Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

576 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
yazılmasının üzerinden neredeyse koca bir asır geçmesine rağmen hakkındaki kafa karışıklığının halen devam ettiği tarihsel/siyasal bir roman. kimi, bir dönem romanı olarak oldukça öğretici olmasına karşın değerinin yeterince bilinmemesine hayıflanırken, kimi de boş, tekrarla dolu, yoğun, fazla uzun ve/veya sıkıcı bulmuş. her iki gruba da hak vermekle beraber, sanırım ben ikinci gruba daha yakınım. nedenlerini elbette dilim döndüğünce sıralayacağım. her ne kadar siyasal özelliği öne çıksa da, ben burada edebi yönüne eğilerek, fazla spoiler vermeden bir değerlendirme yapmak istiyorum. edebiyat eleştirmeni fethi naci "üç istanbul" için, "mithat cemal kuntay'ın romanından sürekli olarak bir leş kokusu gelir burnunuza" der. gerçekten de okurken burnunuz o kokuyu bol bol alır. baştan sona, içerdiği yaklaşık kırk kişilik dev kadrosuyla, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı, aldatmaların, ihanetlerin, satışların, hastalıkların vs. her türlü iğrençliğin tepemize boca edildiği bir kokuşmuşluğun anlatısıdır üç istanbul. temelde yıkılma sürecindeki bir devletin son 25-30 yıllık bir döneminin tablosu olmakla birlikte, belirgin ayrımlardan çok, yumuşak geçişlerle, (öyle ki istibdat'dan meşrutiyete geçişi, hatta koca osmanlı'nın çöküp milli mücadelenin başlamasını bile) yazarın ustalıkla vurduğu basit fırça darbeleriyle anlatır bize. bu elbette yazarın tercihidir ve isabetlidir. fakat okurken bunun bir tarihsel roman olduğu akıldan çıkarılmamalı, bol bol göze sokulan yazarın öznel görüşlerine kurban gidilmemelidir. evet, her yazarın kendi romanının tanrısı olmasından hareketle, yarattığı karakterler, kurguladığı olay, mekanların seçimi hep kuntay'ın yanlı bakışını yansıtır bize. o kadar kalabalık kadro içinde adnan'ın annesini saymazsak (ki gerçekten de silik bir karakterdir) hepi topu üç iyi insan vardır, o kadar. gerisi yukarıda örneklendirdiğim her türden ahlaksızlığın içinde oradan oraya savrulur, kah satılan bir konakta, kah mahalle arası umumhanede, kah cercle d'orient'da roman boyunca karşımıza çıkar dururlar. çıkış noktasını "nefret"ten alan bir roman çünkü elimizdeki."eski rejime" savrulmuş bir küfür demek de haksızlık olmaz bence. yazarın 1938 yılında tamamladığı bu romanı yaklaşık 20 yılda yazdığı söyleniyor. abartı ihtimali yüksek olsa da, genç cumhuriyetin verdiği milli coşku ile eskiye sövmenin geçer akçe olduğu "rahat" yıllarda yazıldığı su götürmez. yazar bu rahatlıktan alabildiğine faydalanmış, tanıklık ettiği üç büyük dönemi, kokuşmuşluk ve yozlaşmışlık kavramları altında romana yedirmiştir. her yazar kendi romanının tanrısıdır dedik. bu ona kurguda ve karakter seçiminde geniş bir alan kazandırsa da, okuduğumuz romanın "hayatın akışı"na uygun olmasını bekleriz. yazarın mantıksız davranışları, metni inandırıcı ve etkileyici olmaktan uzaklaştırır. kuntay'ın olur olmadık herkesi veremden öldürmesi, gereksiz şekilde yüceltip parlattığı "güç sahibi" kişileri ilerleyen sayfalarda dilenciye dönüştürmesi, neredeyse her kadın karakterini fahişeliğe meyilli göstermesi, hırsızlık ve paraya olan düşkünlüğü en bayağı biçimde aktarması gibi hayatın akışına aykırı anlatımı romanın zayıf yönleri olarak göze çarpıyor. bu açıdan, kuntay'ın edebi kaygı gütmediğini düşünüyorum. yukarıda yeterince örneği verildiği için buraya tekrar yazmaya gerek görmüyorum fakat, elbette güçlü benzetmeleri, vurucu sözleri, hakim anlatış tarzından yararlanarak ortaya