'a yerleşen Karl Menger şöyle yazdı: Nadiren de olsa Princeton'a yaptığım her gezide Gödel´le uzun sohbetler ediyorduk. Einstein ve Morgenstern'le olan arkadaşlığının dışında (özellikle Morgenstern'in ölümünün ardından) oldukça yalnız görünüyordu. “Artin şimdi nerede?" diye sorduğunda [cebirci Emil Artin] şaşırdığımı itiraf etmeliyim. "Kendisi Priceton'da, onunla daha dün konuştum" dediğimde, "Uzun zaman önce gittiğini düşünmüştüm. Onu yıllardır görmüyorum" diye karşılık verdi. Daha da üzücü olan, Menger'in, Gödel’in Enstitüde yaşadığı yalnızlığın etkisiyle daha az yayın yaptığını iddia etmesidir: Gödel özgün ve umulmadık fikirler hayal etmek ya da geliştirmek konusunda hayatının hiçbir döneminde entelektüel dürtüye ihtiyaç duymadı. Fakat keşfettiği şeyleri yazması için hatırlatmalar yapacak ve mümkünse kibarca baskı uygulayacak uyumlu bir arkadaş grubuna ihtiyacı vardı. Russell'la ilgili makalesi ve iki kitapçığının yayımlanmasına istinaden Princeton'da yaşamaya başladığı ilk dönemde tüm bunlara sahipti. Elbette böyle bir desteği daha sonra da bulabilirdi, ancak görünüşe göre aramaya hiç niyeti yoktu ve kimse de bunun için gönüllü değildi. Gerçek şu ki 1950'lerde böyle bir şey gözlemleyemedim. Fakat çoğu muhteşem fikrini hiç değilse çekmecesi için yazdığı konusunda kısa sürede aydınlandım. Dış dünyanın bakış açısına göre eşsiz yeteneği acınası biçimde köreliyordu. Henüz gençken bile mustarip olduğu paranoid eğilimlerinin belirginleştiği derin bir yalnızlığın içindeydi. Zihinsel bakış açısının kararması belki de yaşla kaçınılmaz olacaktı. Yine de en yakınındaki meslektaşlarının gerçek düşmanlığıyla birleşmiş, zaruri yalnızlığı kesinlikle onun için iyi olmazdı. Altmışlarda söylediğimiz gibi: paranoyak olmanız peşinizde birilerinin olmadığı anlamına gelmez.
Sayfa 217Kitabı okudu
·
110 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.