Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İlginç Bir Salyangoz André Maurois'nın anneannesi doksan yaşına çengel attığı vakit bile, bir gün olsun, yeni yazarları okumaktan geri kalmamıştır. Okumak budur. Yaşamın boyunca binlerce kitap devirmedinse hiçbir şey okumamış sayılırsın. Aralık aralık, yasak savmak, bir toplulukta utançlı duruma düşmemek ya da geceleri uykuyu egavlamak için fıştıklanan kitaplar, okuma sınırı içine girmez. Uzun lafa ne gerek, okumayı seven kişi, bir kitabı bitirdi mi bir başkasının üzerine atılmadan duramaz. Kimileri de birini bitirmeden ötekine başlar ya da birini okurken, ona ara vererek bir başkasını mideye indirir. Şu var ki, çok çok okumadan, boyuna okumadan dünya ve dünya yazını üzerine öksürüksüz bir yargıya varmanın yolu yoktur. İngiliz romancılardan Virginia Woolf şöyle der günlüğünde. "Tanrım, okuyacak ne çok kitap var! Dickens ile Mrs. Gaskell'in tüm yapıtlarıyla karşılaştırabilmek için James Joyce'un, Wyndham Lewis'in, Ezra Pound'un tüm yapıtlarını okumalıyım. George Eliot'u ise hesaba katmıyorum. Sonunda da Thomas Hardy'yi okumalıyım." Nedir, Virginia Woolf'un hop oturup hop kalktığı yazarlar sadece bunlar da değildir. Henry James, Saint-Simon, Cervantes, Walter Scott -onun “Old Mortality”sinin iki kez harmanlamıştır- George Meredith, Daniel Defoe, önüne kim çıkarsa seksen tırnağıyla yakasına yapışır. Bir gün, birden, Richardson’dan bir şey okumadığı aklına düşmüş, yağmur altında kitapçısına koşarak yazarın “Clarissa Harlow” adlı romanını almıştır. Woolf her yazardan bir şeyler okumayı sever. Bunun için çabuk çabuk, nefes almadan okuması gerektir ama bunun bir düş olduğunu anlamıştır. O, gece yarıları bile, dışarda fırtına ortalığı kasıp kavursa her şeyi ayağa kaldırsa da okumasına ara vermez. Çokluk da iki yazarı birden salamuraya yatırır. Bunlardan biri İngiliz ozanı Chaucer ise, ötekisi İtalyan Pastonchi'dir. Ya da bir yandan Homeros'un Odisseus'unu damıtıyorsa, öbür yandan da Proust'u atıştırıyordur. Yani ilkçağla XX. yüzyıl arasında, boyuna mekik dokur. Woolf, Rus yazarlarını da savsaklamamıştır. Ama Dostoyevski ona göre -bu düşünceye T.S. Eliot da katılır- İngiliz edebiyatının bir molozudur. “Savaş ve Barış” ise kaba ve yontulmamış bir kitaptır. Kendi kendini yetiştirmiş birinin elinden çıkmıştır. Bunaltıcı, ilkel, uyuşturucudur. Kısacası, Tuzsuz Deli Bekir'dir. Yazarımız, gençliğinde, Shakespeare'i de hiç sevememiştir. Gelgelelim, kırkında, onun tiryakisi kesilir. Geceleri Kral Lear' dan, II. Richard'dan ya da Shakespeare'in herhangi bir oyunundan bir iki perde okumazsa karnının şişi inmez. Ne ki, o yaşlarda Virginia'yı en çok da uzun şiirler sarar. Düzyazı okumanın vakit yitirmek olduğuna inanır. Var mı şiir, yok mu şiir. Şiir, kendi anlatımını da etkilemiştir. Artık, buğday tarlalarını, kırmızı ve mavi mintanlı orakçıları, gözleri fal taşı gibi açılmış sarı entarili küçük kız çocuklarını uzun uzun anlatmaya kalkışmaz. Oysa, tazeliğinde, XVIII. yüzyıl düzyazısına büyük düşkünlükler göstermiş, Thomson'ın Hakluyt adlı kitabına vurulmuştur. O yıllarda Mérimée'ye de baygındır. Kilometrelerce Cariyle ve Shelley de okumuştur. Woolf en çok da anılarla yaşam öykülerine sıcaklık duyar.
Sayfa 109 - Sel, 2. baskıKitabı okudu
·
142 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.