serdiği enfes psikolojik tahlilleri var. zaten romanı okunur kılan en büyük özellikler bunlar. fakat biteviye tekrarları, çizgisel bir zaman grafiği, mekanların hep konaklar, zengin muhitler, balolar, davetler oluşu kuntay’ın bitmek bilmez nefretini yüzümüze çarpıp durması bir süre sonra can sıkıcı olabiliyor. sokak yok bu romanda. sıradan insan yok. yarı aydın, kimliksiz, ahlaksız tipler var sadece. aydın olmayanlar da onlardan aşağı kalır değil. topyekün bir şehir (dolayısıyla bütün bir ülke) ahlaksızlıkta, sapkınlıkta ve rezillikte birbiriyle yarışıyor, arada romana akış sağlayacak malzemeden öte geçemiyorlar. romanın ana karakteri adnan dahi böyle. sınıf atlama sevdasından başka bir şey düşünmeyen tipik bir osmanlı “münevveri”. para sevgisinin vatan sevgisine üstün geldiği o aşağılık kompleksli zavallı ve zalim adnan. en başta kendisine ve onu seven bir avuç kişiye zulmeden adnan... anlatımındaki nefret, romanın edebi kalitesini ve karakterlerin yıldızını söndürmüyor olsa da ortaya rahatsız edici bir hava bırakıyor. üç istanbul, kelimenin tam anlamıyla rahatsız edici bir roman. biraz daha objektif, hiç olmazsa daha az karikatür tip görmek isteyenlere ve dönem olarak osmanlı'nın son yıllarını, batılılaşma ya da erken cumhuriyet dönemini merak edenlere yakup kadri'nin eserlerini tavsiye edebilirim. hem ondaki gelecekten umut ve cumhuriyet sevdası, içinde bulunduğumuz şu süreçte büyük bir eksiği de dolduracaktır. üç istanbul'u oldukça boş bir zamanınızda okusanız daha makbule geçer diye düşünüyorum.
Üç İstanbul
Üç İstanbulMithat Cemal Kuntay · Oğlak Yayıncılık · 20202,413 okunma
·
3.465 görüntüleme
E D okurunun profil resmi
Yorumunuzu şimdi kitabu henüz bitirmişken, acaba kim ne düşünmüş kitapla ilgili diye kurcalarken okudum. Kitabının ön sayfasına kendi yorumumu yazmıştım. Sizinle aynı şeyleri, farklı kelimelerle yazmışım. Acaba ben mi kitaptan bişey anlamadım diye düşünmeye başlamıştım. Kitabı o kadar boş buldum ki, neden okudum ki şimdi bu kitabı diye düşğnmeye başlamıştım. Bana hiçbir şey katmadığı gibi, bari iyi vakit geçirmemi sağlasaydı diye düşündüm. Yazdıklarınızın ve yorumunuzun tümüne katılıyorum. Kitabı boş ve sıkıcı bulanlardanım…
M.D. okurunun profil resmi
Aslında boş bir kitap değil. Kesinlikle değil hem de. Ben yazarın üslubundan ve roman sanatının imkanlarını ideolojik bir nefrete kurban etmesinden rahatsız oldum aslında. İfade ederken biraz dağıtmışım. üç İstanbul, alanında benzersiz bir eser. Karakter yaratımı, kurgu, akış, bilgece tespitler çok üst düzeyde. İnsanı sınıfsal gerçekliği içinde çok iyi ifade etmiş yazar. Bu çok önemli bir yetenek. Romanda sadece belli bir sınıfa ait insanlar var evet, ama onlar da güçlü bir gözlemle temsil edilmiş. Roman akışı içinde bağlandıkları yerler zorlama olsa da (dilenci olmaları, veremden ölmeleri vb.) Bu durum kesinlikle yazarın yeteneğini gölgelememeli. Öğretmen Adnan'ın duyguları ve davranışlarıyla varlıklı avukat Adnan'ınkiler nefis detaylarla verilmiş. Zaman değişirken insanı da değiştirebilmek her yazarın yapabileceği şey değil. Ayrıca, akan bir hikaye var hep fonda. Film sahnesi gibi geliyor insana. Doğal ama eksik işte. Beni rahatsız eden bu eksiklikti daha çok. O da yazarın umursadığı bir şey değil belli ki. Uzatmayayım, 600 sayfalık bir küfür, ancak bu kadar güzel olabilirdi. Öyle de olmuş. Ama herkese hitap etmemesi çok normal. Fikrine değer verdiğim pek çok insana göre bir başyapıt, bana göre uzun bir melodram. Yine de hakkını vermek gerek...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.